Psikososyal Gelişim Kuramı: Erik Erikson’un Kişilik Kuramı
Freud’un benlik kuramında ego, id ve superego arasında bir uzlaşmacı ve arabulucu olarak görev yapmaktaydı.
Erikson egonun, yani benlik kavramının da kendisine has bazı yapıcı görevlerinin olduğunu ileri sürmektedir. Erikson’a göre ego aslında kişiliği oluşturan güçlü ve diğerlerinden bağımsız bir yapıdır. Erikson’a göre kimlik bireysellik ve biriciklik duyguları ile beraber geçmiş ve gelecekle bütünleşen ve sürekli bir yapı gösteren karmaşık içsel durumdur (Burger, 2006). Bu sebeple benliğin asıl görevi kimlik oluşturmak ve bunu koruyarak çevre üzerinde egemenlik kurmaya çalışmaktır. İnsanların ne yapacaklarını bilemedikleri değerleri ve hedeflerinin belirsizliği durumunda yaşadıkları kimlik bunalımı güçlü bir kimlik duygusu oluşturamama ile ilintilidir.
Erikson kişilik kuramında, kişilik gelişimini Freud’un aksine yetişkinlik dönemine kadar sürdürmektedir. Freud çocukluktaki ilk yaşantıların sonraki dönem yaşantılar ve kişilik gelişimi üzerinde etkili olduğunu vurgularken, Erikson kişilik gelişiminin yaşam boyu devam ettiğini savunur. İnsanlar bu kişilik gelişimi boyunca önemli sekiz ayrı dönemeçte önlerine çıkan iki ayrı seçenekten birini seçmek durumunda kalırlar. Bu dönemeçlerde bireyler seçecekleri yol ile ilgili kararlar verirken bunalımlar yaşayabilirler. Bireyin verdiği kararlar kişilik gelişimini etkiler ve birey verdiği karara bir uyum gerçekleştirir. Bu durum da bir sonraki aşamada nasıl karar verileceğini ve bireyin izleyeceği yolu şekillendirir.
Erikson’un ortaya koyduğu kişilik gelişimindeki önemli dönemeçleri daha detaylı olarak ele almak faydalı olacaktır.
Konu Başlıkları
Temel güvene karşı güvensizlik
Bebekler yaşamlarının ilk yıllarında çevrelerindeki insanlara bağımlı olduklarından, onlara karşı gösterilen sevgi ve bakımın bebekler üzerindeki etkisi çok önemlidir. Ağladıklarında ilgi ve sevgiye ihtiyaç duyduklarında onlara gerekli özenin gösterilmesi, bebeğin dış dünyayı algılama şeklinde etkilidir. Bu önemden dolayı bu süreç, kişilik gelişimin dönüm noktalarından birini oluşturmaktadır. Çevresinden yeterli ilgi ve özeni gören, bu sayede temelde güven duygusunu oluşturan bebekler için dünya artık güvenli bir yerdir. Bu bebek için diğer bireyler sevecen ve insancıldır ve dolayısıyla diğer insanlarla beraber olmakta bir sakınca yoktur. Çevrelerinden ilgi ve sevgi görmeyen bebeklerde temelde yaşadıkları güvensizlik duygusuyla beraber içe kapanma, yabancılaşma, diğerlerine güvensizlik gibi özellikler sergilenir.
İlk dönem, doğumdan bir buçuk yaşına kadar süren bir dönemi kapsar. Freud’un önerdiği gelişim dönemlerinden oral döneme denk düşer. Bu dönem de haz bölgesi ağızdır. Belli başlı davranış biçimi olarak emme ya da içine alma gösterilebilir. Bebek bu dönem de etrafındaki uyarıcıları içine almaya çalışır. Bunu hem emme biçiminde hem de diğer duyu organlarıyla yapmaya çalışır.
Bebeklerin güven veya güvensizlik duyguları geliştirmelerinde; beslenme, ilgi, sevgi, şefkat gibi temel ihtiyaçlarının yeterince ve zamanında karşılanıp karşılanmadığı önemlidir. Yaşamın ilk yılında hayatta kalabilmek için bağımlı olduğu ana-babasının ya da onların yerine geçen kişilerin bebeğin temel gereksinimlerini düzenli bir biçimde karşılayıp karşılayamamaları, bebekte insanların güvenilir ya da güvenilmez oldukları biçiminde bir duygunun yerleşmesine yol açmaktadır. Eğer bebeğin ana-babası ya da onların yerine bakımını üstlenen kişiler, bebeğin beslenmesi, sevilmesi, rahatı ve güvenliğinin sağlanmasında tutarlı bir biçimde gereken titizliği gösterirlerse, bebek de diğer insanların ve kendi dışındaki dünyanın güvenilir olduğunu özümseyecektir. Aksi hâlde bebek, daha yaşamın ilk yılı içinde çevresindeki insanlara güvenmemeyi öğrenecek, muhtemelen bu dönemde öğrenmiş olduğu güvensizlik duygularını giderek tüm insanlara genelleyecektir.
Bu dönem uygun şekilde geçirilmediği takdirde, ağızla ve içe almayla ilgili bir takım davranışlar sıklıkla görülebilir; sigara içme gibi. Erikson’a göre bebekler anne ya da bakıcılarının davranışlarında güvenilebilirlik sezdikleri zaman onlara karşı temel bir güven duygusu geliştirirler.
Eğer bir çocuk annesi yanından ayrıldığında gereksiz bir korkuya kapılmaksızın sakin bir vaziyette durabiliyorsa, bu onun annesine karşı temel güven duygusu geliştirdiğinin bir göstergesidir. Aksi hâlde bebek, ihtiyacı olmasa bile annesi yanından ayrılır ayrılmaz ağlamaya başlar. Burada “Sana güvenmiyorum, beni bırakıp gideceksin, daha önce de böyle yapmıştın.” mesajı vardır. Temel güven duygusundan yoksun yetişmiş olan çocuklar, ileriki hayatlarında sosyal ilişki kurmaktan çekinen kendine güvensiz kişiler olabilirler. Ancak, kişi daha sonraki dönemlerde bu eksikliğini telafi edebilirse sağlıklı sosyal ilişkiler kurabilen ve kendine güvenen bir insanda olabilir. Bu Erikson’un antideterminist yaklaşımının bir sonucudur.
Erikson’un bu görüşünü özetleyecek olursak;
Çevremdekiler bana bakıyor (ilgileniyor), değer veriyor, varlığımı tanıyor. Onların sürekli, tutarlı ve aynı kişiler oluşu güvenilir kesinliktedir. Ben güvenilir bir varlığım. “Ben bana ne verilmişse oyum.” düşüncesi oluşur.
Özerkliğe karşı utanma ve şüphecilik
İki yaşından sonra bebekler çevreyi keşfedip kendilerini çevrelerindeki diğer nesnelerle karşılaştırırlar. Freud’un kuramında kişilik gelişiminde anal döneme denk gelen bu aşamada yürümek, tutunmak ve tuvalet alışkanlığını kazanmada çocuk için kontrol önemlidir. Çocuğun çevresini ne ölçüde kontrol ettiği ya da çevresi tarafından ne ölçüde kontrol edileceği bu süreçte şekillenir ve çocuk bu evreyi eğer çevrede kontrol kuracak şekilde atlatırsa özerklik duygusunu kazanarak tamamlar. Bu sayede kendisini bağımsız ve güçlü hisseden çocuk ilerleyen yaş dönemlerinde önüne çıkan engelleri aşmada kendi yolunu bulabilme adına avantajlı konuma gelir. Bu süreçte çocukların çevrelerini keşfetmelerine imkan vermeyen, çocukları üzerinde aşırı korumacı bir tavır sergileyen anne babalar çocuklarının utanç ve şüphe duygusunu geliştirmesine sebep olurlar. Bu durum da çocukların diğer bireylere bağımlı kendilerine güvenmeyen çocuklar olmalarına yol açar.
İkinci dönem bir buçuk yaşında başlayıp üç yaş civarında biten ve Freud’un anal dönemine karşılık gelir. Anal dönem haz ve ilginin dışkılama ve bırakma davranışlarını yoğun bir şekilde kullanır. Bu dönemde haz kaynağı dışkı bölgesi ve ilgili bu iki davranış biçimidir. Erikson bu davranış biçimini tutma ve fırlatma olarak geniş anlamda ele almaktadır. Bu dönem tuvalet eğitiminin ağır bastığı dönemdir. Bu dönemde yetişkinlerin çocuklar üzerinde baskı kurdukları bir konu da tuvalet eğitimidir. Erikson bundan “tuvalet eğitimi savaşları” şeklinde söz etmektedir. Tuvalet eğitiminde cezalandırıcı ve utandırmaya yönelik bir tutum izleyen ana babalar, çocuğu utanma ve şüphe duygularına yöneltmektedir. Aşırıcı koruyucu, kısıtlayıcı ve cezalandırıcı ana baba tutumu da özerkliği engelleyen etkenler arasındadır. Aynı zamanda bu dönem inatçılık dönemidir.
Bu dönemde çocuklar inatla bir şeyi ellerine alır, inatla onu savunur ve korur veya istemedikleri şeyleri de inatla fırlatır, atarlar. İstemedikleri şeyi tutturmak da istedikleri şeyi ellerinden almak da zor olur. Çocuklar genellikle bu iki davranışı birbirlerinden ayırmazlar. Yani çocuk hem alır hem atar. Şimdi aldığı bir şeyi hemen de atabilir. Çocukların özerklik veya kuşku ve utanç duyguları geliştirmelerinde yaptıkları eylemler karşısında aşırı ölçüde kısıtlama ve aşırı ceza görüp görmedikleri önemlidir. Birinci yaş ile üçüncü yaşlar arasını kapsayan bu dönemde, uygun bir bakım ile temel güven duygusunu edinmiş olan bebek, artık kendi davranışlarının kendine ait olduğunun farkına varmaya başlar. Yürümeyi ve koşmayı öğrenmiş olması artık annesinden bağımsız hareket etmeye başlamasına olanak vermekte ve böylece bebek bağımsızlık duygusu içinde kendi irade ve isteğiyle girişimlerde bulunabilmektedir. Eğer ana-babalar bebeğin böylesi girişimlerinde aşırı ölçüde kısıtlayıcı davranırlarsa ve çocuğu çeşitli eylemlerinden dolayı şiddetli bir biçimde cezalandırırlarsa, çocuk tasarladıklarının ana-babası tarafından beğenilmeyeceğinden kuşku duymaya başlar. Bu yüzden bu dönemde ana-babaların, çocukların özerk bir biçimde bağımsız davranmaktan zevk aldıklarını bilerek, çocuğun davranışlarını kısıtlamak yerine, daha bağımsız ve özerk davranabilmelerine yönelik önlem almaları ve çocuklarını böyle davranışlar göstermeye teşvik etmeleri gerekir. Bunun yanı sıra aşırı kontrol ve ceza kadar aşırı koruyucu ve hoşgörülü tutum ve davranışlardan da kaçınmalı, çocuğa kendi eylemlerini kendisinin kontrol edebilmesini öğretmelidirler. Yaptığı her eylem ve başlattığı her girişimde anne – baba müdahalesi ile karşılaşan bir çocuğun kendi yeteneği hakkında kuşkuya kapılması ve davranışların çevresindeki yetişkinlerce yanlış olarak değerlendirilebileceği endişesi içinde utanç duyguları geliştirmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu dönemde çocukta “Ben ne olacaksam oyum.” düşüncesi oluşur.
Girişkenliğe karşı suçluluk duyma
Çocukların diğer çocuklarla etkileşim halinde olması ve sosyal dünyaya adım atmaları çatışma ve zorlukları beraberinde getirir. Bu süreçte çocukların bu sorunları çözme becerileri oyun arkadaşları ile olan ilişkileri, oyunlarda aldıkları rollerle çocuklarda girişkenlik duygusunun geliştiği gözlenebilir. Girişkenlik duygusunu geliştiremeyen çocuklar sosyal ortamlardan geri çekilerek suçluluk duygusu geliştirirler.
Üçüncü dönem üç ile altı yaş arasını kapsar. Freud’a göre fallik dönemdir. Fallus erkek cinsel organı anlamına gelir. Dolayısıyla, bu dönemde kişinin dikkati, ilgisi ve haz duygusu cinsel organlarına yönelmiştir. Freud, kuramını bu dönemde yaşandığını düşündüğü Oedipus kompleksi üzerine kurmuştur. Oedipus kompleksi, erkek çocuğun annesine karşı (cinsel) bir istek duyması ve babasını rakip olarak algılaması demektir.
Bu dönemde çocuk artık büyüklerin arasındadır ve bahçe, sokak, anaokulu gibi yeni yaşam alanlarına açılır. Kendi başına öğrenmeye başlar, bir şeylerin ardından gider ve merakla inceler. Kendi başına girişimlerde bulunur. Çocuğun bu konuda gelişebilmesi; girişimlerinin ne denli desteklendiğine ve merakının giderilmesinde ona ne oranda yardımcı olunabildiğine bağlıdır. Eğer davranışlarından ve ilgilendiği konulardan ötürü eleştirilirse, bulunduğu girişimlerden ötürü suçlanma eğilimi gösteren bir kişilik özelliği geliştirir. Doğal merakından dolayı çok sık azarlanan ve engellenen çocukta, suçluluk duygusu gelişmektedir. Girişkenliğinden ötürü ebeveynleri ve öğretmenleri tarafından cezalandırılan çocuk, gerek bu dönemde gerekse yaşamın gelecek dönemlerinde yaptıklarının yanlış olduğunu düşünüp suçluluk duyabilir. Ancak, çocuğun her yaptığı şeyin onaylanması da ahlak gelişimini olumsuz etkileyebilir. Bu durumda, çocuğun yapması ve yapmaması gerekenler konusunda bir denge kurularak girişkenlikleri desteklenmelidir.
Girişkenliğe karşı suçluluk dönemindeki çocuk kendisinin ve aile üyelerinin rollerini daha açık bir şekilde kavramaya başlar. Çevresindeki bireylerle yakın ilişkiler kurar ihtiyaçlarını karşılarken daha aktif ve saldırgandır. Cinsiyet organları konusunda bazı meraklarını gidermek çabasındadırlar. Üç ile altı yaşlarındaki çocuklar motor becerileri geliştiği için sosyal ilişkilere daha fazla katılırlar. Bunun yanı sıra merak ve araştırma duygularını tatmin etmek için çeşitli faaliyetlerde bulunurlar. Bu faaliyetlerde başarısız olurlarsa suçluluk duygusu geliştire bilirler. Çocuğun yaptığı işlerin yetişkinler tarafından engellenmesi, ana babanın yanlış eğitim yöntemleri kullanması da suçluluk duygusuna yönelten etkenler arasındadır.
Girişimciliği engellenmiş, suçluluk duyguları gelişmiş olan bu dönem çocukları daha ürkek, pasif, bağımlı olabilmekte ve yoğun yetersizlik duyguları gösterebilmektedir. Sorumluluk duygusu geliştirebilmiş çocuklar ise daha kontrollü hareket ederler ve daha özerk davranışlar gösterebilirler. Çocuk bu dönemde “Hayal ettiğim şeyi olacak kişiyim.” inancına sahiptir.
Başarıya karşı aşağılık duygusu
İlkokula başlayana kadar her işi başaracağım düşünen çocuk okula başladıktan sonra kendisini çevredeki çocuklarla rekabet içersinde olduğu farklı bir ortamda bulur. Ailesi ve çevresi tarafından diğer çocuklarla kıyaslanma, öğretmenin ilgisini kazanma, diğer çocuklar tarafından sevilme isteği gibi unsurlar, çocuk için yeni sorunlar demektir. Çocuk da aynı zamanda kendisini diğer çocukların özellikleri ile karşılaştırır. Bu süreçte kendisini başarılı olarak gören çocuk ileriye dönük olarak toplumda başarılı ve mutlu olma yolunda adım atmış olur. Bu süreç ergenlik dönemi öncesi çocuğun başarma duygusunu kazanması açısından önemlidir. Bu tarz bir duyguyla beraber kendisine ilişkin sağlıklı inanç gerçekleştiremeyen çocuk, ilerleyen yıllarda aşağılık duygusu beraberinde, kendi yeteneklerinin farkında olamayan bir tavır sergiler.
Dördüncü dönem Freud, kuramını cinsellik ve özelde çocuk cinselliği üzerine kurduğu için bu dönemi de cinsellik açısından yorumlamaktadır. Bu dönemde cinsellik örtülür. Bu yüzden Freud bu döneme örtülü (latent) dönem adını vermiştir. Hakikaten, çocuk bu dönem de cinsel meraklarını ansızın unutur, hatta karşı cinsi düşman cins ilan eder. Çocuklar bu dönemde kendi cinsleri ile bir araya gelir ve oynarlar.
Bu dönemde çocuk, yaşantılarından bazı sonuçlar çıkarabilecek biçimde düşünmeye başlar, yetişkinlerin kullandığı alet, araç vb. şeyleri kullanma denemelerine girişir. Sürekli etkinlik durumundadır; yapar oluşturur ve ortaya çıkarır. Bunları kusursuz bir biçimde gerçekleştirebilmek için ciddi çabalar harcar. Eğer bu çabalarına karşı çıkılırsa yaptıklarının değersizliğine inanır ve aşağılık duygularına kapılır.
Bu dönemde çocuğun beceri kazanmasına ya da aşağılık duygularına kapılmasının tek nedeni ana-baba olmayabilir. Erikson, Freud’dan farklı olarak okul yaşantısının da çocuğu bu yönde etkilediği görüşündedir. Ana-babanın sağlayamadığı destek bazen okuldan gelebileceği gibi, evinde ana-babası tarafından beceri kazanmaya teşvik edilen çocuk, okulda kendine olan saygısının azalmasına neden olabilecek öğretmen tutumlarıyla karşı karşıya kalabilir.
Ana-baba ve öğretmenlerince başarıları desteklenerek başarma güdüsünü doyurabilen bir çocuk; “Ben başarılıyım.”, “Yapabiliyorum.” dedikçe kendine güveni daha da artacak, bu durumun doğal bir sonucu olarak giderek daha fazla çalışacak daha fazla başaracak, sonuçta çalışmaktan ve başarmaktan zevk alan bir kişilik özelliği geliştirebilecektir. Buna karşın yapabildikleriyle bir türlü yetişkinlerin beğenisini ve takdirini kazanamayan, kendisini başarılı bulsa bile, ana-babasının farklı ve üst düzeydeki başarı beklentileriyle karşı karşıya kalan çocuk, yetişkinlerin bu davranışları doğrultusunda kendini yetersiz ve başarısız olarak algılayacaktır. Bu durumda çocukta aşağılık ve yetersizlik duygularının hâkim olduğu bir kişilik yapısı oluşturacaktır. Erikson bu dönemi çalışkanlık duygusunun edinildiği dönem olarak tanımlamıştır. Bu dönem okuma, yazma, hesap gibi temel konuların öğrenildiği dönemdir. Çocuk bu bilgileri edinirken kendi ile aynı yaşlarda olan diğer çocuklarla kendini karşılaştırır ve kendisinin çalışkan olup olmadığına karar verir. Her ne kadar genel olarak çocuğun bu şekilde başkaları ile karşılaştırılmaları tavsiye edilmez ise de gerek öğretmen, gerek ana baba gerek tanıdıklar gerekse çocuğun kendisi onu başkaları ile karşılaştırır. Eğitimciler, çocuğun başkaları ile değil, kendi başarıları ile değerlendirilmesi ve karşılaştırılması; çocuğun yanlışlarının değil, doğrularının üzerinde durulması gerektiğini söylerler. Ayrıca herkesin iyi yaptığı iş vardır, önemli olan bu işin bulunmasıdır. O zaman çocuğun aşağılık duygusu edinmemesi sağlanabilir.
Kimlik kazanmaya kaşı rol karmaşası
Ergenlik dönemini kapsayan bu süreç bireylerde farklı olarak algılanmaktadır. Kimi bireyler bu dönemi oldukça sıkıntılı yaşarken kimi bireyler ise aile ve çevre desteği ile bu dönemi daha kolay atlatabilmektedir. Bu dönem boyunca “Ben kimin?” sorusunu kendisine soran birey kendisi ile ilgili doğru değerlendirmeler yapar ve yeni rollerini sorgular. Çevrenin kendisine yüklediği yeni rolleri, dinsel ve çevresel değerleri algılayarak doğru bir kimlik duygusu geliştirebilir. Eğer bu kimlik duygusunu geliştiremez ve yeni edindiği rollere ilişkin sıkıntı yaşarsa rol karmaşası yaşayabilir. Kimlik arayışı sürecinde bireyler yeni gruplara girebilir, farklı görüşleri şiddetle savunabilir, alkol ve uyuşturucuya yönelebilir. Bu dönem içerisinde kimlik geliştirmede yaşanan başarısızlık, bundan sonra yaşanacak diğer dönemlerin de kimlik açısından sıkıntı yaratmasına sebep olabilir.
Kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası dönemi on iki on sekiz yaş arasını kapsar. Ergenlik dönemi sırasında “Ben kimim? “ sorusu çok önemli hale gelir. Ergen, bu soruyu cevaplarken ana babasından çok, akran gruplarından etkilenir. Hızlı bir fizyolojik ve fiziksel değişme içindeyken aynı zamanda gelecekteki eğitimi, kariyeri hakkında yeni kararlar verme baskısı, daha önce oluşturduğu psikososyal kimliğini gözden geçirmeye zorlar. Ergenlik dönemi değişme zamanıdır. Yaşamın bu döneminde ergen, kişiliği için bir kimlik geliştirmeye çalışır. Bu dönemde dış görünüm önem kazanır. Görünümüne gösterdiği ilgi benliğin oluşmasına yardımcı olur. Kimliğini arayış çabası içinde, kahramanlara, dinî konulara, öğreti ve ideolojilere, karşı cinsten kişilere ilgi duyar ve tutkunluk gösterir. Kararsızlık ve şaşkınlık bu dönemdeki gençlerin dayanışma grupları oluşturmasına neden olur. Bu dönemde ergen, çocuklukta öğrenmiş olduğu kurallarla, yetişkinin geliştirmesi gereken değer yargıları arasında bocalar. Ergen, bu dönemde arayış içindedir ve akran gruplarına körü körüne güvenir. Bu nedenle ergen, akran grupları istediği için antisosyal davranışlar gösterebilir. Ergenin cevap bulması gereken birçok soru vardır. Bunlardan bazıları, “Çocuk mu, yoksa yetişkin miyim? “ ,“Bir gün anne ya da baba olacak mıyım, başarılı mı, yoksa başarısız mı olacağım?“ vb. bütün bu soruları ve duyguları açıklığa kavuşturmada, çözümlemede öğretmen ve ana babalar, ergene yardım edebilirler. Öğretmen ve ana babalar, ergene bir yetişkin olarak davranmalı; onunla sevgi ve saygı temeline dayalı bir dostluk kurmalıdırlar. Ergenin sağlıklı bir şekilde kimliğini kazanmasında, çevresinde uygun özdeşimler kurabileceği (model alabileceği ) yetişkinlerin bulunması önem taşımaktadır.
Bireyin olumlu bir kimlik duygusu geliştirebilmesinde daha önceki gelişim dönemlerinde kazanmış olduğu kişilik özelliklerinin önemi büyüktür. Bununla birlikte gerek ana-babalar ve öğretmenler gerekse gencin çevresindeki diğer önemli gördüğü bireyler, ergenlerin yeni yeni rolleri araştırmalarına izin vermeli, bu tür yeni rollerin sağlıklı bir biçimde araştırılması ile yaşamlarında daha olumlu yönelimlerle daha olumlu bir kimliğin başarılabileceğini unutmamalılar.
Bu dönemde benmerkezci düşünce yeniden başlar “Ergen Egosantrizmi”. Kendi düşünce ve inançlarının en doğru ve en orijinal olduğunu sanır. Ergen herkesin kendisini izlediğini ve kontrol etmek çabasında olduklarını sanır. Herkes benimle uğraşıyor diye düşünür. Erikson’a göre bu dönemde ergen başarılı bir şekilde kimlik kazanma sorununu çözerse kendine güvenen, kendinden emin bir kişi olarak yaşamını sürdürebilir ve başarılı olur. Aksi durumda ise rol karmaşası, yaşamın gelecek dönemlerinde de bu kriz çözümleninceye kadar sürecektir.
Yakınlık kurmaya kaşı soyutlanma
Ergenlikten yetişkinliğe geçişte yaşanan sorunlardan biri de diğer bireylerle samimi ilişki kurabilmekle ilgilidir. Özel ilişki arayışı içerisindeki bireyler, kendilerine yakın olabilecek, duygusal olarak paylaşım sağlayabilecekleri bireyleri ararlar. Bu durum bazı zamanlarda evlilik ve duygusal ilişkilere giden süreci başlatır. Bu tarz bir duygusal yakınlaşmayı başaramayan bireyler duygusal soyutlanma içine girerler. Diğer insanlarla beraber olmaktan kaçma ve bekar olmanın daha sürdürülebilir bir yaşam tarzı olduğuna inanışla beraber bu yaşam tarzından vazgeçememek bireyin duygusal olarak olgunlaşmasının önünde engel oluşturabilir.
Ergenlik dönemindeki kimlik kazanma çabaları bu dönemde büyük ölçüde ortadan kalmaktadır. Genç, artık çevresindeki insanlarla yakın ilişkiler kurmaya ve sorumluluk almaya hazırdır. Bu dönemde dostluk sevgi ve cinsiyet ilişkileri önem kazanmaktadır. Birey bu ilişkileri içinde bulunduğu toplumun kuralları çerçevesinde yürütmeye çalışmaktadır. Çünkü artık daha gerçekçi olmaya başlamış ve toplumla arasındaki çatışmaya bir son vermiştir. Kurulan dostluklar ve arkadaşlıklar daha gerçekçi temellere oturtulur ve yapılan işlerde bir süreklilik görülür. Duygusal yapıdaki oynaklık yerini bir sükunete bırakır. Bu dönemde karşılaşılan meselelerden biri de eş seçimidir. Birey ergenlik dönemindeki karşı cins anlayışını bir kenara bırakarak, gerçek sevgiye ve paylaşmaya dayalı bir evlilik yapma isteğini taşır. Bu dönemde dikkati çeken bir başka konu da meslek seçimidir. Kişi kendi yeteneklerine ve kişiliğine uygun bir meslek seçme arzusundadır. Arkadaşlık kurma, evlilik ve meslek seçimi gibi konularda başarısız olan bireyler, yakın ilişkiler kurmadıkları için yalnızlığa düşer ve kendilerini mutsuz hissederler. Çevrelerindeki insanlarla kurdukları ilişkiler yalın ve yüzeyseldir.
Üretkenliğe karşı durgunluk
Orta yaş dönemlerinde bireylerin görevi bir sonraki nesli yetiştirmek, onları biçimlendirmektir. Bu dönemde birey toplumda kendi çocukları ya da diğer gençlerle olan etkileşimlerinde toplumun ya da kendisinin birikimlerini aktan. Bireylerde bu davranış biçimiyle birlikte üretkenlik duygusu gelişir. Yeni nesli yetiştirmek bazı yetişkinler için hayatın anlamı olarak nitelendirilebilir. Hayatına bu anlamı katamayan yetişkinlerde çocuk yetiştirme sıkıntı verici bir durum olarak da algılanabilir. Üretkenlik duygusunu yaşayamayan yetişkinler boşluk duygusu ile beraber durgunluk yaşayabilirler.
Bu dönem, orta yetişkinlik yıllarını kapsar. Kişi önceki evreleri başarılı olarak atlatmışsa bu dönemde üretken, verimli ve yaratıcıdır. Çocukları yoluyla neslini devam ettirmek önem taşır. Kişi evi dışında da topluma yararlı işler yapabileceği, kendinden sonraki kuşaklara rehberlik edebildiği sürece üretkendir. Bunlardan mahrum olan bireyler üretkenliğin aksine bir işe yaramama duygusuna kapılabilir ve durgunluk dönemine girebilirler. Sahte, köksüz ilişkiler kurar kendi doyumunu ve çıkarını öncelikle gözetirler. Bu dönemdeki krizi, bireyin olumlu bir şekilde atlatmasında evini, işini paylaştığı kişilerle, yani çevresinde yoğun etkileşimde bulunduğu bireylere önemli roller düşmektedir. Bireye, işe yaradığı, toplum için, başkaları için gerekli olduğu duygusu yaşatılmalıdır. Ev ve ev dışındaki çalışmaları ödüllendirilmelidir.
Benlik bütünlüğü ya da umutsuzluk
Bireylerin yaşlanıp geriye dönük olarak yaşamlarını değerlendirdiklerinde yaşayacakları bunalımla beraber umutsuzluk ya da bir benlik bütünlüğü yaşamaları durumu söz konusudur. Geçmiş yaşamdan duyulan memnuniyet bu evrede bireylerde bütünlük duygusunun yaşanmasına neden olacaktır. Artık hayatının son dönemini yaşadığına dair inançla birlikte, bireyde düşünce olarak son günlerin getirdiği umutsuzluk yaşanabilir. Geçmişte yapılan hataları düzeltme yolunda bir şansın kalmamış olması, “keşke daha farklı yaşasaydım” gibi düşünce tarzının getirdiği umutsuzluk dolu bakış açısı bu bireyin diğer insanlarla olan ilişkisinde nefret ve bezginlik unsurlarının ortaya çıkmasına neden olur.
Bu dönem, insan hayatının yaşlılık dönemini kapsar. Hayatının bu son döneminde birey önceki dönemlerde yaptıklarının bir muhasebesini yapar ve bir senteze ulaşmaya çalışır. Bu amaçla anlamlı ve değerli bir hayat geçirip geçirmedikleri konusunda öz eleştiri yaparlar. Bilhassa bir önceki dönemde üretken olmuş insanlar bu dönemi daha rahat geçirebilir. Böyle kişiler geçmişte yaptıkları iyi ve kötü şeyleri kullanabilir ve bütünlüğe ulaşabilir ve kendilerini kabul ettikleri ve başkalarından da kabul gördükleri için mutludurlar. Buna karşılık üretken olamamış kimliğini bulamamış kişiler hayatlarını boşa geçirdiklerini düşünerek umutsuzluğa düşerler. Umutsuzluk içindeki bir yaşlı ölümden korkar, uyumsuz bir insan olur ve “Keşke geçmişte şöyle yapmasaydım.” düşüncesi ağırlık kazanır. Bireyler bu dönemde daha dindarlaşır, hacca gider, dinî etkinliklere daha sık katılmaya başlarlar.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı