Diyalektik Materyalizm
Diyalektik materyalizm; doğada ve tarihte belirleyici olan süreçlerin, kendi içlerindeki karşıtlık yoluyla oluştuğunu ve bütün olayların bu maddi temelli ilişkilerle açıklanması gerektiğini savunan felsefi görüştür. Diyalektik materyalizm, tarihsel materyalizm ile birlikte Marksist dünya ve tarih görüşünü oluşturur.
Doğanın ve toplumun diyalektik bir süreç olarak gelişimi düşüncesi Marx ve Engels’in maddeciliğinde özsel bir noktadır. Bu nedenle bu materyalist anlayış kendini öteki materyalist anlayışlardan ayırmak üzere diyalektik materyalizm olarak ayrımlaştırır.
Marx ve Engels’in birincil kaygıları kendi diyalektik anlayışlarını Hegel’inkinden ayırmak olmuştur. Hegel bilindiği gibi bu süreci mutlak düşüncenin öz-gelişim süreci olarak kabul etmişti. Böyle olunca diyalektiğin doğadaki ve insan tarihindeki devinimi; düşüncenin, ideanın deviniminin yansıması ya da fenomenal anlatımı olarak kabul edilmesiyle yorumlandı. Marx ve Engels bu yaklaşımı doğru bulmadılar. Onlara göre tersini düşünmek gerekmekteydi, buna göre diyalektik devinim her şeyden önce doğada ve tarihte geçerlidir. İnsan düşüncesinin diyalektik devinimi sadece maddenin diyalektik deviniminin bir yansımasıdır. Düşünce ve maddesellik arasındaki bu evrilme ya da yer değiştirmeyle Hegel’i ayakları üzerine yerleştirme işini gerçekleştirmiş oldular. Onlar diyalektik yöntem düşüncesini Hegel’den aldıklarını kabul ettiler ve maddeciliklerini de maddeci kuramın daha erken bir örneğine geri dönüş olarak değil, Hegel sonrası maddeciliği olarak nitelemekten kaçınmadılar.
Marx, Feuerbach’a katılarak doğanın zihinselliğe öncel olması düşüncesini onaylamış fakat doğayı hep insan ile ilişkisi içinde anlamlandırmıştır. Bunun anlamı şudur: İnsan kendini önce doğadan ayırdığı ve yine de kendisi ile doğa arasında bir ilişkinin olduğunu anladığı zaman doğa varolmaya başlar. Bilincin ve özne-nesne ilişkisinin doğmasıyla doğa insan için apayrı bir varlık olarak anlam kazanır. Bu, hayvan için söz konusu bile değildir, hayvan doğanın içinde ve doğanın bir parçası olarak yaşar. “İnsan olmak” için insan kendini doğadan ayırt etmeli ve nesnelleşmelidir.
İnsan, kendisinden başka nesneler yoluyla sağlanabilen gereksinimleri olması anlamında, bu gereksinimleri karşılayabilmek için doğaya yönelmiştir. Bunun için etkinlikte bulunması ya da çalışması gerekir. Bu sadece herhangi bir şeyi yapması anlamında değildir. Bir insan eğilip ırmaktan su içebilir, oysa bunu hayvanlar da yapmaktadır. Çalışma, insan doğal bir nesneyi gereksinimlerini doyurmak için bilinçli olarak dönüştürdüğü zaman ve bunu yapmak için araçlar ya da aygıtlar kullandığı zaman gerçek anlamda söz konusu olan bir etkinliktir ve bu etkinlikle gerçek anlamda insan olunur. Şu hâlde insanın doğayla temel ilişkisi üretici etkinliğidir. İnsan temelde ekonomik bir varlıktır. Bu ekonomik insandan başka bir şey olamayacağını söylemek demek değildir.
Bununla birlikte insan ayrıca toplumsal bir varlıktır: kendi hemcinsleriyle ilişki içinde olması varlığına özseldir. Bu yüzden insanın temel üretken etkinliği doğaya karşı olduğu gibi öteki insanlara da karşıdır. İnsanın üretken bir varlık olması tüm öteki yetilerinin önünde yer alır. Bu nedenle Marx’a göre, insan temel olarak düşünen değil, etkin bir varlıktır ve bu etkinlik birincil olarak, maddeye ilişkin üretkenlik etkinliğidir.
İnsanla doğa arasındaki ilişkiler dinamik ilişkilerdir. İnsan gereksinimlerini doyurmak için üretim araçlarını kullanır. Bu yüzden yeni gereksinimler ortaya çıkar, bunların karşılanması üretim araçlarının daha da geliştirilmesine yol açar. Üretim araçlarının gelişmesinde her aşamaya karşılık düşen toplumsal ilişkiler vardır. Üretim araçları ve bu toplumsal ilişkiler arasındaki dinamik etkileşim, tarihin temelini oluşturur. İnsanlık tarihinin diyalektik sürecine geçmeden önce doğadaki diyalektik işleyişe kısaca yer vermek, düşüncenin doğal akışı bakımından uygun olacaktır.
Buna göre Marx, “ilk tarihsel olgu”nun insanın gereksinimlerini giderebilmek için gerekli araçların üretilmesi olduğunu söyler. Ama belirtildiği gibi bu durum yeni gereksinimlere, bunlar üretim araçlarında bir gelişmeye, bu da yeni toplumsal ilişki biçimlerine yol açar. Şu hâlde tarihin ilk nüvesi, sözü edilen bu ilk tarihsel olgudur yani üretim araçlarının ilk üretilişi olgusudur. Tarih bu betimlenen biçimiyle yukarıda da belirtildiği gibi diyalektik yasalara göre işleyen bir süreç gösterir.
Konu Başlıkları
Doğadaki Diyalektik İşleyiş
Engels bu konuyu Doğanın Diyalektiği adlı yapıtında açımlamıştır. Kuşkusuz bu görüşlerle Marx’ın da uyuşum içinde olduğunu kabul edebiliriz. Engels, öncelikle şunu belirtir:
Doğada hiçbir şey değişmez ve durağan değildir, tersine her şey devinim, değişim ve gelişim içindedir. Özellikle doğada üç etmen iş başındadır. Birincisi çoğalma ve ayrımlaşma yoluyla bitki ve hayvan bedenlerinin gelişimini sağlayan hücrelerin bulunması ikinci olarak enerjinin dönüşümü yasası ve üçüncü olarak Darwin’in evrim kuramına uygun olarak evrimleşme sürecinin varlığıdır (Copleston, 1998: 79).
Engels, bilimin verilerini de dikkate alarak doğadaki sayısız değişimlerin karmaşıklığı içinde hüküm süren diyalektik devinim yasalarının, tarihteki olayların görünürdeki olumsallığını yönetenlerle aynı yasalar olduğunu öne sürdü. Bir başka deyişle Marx ve Engels, doğanın ve tarihsel sürecin diyalektik yasalar tarafından yönetildiğinin deneyim tarafından doğrulandığına inanıyorlardı.
Diyalektik Yasalar
Engels, Doğanın Diyalektiği’nde diyalektik yasaları şu şekilde dile getirdi: 1) Nicelik değişimlerinin nitelik değişimlerine yol açması yasası, 2) Karşıtların birliği ve savaşımı yasası, 3) Olumsuzlamanın olumsuzlanması yasası.
Nicelik değişimlerinin nitelik değişimlerine yol açması yasası
Bu yasa oldukça iyi bilinir. Örneğin ısıtılan suyun derecesi yükseldikçe suyun sıcaklığı da artar. Ancak ısısı yüz dereceyi bulan su molekülleri birdenbire sıvı halden buhar hâline geçerler. Tersi de söz konusudur. Yirmi derecelerden başlayarak ısısı adım adım düşürülen suyun ısısı sıfır derece civarına geldiğinde su birdenbire buz kütlesi durumuna dönüşür. Ayrıca bu evrimsel dönüşüm birdenbire bir sıçrama ile bir başka deyişle devrim biçiminde olmaktadır.
Karşıtların birliği ve savaşımı yasası
Burada Hegel’in tez, anti- tez ve sentez basamaklanması açıkça görülebilir: Bu yasa doğadaki ve insan topluluklarının dünyasındaki gelişim süreçlerinin dinamizmine işaret eder. Buna göre bir oluş sürecinde, birbirleriyle savaşım içinde bulunan güçler her zaman birlikte varolurlar. Oluş sürecinin her evresinde birbirleriyle savaşım içinde olan karşıt durumlar bir arada varolurlar. Bu karşıtların savaşımından, bunların her ikisinden de oldukça farklı yeni bir durum doğar. Ancak bu üçüncü durum bile sürekli olarak varolmaz. Onu destekleyen güçler, karşıt güçleri devinime geçirir ve bu süreç bu şekilde sonsuza dek sürüp gider. “Örneğin, sükunet durumunda bulunan ve kendisine bir gücün etki etmeye başladığı bir cismi düşünelim: Cisim bu gücün etkisi altında ivme kazanmaya başlar, onun başlangıçta sıfır olan hızı yavaş yavaş artar. Cismin hızının bir sonucu olarak, harekete neden olan güce karşı etkide bulunan sürtünme ve hava direnci doğar. Harekete neden olan gücün ve onu durdurmaya çalışan sürtünmenin bu savaşımı, sonuçta güç ve sürtünme eşit hâle geldiğinde, başlangıçta ivme kazandırılmış hareketin ani bir harekete dönüşmesini sağlar. Birinin ivme kazandırılmış harekete, diğerinin bir sükunete (eylemsizliğe) karşılık geldiği bu güçlerin savaşımından, sanki onların senteziymişçesine ani bir hareket doğar” (Ajdukiewicz, 2007: 116-7).
Olumsuzlamanın olumsuzlanması yasası
Bu konuda Engels tarafından Anti- Dühring’de bazı örnekler verilmiştir. “Örneğin, çimlendiği ve çıkan bitki büyümeye başladığı zaman, bir arpa tohumu olumsuzlanmış olmaktadır; ardından büyüyen bitki bir tohumlar çokluğu ortaya koyar ki bu durumda kendisi olumsuzlanır. Böylece olumsuzlamanın olumsuzlanmasının sonucu olarak, ortada yine aynı arpa tohumu vardır ama bu kez ilkinde olduğu gibi sayıca bir tek değil, belki otuz kat fazlasıyla vardır ve yine bir tırtıl içinden çıktığı yumurtayı olumsuzlamış olur, bir süre sonra kelebeğe dönüşür ve daha sonra ölümüyle kendisi olumsuzlanır” (akt. Copleston, 1998: 80).
Bu yasaların hüküm sürdüğü doğa tamamlanmış şeylerin değil, akıp giden süreçlerin bir karmaşıklığını yansıtır. Salt doğa değil, insan tarihi de aynı akıp giden süreçsel karmaşık yapı içindedir. Bundan çıkan sonuca göre, insan bilgisi de değişmez ve mutlak bir gerçeklik sistemi ortaya koymaz. Öğrenilmesi ve kabul edilmesi gereken mutlak bir felsefe sistemi de yoktur. Hegel ile felsefenin bir sona ulaştığı öne sürülmüştü. Oysa mutlak bir felsefe olmadığı iddiasıyla Hegel felsefesinin bu yönüne de eleştiri getirilmiş olmaktadır. Bu yüzden Marx ve Engels öncesiz sonrasız gerçeklikler düşüncesine karşı çıkarlar. “İki kez iki dört eder.” “Bir üçgenin üç açısı toplamı iki dik açıya eşittir.” “Hiçbir şey yemeyen insan açlıktan ölür.” Tümcelerinde aktarılan gerçekliklere dikkat çeken Engels, böyle gerçekliklerin varolmalarından, insanlık tarihi alanında sonsuz bir ahlak yasası, sonsuz bir yasa düşüncesi çıkması söz konusu olmadıkça hiç kimse bunları sonsuz gerçeklikler sanı ile onurlandırmaz, biçiminde bir öne sürümde bulunur, daha doğrusu bu tür gerçekliklerle ilgilenmez, demek istemektedir. Bu yüzden Marx ve Engels kendi felsefelerini spekülatif bir felsefe olmaktan çok, bir bilim olarak kabul etmişlerdir. Şimdi de bu bilimi diyalektik tarihsel materyalizm başlığı altında tarih alanında görmeye geçmek uygun olacaktır.
VİDEO: DİYALEKTİK MATERYALİZM NEDİR?
İlgili konu: 20. Yüzyıl Felsefesinde Diyalektik Materyalizm ve Değişim Sorunu
Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım