Sigmund Freud
Sigmund Freud; psikanalizin babası, fizyolog, tıp doktoru, psikolog ve yirminci yüzyılın başlarındaki en etkili düşünürlerden biridir.
Başlangıçta Joseph Breuer ile yakın çalışma arkadaşı olan Freud, aklın karmaşık bir yapıya sahip bir sistem olduğunu ve bunun yapısal olarak incelenmesinin psikolojinin görevi kapsamında bulunduğunu ileri sürmüştür.
Sigmund Freud bilinçaltı, enfantil cinsellik ve bastırma kavramlarını ortaya atmış ve derinleştirmiş, aklın yapısına ilişkin üç yönlü bir açıklama önermiştir. Bunların hepsi de insanın psikolojik gelişiminin anlaşılması ve anormal zihinsel durumların sağaltılması için kökten yeni bir kavramsal ve terapötik referans çerçevesi oluşturur. Psikanalizin bugün birçok yönden ele alınan bir disiplin olsa da neredeyse tüm temel yönleriyle doğrudan Freud’un ilk çalışmalarına dayandırılabilir.
Freud’un insan davranışlarını, rüyaları ve hatta kültürel eserleri her zaman örtük sembolik anlamlara sahip olarak ele alan yenilikçi yaklaşımının olağanüstü ölçüde yaratıcı olduğu kabul edilmiştir. Sigmund Freud ayrıca psikoloji, antropoloji, göstergebilim ve sanatsal yaratıcılık ile estetik değer gibi birçok alanda günümüzde de gücü devam eden büyük etkiler bırakmıştır. Bununla birlikte, Freud’un en önemli ve sıklıkla yinelenen savı olan “psikanaliz ile başarılı bir ruh bilimi yaratma” iddiası, eleştirel tartışmaların ve ihtilafların konusu olmaya devam etmektedir.
Sigmund Freud kimdir?
Freud 1856’da Frieberg, Moravya’da doğmuş; fakat dört yaşındayken hayatının son yıllarına kadar yaşayacağı ve çalışacağı Viyana’ya ailesiyle beraber taşınmıştır.
Freud’un ilgi alanlarının ve mesleki eğitiminin kapsamı çok geniştir. Kendisini her zaman her şeyden önce insanın bilgi alanını genişletmeye çalışan bir bilim insanı olarak gören Sigmund Freud bu amaçla 1873 yılında Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesine kaydolmuştur. Çalışmalarını başlangıçta biyoloji üzerine yoğunlaştırmış ve üniversitedeki Fizyoloji Laboratuvarı’nın yöneticisi olan büyük Alman bilim insanı Ernst Brücke’nin yanında altı yıl boyunca fizyoloji araştırmaları yapmış, daha sonra nöroloji alanında uzmanlaşmıştır.
Tıp diplomasını 1881’de alan Sigmund Freud 1882’de nişanlandıktan sonra Viyana Merkez Hastanesi’nde doktor olarak maddi açıdan tatmin edici bir işe başlamıştır. Evlendikten sonra, teorilerini ve çığır açan tekniklerini dayandırdığı klinik verilerin çoğunu kendisine kazandıracak olan özel bir psikoloji kliniği kurmuştur.
Freud 1885-1886 aralığındaki bir yılın büyük bir kısmını Paris’te geçirdi ve burada histeri ve diğer anormal zihinsel durumları tedavi etmek için hipnotizmayı kullanan Fransız Nörolog Jean Charcot’nun çalışmalarını takip etti. Viyana’ya döndüğünde hipnozu kendisi de denedi; ancak hasta üzerinde bunun olumlu etkilerinin uzun sürmediğini gördü.
Freud histerik bir hastayı semptomların ilk ortaya çıkışları hakkında konuşmaya teşvik eden Viyanalı meslektaşı ve arkadaşı Josef Breuer’in çalışmalarının, semptomları kimi zaman kısmen de olsa ortadan kaldırdığını keşfetti. Breuer ile birlikte çalışmalarını sürdüren Freud, pek çok nevrozun (fobiler, histerik felç ve ağrılar, bazı paranoya türleri) kökeninin hastanın geçmişinde meydana gelmiş ancak artık unutulmuş ya da bilinçten gizlenmiş derin travmatik deneyimlere dayandığı fikrini formüle etmiş ve geliştirdi.
Buna göre tedavi, hastanın bu deneyimi bilince geri çağırmasını, hem zihinsel hem de duygusal olarak bununla ciddi bir yüzleşme yaşamasını ve bu yolla nevrotik semptomların altında yatan psikolojik nedenlerin ortadan kaldırmasını sağlamaktaydı. Bu teknik ve tekniğin dayandığı teori, 1895 yılında Freud ve Breuer tarafından ortaklaşa yayınlanan Studies in Hysteria‘da duyurulmuştur.
Kısa bir süre sonra Breuer, Freud’un nevrozların cinsel kökenlerine ve içeriğine yaptığı aşırı vurguyu kabul edemeyeceğini fark etmiş ve ondan ayrılmıştır. Sigmund Freud psikanaliz teorisini ve pratiğini geliştirmek ve iyileştirmek için tek başına çalışmaya devam etmiştir. Uzun süren bir kendi kendini çözümleme döneminden sonra 1900 yılında, genellikle en büyük eseri olarak kabul edilen The Interpretation of Dreams yayınlanmıştır. Bunu 1901’de The Psychopathology of Everyday Life ve 1905’te Three Essays on the Theory of Sexuality izlemiştir.
Sigmund Freud‘un psikanalitik teorisi başlangıçta yeterince ilgi görmemiştir. Freud’un önemi ancak 1908’de Salzburg’da düzenlenen ilk Uluslararası Psikanaliz Kongresinin sonrasında genel kabul görmeye başlamıştır. Freud 1909’da Amerika Birleşik Devletleri’ne bir dizi ders vermek üzere davet edilmiştir. Burada verdiği dersler 1916 tarihli Five Lectures on Psycho-Analysis kitabının temelini oluşturacak ve ününe ün katacaktır.
Bu noktadan sonra Freud‘un ünü ve şöhreti muazzam bir şekilde artmış ve Freud ölümüne kadar üretken bir şekilde çalışmaya devam ederek toplamda yirmi ciltten fazla teorik ve klinik çalışma üretmiştir. Ayrıca, bilimsel kanıtların bunu gerektirdiğini düşündüğü durumlarda görüşlerini eleştirel bir şekilde gözden geçirmekten ya da en temel ilkelerinde köklü değişiklikler yapmaktan da kaçınmamıştır. Bunun en açık kanıtı, 1923 tarihli The Ego and the Id (Ego ve İd) adlı çalışmasında tamamen yeni bir üçlü zihin modeli (id, ego ve süper ego) geliştirmesidir.
Başlangıçta Adler ve Jung gibi düşünsel niteliğe sahip takipçilerinin ilgisini çekmekten büyük bir memnuniyet duyan Sigmund Freud her ikisi de rakip psikanaliz okulları kurduklarında hayal kırıklığına uğramıştır. Böylece psikanaliz akımındaki ilk bölünmeler ortaya çıkmıştır.
Sigmund Freud dikkate değer bir canlılık ve yaratıcı üretkenlikle geçen hayatının ardından 1939’da İngiltere’de sürgündeyken kanserden ölmüştür.
İlgili konular: