Ioannes Scotus Eriugena’nın İnsan ve Evren Anlayışı
Doğanın üçüncü ayrımı olan “yaratılan ve yaratmayan”da işaret edilen ise, ilahi idealar tarafından yaratılan bireylerdir. Bunların hepsi birer yaratılan olarak belli bir nedene bağlı olarak varolmuşlardır. Bundan dolayı, varoluşlarına ilkece yüklenen amaçları doğrultusunda bir hayat sürmek zorundadırlar.
Bu üçüncü bölünme, Eriugena’nın Bir’den çıkan ve tüm evrenin görünür hale gelmesine neden olan yaratılışın “bölünme” kısmının tamamlandığının habercisidir. Buraya kadar ele alınanların ışığında dile getirmek mümkündür ki, Eriugena’ya göre yaratılış daha tümel olandan daha az tümel olana doğru bir gidiştir. Bu durum, yaratılışın en azından bölünmenin hakim olduğu kısmında geçerlidir. Bu görüntü ilahi idealarda benzer bir şekilde ortaya çıkmaktadır. En genel idealar cinslere, cinsler alt cinslere ve onlar da türlere ayrılmaktadır. Bireysellerin de ortaya çıktıkları yapı bu türlerdir. (Maurer, 1982: 42)
Eriugena’ya göre yaratılış adı verilen süreç, kesintisiz bir durumu işaret etmektedir. Tanrı’dan çıkan ve ilahi idealarla devam eden yaratılışın nihayete erdiği yer bireysel olanların vücut bulmalarıdır. Bu bireysel varoluşlar hakkında bütün bir Ortaçağ, aşağı yukarı aynı saptamayı tekrar etmiştir. Bunların içinde melekler maddi olmayan varoluşu sergilemektedir. Maddi varoluşu sergileyenler arasında hem ruh hem de bedene sahip olmaları bakımından insan gelir. Eriugena’ya göre insanın bir yönü “insan hayvandır” önermesini kurmamıza yetecek kadar bedenseldir. Duyuları, duyu hafızası, akılsal olmayan iştahı, türlü yönelimleri ile insan bütün öteki hayvanlarla ortak özellikler sergilemektedir. Bununla birlikte insanın, öteki hayvanlarda olmayan bazı özellikleri de bulunmaktadır. Eriugena bunların akıl, zihin, iç duyu, erdem olarak adlandırılabilecek akılsal hareketler ile ilahi ve ezeli ebedi olan şeylere ait hafızası olduğunu ileri sürer (Periphyseon, 752C-752D). Bunların hepsi de ilahi varlıkların sahip olduklarına benzer özelliklerdir.
Eriugena’ya göre insan tek ve aynı akılsal ruh ile birleşmiş olan bedenden meydana gelir. Bu birleşmenin nasıl olduğu açık değildir. Bu birleşmiş yapı harika ve anlaşılabilir bir şekilde ikiye ayrılır. Bunlardan bir tanesinin içinde insan, Yaratıcı (Creator)’nın imgesinde (imago Dei) ve benzerliğinde yaratılır. Bu yaratılmışlığın bütün özellikleri insanı hayvani olandan mümkün olduğu kadar uzaklaştırır; hayvanlıkla ilgili hiçbir paylaşım içine sokmaz. Öte yandan, diğer kısım ise hayvan doğası ile belli türden bir iletişim kurar ve topraktan meydana gelir. Bu durum, insanın şeylerin ortak doğasından meydana geldiğini ve tümel hayvan cinsinde içerildiğini göstermektedir (Periphyseon, 754B).
Eriugena’ya göre bütün bir yaratılış beş parçaya ayrılmıştır: bir yaratılan ya bir bedendir; ya bir canlı varlık; ya duyulanabilir varlık; ya akılsal varlık veya zihinsel varlık.Bu beş parçanın hepsi de her şekilde insanda bulunur. İnsan bedeninde hayatını devamlı kılacak bir temele sahiptir; dahası bedeni yöneten bir seminal hayat vardır; bu hayatı yöneten duyu; akıldan aşağıda yer alan doğal kısımları yöneten aklın kendisi ve son olarak, bunların hepsinden daha yüksek bir mevkide yer alan Ruh. Tanrı’nın imgesinde yaratılan kısım da işte bu ruhtur. İnsanın Tanrı’yla ilişkisini kuran, O’nu anlamak için O’na yönelen kısım da gene aynı kısımdır (Periphyseon, 755B-C).
İnsanın Tanrı’nın imgesinde yaratılmış bir yaratık olduğunu söylemek, ona en başta dini birtakım nitelikler ve tarih yüklemek anlamına gelmektedir. Aslına bakılacak olursa bu tarz bir yaklaşım, kaynağını Platon felsefesinden almaktadır. Platon’a göre de logistikon ilahi ve ideaların izlerini taşıyan, hatırlama (anamnesis) eyleminin gerçekleşmesine neden olan ve ruhgöçünü (metempsychosis) olanaklı hale getiren bir yapıdır. İnsan sadece bu kısmıyla varolmuş olsaydı, o takdirde hiçbir zaman günah işlemeyecek; Eriugena’ya göre, hatta üremek için cinsiyetlere bile ihtiyacı olmayacaktı. Zira sadece akılsal ruha sahip olmak, insanla melek arasında herhangi bir fark ortaya çıkarmayacaktı. Eriugena’ya göre melekler hayvani özellikleri olmayan varlıklardır. Üreme, çoğalma ve yok olma hayvani düzlemin nitelikleri arasında yer alır. Onlar aynı zamanda duyulama yeteneği olmayan varlıklardır (Periphyseon, 772D). Aslına bakılacak olursa, insan başlangıçta ilahi hakikatin seyri (temaşa) ile vakit geçiren ilahi bir varlıktı. Günah işledikten sonra bu seyirden ayrılmak ve hayvani düzeyin özelliklerini de almak zorunda kaldı. Hayvani olan özelliklere kavuştuktan sonra, başka kelimelerle ifade edecek olursak, bir bedene sahip olduktan sonra da cinsiyetler ortaya çıkmıştır.
Ortaçağ boyunca, meleklerin ne türden özellikleri olduğuna ilişkin pek çok tartışma yapılmıştır. Genel kanaat, onların maddesiz varoluşlar oldukları yönündeydi. Bazı filozoflar, iddialarını sağlam bir temel dayandırabilmek arzusuyla Antikçağdan bazı filozofların da melekler hakkındaki -sözde- düşüncelerini aktarıyordu. Örneğin Eriugena, meleklerin hayvan olmadıklarının kanıtı olarak, onlar hakkında Platon’un söylediklerine başvuruyordu. Eriugena’ya göre Platon, meleklerin akılsal ve ölümsüz hayvanlar olduklarını söylemişti (Periphyseon, 762C).
Burada ilginç olan nokta, dünyanın insan için yaratılmış olmasıdır. İnsan, dünya üzerinde yaşayan canlılar içinde Tanrı imgesinde yaratılmış olan tek varlıktır. Bir başka deyişle insan, akılsal özellikleri olan tek hayvandır (Periphyseon, 757A). Tanrı, insanın bu özelliğinden dolayı, görünen ve görünmeyen bütün yaratıkları insanın içinde yaratmıştır (Periphyseon, 763D). İnsanın yaratılmasından önce bu her iki varlık türünden ne mekan ne de zamanda söz etmek mümkün değildir (Periphyseon, 779D). Burada sözü edilen görünen ve görünmeyen bütün yaratıklardan kastedilen aslında evrenin kendisidir. Dolayısıyla evrenin köken itibarıyla insanda yaratıldığını söylemek gerekir. Bir şekilde insanın ve evrenin kaderi birbiriyle bağlantılı ve ayrılmaz karakterdedir (Maurer, 1982: 43).
Eriugena, Periphyseon’da insanın tanımını şöyle yapmaktadır: “Öyleyse insanın tanımını şu şekilde yapabiliriz: İnsan Tanrı’nın Zihninde ezeli ebedi bir şekilde biçimlenmiş belli bir zihinsel kavramdır.” (Periphyseon, 768B). Tanrı’nın zihninde belirlenmiş olan bir kavrayış olduğu için insanın bilginin içine doğmuş olduğunu söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, tıpkı Platon’da olduğu gibi Eriugena’da da bilgi insana içkin bir durum gösterir. Bununla birlikte insan, işlediği günahtan dolayı Tanrı’ya belli bir anlamda yabancılaştığından, onun bilgiye sahip olması ancak tedrici bir süreç içinde mümkündür.
Zira bilgi, ilahi ve insani olmak üzere ikiye ayrılır. İlahi bilgi, Yaratıcı Bilgelik’te bulunur ve bu bilgi bütün bir yaratılışı için birincil öneme sahiptir. Buna karşılık yaratılmış olan varlıktaki bilgi ikincil öneme sahiptir ve daha yüksek bilginin etkisini sürdüren bir karakteri bulunmaktadır. Burada iki farklı türden bilginin olması, Tanrı’nın zihnindekilerle insanın zihnindekiler arasında bir kavrayış farkı bulunduğu anlamına gelmemelidir. Bu daha çok, bir ve aynı özün, zihin tarafından iki farklı bakış açısına göre temaşa edilmesi sorunudur (Periphyseon, 779A-C). İnsanın dünyaya düşmesi sonucunda açığa çıkan bu iki farklı bilgi türüne karşılık, gene aynı olayın bir sonucu olarak da duyulanabilir dünya meydana gelmiştir. İşte, insanın bildiği dünya, duyularımıza karşılık gelen ve hakkında yargıda bulunabildiğimiz bu dünyadır.
Eriugena’ya göre, içinde yaşadığımız dünya, duyularımıza karşılık gelen bir dünyadır ve bunlar elbette duyulanabilir olan nesnelere yönelmişlerdir. Duyulanabilir nesne, kesin olarak belli bir zaman ve belli bir mekandadır; oluş ve bozuluşa tabidir. Eriugena’da tıpkı Aristoteles’in Kategoriler’inde (Kategoriae) yaptığı gibi bu nesneye çeşitli nitelikler yüklemektedir. Örneğin, nesneler sadece zamana ve mekana ait varolanlar değildir; onlar aynı zamanda nitelik ve niceliğe de sahiptir. Gene Aristoteles’in bize öğrettiği gibi, duyulanabilir nesneler bir doğa ve onunla birlikte ortaya çıkan çeşitli ilinekler içerirler. Bu yönleriyle de onların bileşik yapılar olduklarını söylemek gerekir. Eriugena’ya göre bu nesneler bir bileşik oldukları sürece duyularımızca algılandıkları halde, onları meydana getiren kısımların her biri ayrı bir şekilde asla duyular tarafından algılanamaz. Ayrı kısımlar artık aklın bir nesnesi haline gelirler. Buradaki temel anlayış gene Platoncu bir anlam içermektedir. Eriugena’ya göre görülebilir cisimler görülemeyen şeylerden meydana gelmektedir (Periphyseon, 498B-499C). Ona göre “görülebilir maddenin form ile birleşmesi belli türden ilineklerin bir araya gelmesinden başka bir şey değildir” (Periphyseon, 479B).
Erigena’nın Periphyseon veya Doğanın Bölümlenmesi Hakkında başlıklı eseri bütün bir Ortaçağ boyunca çok rağbet gören bir çalışma olmuştur. Papa III. Honorius zamanında özellikle içindeki şu üç madde nedeniyle suçlanmış ve yargılanmıştır. Bunlar: 1) Her şey Tanrı’dır; 2) İlahi İdealar yaratılmıştır ve yaratırlar; 3) Dünyanın sonunda (kıyamette) cinsiyet farkı ortadan kalkacaktır. Bu ve benzeri yaklaşımları onun günümüze kadar süren etkisini güçlendiren önemli anlayışlardır.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı