Felsefe hakkında her şey…

Herbert Blumer ve Sembolik Etkileşimcilik

04.05.2020
2.871

Blumer’ın yaklaşmına göre sembolik etkileşimcilik, üç temel önermeye dayanmaktadır.

Blumer bu önermeleri şu şekilde açıklamaktadır:

İnsanlar nesne ve olaylara karşı, onların kendilerine ifade ettiği anlamlara göre hareket etmektedirler. İnsan, toplumsal güçler gibi dışsal uyaranlara ya da organik dürtüler gibi içsel uyaranlara karşı basitçe tepki vermemekte, bunun yerine nesnelere ve olaylara verilen anlamlar temelinde hareket etmektedir. Sembolik etkileşimcilik bu nedenle, toplumsal ve biyolojik determinizmi reddetmektedir.

Anlamlar, insanların birbirleriyle olan etkileşiminden ortaya çıkmaktadır. Anlamlar, başlangıçta bulunarak gelecek eylemi şekillendirmemekte ancak insanların birbirleriyle etkileşim sürecinde ortaya çıkmaktadır. Anlamların, sabit ve önceden oluşumundan çok, etkileşim durumlarında bir dereceye kadar yaratıldığı, belirlendiği, geliştirildiği ve değiştirildiği kabul edilmektedir. Etkileşim sürecinde, eylemler birbirlerine tıpatıp benzer olarak önceden belirlenmiş normları izlememekte ya da kurulan rolleri mekanik olarak eyleme koymamaktadır.

Anlamlar yorumlayıcı bir süreç içerisinde değişime uğramaktadır. Anlamlar, etkileşim bağlamı içinde toplumsal aktörler tarafından kullanılan yorumlayıcı bir izleğin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Diğerinin rolünün alınmasıyla toplumsal aktörler, anlamları ve diğerlerinin amaçlarını yorumlamaktadırlar. Kendi etkileşim mekanizması aracılığıyla bireyler, durumun tanımlarını belirlemekte ya da değiştirmektedirler. Eylemin alternatif yönlerini uzun uzadıya ifade etmekte ve onların olası sonuçlarını düşünmektedirler. Böylece eyleme rehberlik eden anlamlar, etkileşim bağlamında bir dizi karmaşık yorumlayıcı izlekten geçerek ortaya çıkmaktadır (Haralambos ve Holborn, 1995, s.894).

Bir nesne, bireye anlam ifade eden bir özelliğe sahip değildir. İnsanlar tarafından, nesne ve olaylara anlam yüklenmektedir. Bu bağlamda, örnek olarak bir yılana nasıl anlam yüklendiği ele alalım. Bazı insanlar için yılan, korkulan ve iğrenç olarak görülen sürüngen bir hayvandır. Doğa bilimciler için ise yılan, doğanın dengesini koruyan ve onun bir parçası olan bir hayvan olarak kabul edilmektedir. Bu yılana yüklenen farklı anlamlar, insanların birbirleriyle girdiği etkileşim sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle nesneler, doğrudan değil, onlara yüklenen anlamlarla tanınmaktadır. Blumer’a göre, bir nesnenin kişiye ifade ettiği anlam, diğer kişilerin o nesne ile ilişkili olarak kendisine davranma biçimi aracılığıyla oluşmaktadır (Blumer, 1969: 4-5 aktaran Poloma, 1993, s.225).

Bu davranışlar, o kişide nesnenin tanımını oluşturma işlevi görmektedir. Bu yaklaşım doğrultusunda, çocukların, bu nesnelere yüklenen anlamı öğrendikleri ve anne, babanın ya da arkadaşlarının davranışlarına göre bunu ya devam ettirdikleri ya da reddettikleri görülmektedir. Ebeveynin ya da arkadaşlarının davranışı teşvik edici bir şekilde olursa çocuk bu davranışını sürdürmektedir. Fakat onlar tarafından bu davranış onaylanmaz ise çocuğun davranışını ve aynı zamanda nesneye yüklediği anlamı değiştirebileceği belirtilmektedir (Poloma, 1993, s.224-225).

Blumer’ın çalışmaları işlevselci yaklaşımın etkili olduğu dönemde gerçekleşmiştir. İşlevselci yaklaşım, bireyden çok toplumsal grubu, öznelden çok nesnel gerçekliği vurgulamaktadır. Blumer soyut ilişkiler çerçevesinde, makro veya büyük boyutlu (grand) teorilerin karşısında yer almaktadır (Plummer, 2008, s.111). Sembolik etkileşimcilik açısından bakıldığında toplum, yaşantılarını sürdüren insanlardan oluşmaktadır. Toplum, birçok bireyin eylemleri ve etkileşimleri içinde ve onlar aracılığıyla üretilen büyük ölçekli bir yapıdır. Bu yüzden, toplumu ‘işlevsel’ düzenlemelerle karşılanabilecek kendi özel ihtiyaçları olan, kendine yeten bir varlık olarak görmek için hiçbir temel bulunmamaktadır (Cuff vd., 1998, s.132).

Blumer’ın etkileşimci bakış açısı, sosyolojide önemli bir ağırlığa sahip olan pozitivist, yapısalcı ve sistem yaklaşımları tarafından sunulan görüşlere karşı bir duruş sergilemektedir. Toplum, sürekli olarak bir kişinin diğeri ile karşılıklı durumunu ayarlayan ve devamlı olarak bu durumu yorumlayan toplumsal aktörleri içermektedir. Blumer’a göre toplumun, toplumsal aktör aracılığıyla süren bir etkileşim süreci olarak görülmesi gerekmektedir. Bunun tersine, sosyolojide ana akımlar, özellikle işlevselcilik, toplumsal eylemi toplumsal sistemin sınırlamalarına yönelik mekanik bir tepki olarak tanımlama eğilimi göstermektedir.

Ayrıca eylemi, bireyler aracılığıyla ve onlar üzerinde rol oynayan faktörlerin bir ürünü olarak ele almaktadırlar. Bununla birlikte, insanların eylemlerinin toplumsal sistemin ihtiyaçları ve bu sistemin bir parçasını oluşturan değerler, roller ve normlar tarafından şekillendiğini ileri sürmektedirler. Blumer bu bakış açısını reddetmektedir. İşlevselci yaklaşımın, insanların kendi toplumsal dünyalarını aktif olarak yarattıklarını göz ardı ettiğini ve onları, dışsal sınırlamalara pasif olarak tepki verenler olarak resmettiğini vurgulamaktadır. Bu nedenle Blumer bu görüşün, toplumda bir yorumlama süreci aracılığıyla yapılandırılan bireylerin toplumsal eylemlerini görme konusunda başarısız olduğunu belirtmektedir (Haralambos ve Holborn, 1995, s.894).

Blumer, işlevselcilerin ihmal ettiği öznel anlam üzerinde durmuş, toplumu özerk bir yapı olarak ele almak yerine, sembolik bir etkileşim olarak ele almıştır. Bu bağlamda Blumer toplumun, insanlar üzerinde etkili olan birtakım güçlerin kaynağı olarak ele alınmasını eleştirmekte ve toplumun, eylemde bulunan insanlar olarak görülmesi gerektiğini vurgulamaktadır (Poloma, 1993, s.234-235). Böylece toplumsal yaşam da insanların eylemlerinden oluşmaktadır. Başka bir deyişle, Blumer’a göre toplum, insan eylemlerinin bir belirleyicisi olarak değil, toplumsal eylemin yer aldığı bir çerçeve olarak görülmektedir.

Blumer geliştirdiği bakış açısı ile bir yandan toplumsal yaşamın önemsiz ve her yönüyle yanıltıcı incelemelere ve ölçümlere indirgenmesine karşı durmuş, diğer yandan kültür, yapı ve endüstrileşme gibi soyut ve somutlaştırılan kavramların, toplumsal yaşamın üzerine ilave edilmesini sorgulamıştır. Blumer sosyolojik yaklaşımların çoğunun, yaşanan hayatları süreç içerisine dâhil etmediklerini ve onun yerine yapılar ve değişkenlerden, söylem ve ileri yöntemlere kadar, çözümlemenin daha büyük şemalarına yöneldiklerini belirtmektedir. Blumer, toplumsal örgütlenme, iktidar, tarih ve ekonominin önemini görmüş, çalışmalarında bu alanları inkâr etmediğini ve minimize hâle getirmediğini göstermiştir. Fakat Blumer’ın asıl ilgisi, dünyadaki gerçek şeyler hakkında olması gereken teorilere ve gözlemlere yönelik olmuştur (Plummer, 2008, s.106-107). Blumer’ın daha önce belirtilen üç önermeye dayalı olarak açıkladığı sembolik etkileşimci yaklaşımı, bu önermelerin yanında bazı temel düşünceleri içermektedir. Bu düşünceleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

Toplum, etkileşim hâlindeki insanlardan oluşmaktadır. Kolektif eylem aracılığıyla bir araya gelen bu faaliyetler, örgütleri ve toplumsal yapıyı biçimlendirmektedir.

Etkileşim, başka insanların faaliyetlerine karşılık olarak verilen tepkilerden oluşmaktadır. Sembolik olmayan etkileşimler, basit uyarana tepki sürecini içermektedir. Boğaza bir şey takıldığında öksürmek, buna bir örnek oluşturmaktadır. Sembolik etkileşim, eylemin yorumlanmasını kapsamaktadır. Kişi, kendisini fark etmeyen birinin yanında öksürerek tepki gösteriyorsa öksürmek, dikkat çekme anlamını taşıyan bir sembol hâline gelmektedir. Bu bağlamda dil, en yaygın ve en önemli semboldür.

Nesneler, kendilerinde bir anlamı içsel olarak taşımamaktadır. Anlam, sembolik etkileşimin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Blumer bir nesneyi, “atıfta bulunulan herhangi bir şey” olarak tanımlamaktadır. Nesneler dünyası, karşılıklı etkileşim yoluyla, “yaratılmış, onaylanmış, dönüştürülmüş ve bir kenara bırakılmışlardır” (Blumer, 1969 aktaran Poloma, 1993, s. 229). Nesneler, üç geniş kategoride ele alınmaktadır: a) masa, tarla, ev gibi fiziksel nesneler, b) kardeş, arkadaş, müdür, hemşire gibi toplumsal nesneler, c) değerler, inançlar ve haklar gibi soyut nesneler. Farklı kültürlerin bakış açılarıyla değerlendirildiğinde, anlamları olduğu gibi kabul edilen fiziksel nesnelerin bile anlamlarının, toplumsal bir kökene dayandığı görülmektedir (Poloma, 1993, s. 229).

İnsanlar, kendileri dışındaki nesneleri tanımanın yanı sıra, kendilerini de nesne olarak görebilme yeteneğine sahiptirler. Örneğin genç bir kadın kendini bir öğretmen, bir eş ve anne olarak görebilmektedir. Bireyin kendisinin bu görüntüsü, bütün diğer nesneler için olduğu gibi, sembolik etkileşim süreci içerisinde oluşmaktadır.

Kolektif eylem, grup üyeleri tarafından, eylemlerinin birbirleri ile ilişkili hale getirilerek, uyum içinde olmalarının sağlanması anlamına gelmektedir. Kolektif eylem, Blumer tarafından, “farklı kişilerce sergilenen farklı eylemlerin toplumsal örgütlenişi” olarak tanımlanmaktadır (Blumer, 1969: 17 aktaran Poloma, 1993, s.230).

Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3781, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2595

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...