Dewey’nin Bilim Anlayışı
Dewey bilimin yöntemini, bütünsel düşünme sanatı olarak tanımlar. Ona göre bilim, kültür üzerinde yarattığı etkiler açısından bir anlam taşır. Bilim, yaşamı güzelleştirmek için kullanılan bir araçtır ve değeri, yaşamda ortaya çıkardığı sonuçlarla ölçülür.
Bu nedenle Dewey’in bilim üzerine araştırması bir kavram analizinden çok sonuçlar üzerinde yapılan bir incelemedir. Endüstri devrimiyle beraber gerçekleşen bilimsel ve teknik gelişmeler kültürde çok köklü değişikliklere sebep olmuştur. Bu değişikliklerin su götürmez toplumsal yararları vardır; bu sayede, yeni inançlara karşı gelen güçlü engeller, (dogmalar) aşılmıştır.
Dewey bu durumu kısaca şöyle özetler:
“Dünya artık Yeğun’un güneşi durdurduğuna inanmaz oldu, çünkü Kopernik astronomisi gemiciliğin işine yarıyordu; dünya Aristoteles fiziğini bir yana attı, çünkü Galileo’nun nesnelerin düşüşü ile ilgili kuramı bir top mermisinin yörüngesini hesaplamayı mümkün kılıyordu. Dünya tufan kavramını bıraktı, çünkü maden ocaklarını kazmakta jeolojinin yararını gördü.”
Böylelikle bilimin insanların gözündeki değeri çok fazla artmıştı; çünkü onlara ihtiyaçları olan şeyleri sağlıyordu, yani işe yarıyordu. Bu denli işe yaradığı için de gelişmesi ve kültüre etkisi önceden kestirilemeyecek kadar çabuk ve geniş oldu; fakat bu değişim pek çok problemi beraberinde getirdi.
Aydınlanmacılar, bilimin ilerlemesinin zorba yönetimin temel direği olan bilgisizlik ve kör inançları yok edeceğini düşünmüşlerdi ama öyle olmadı. Bilimin ilerlemesi sermaye birikimini sağladı, güç odakları oluşturdu. Bu odaklarda finans gücüyle bilime yön vermeye başladı. Bilim onların elinde öyle bir silaha dönüşmüştü ki Dewey’in ifadesiyle zorba şeflerin daha önceleri kullandıkları araçlar solda sıfır kalıyordu.58 Amaç halkı güç odaklarının çıkarları doğrultusunda yönlendirip, yönetmekti.
Bunun için bilim iki şekilde fayda sağlıyordu: Birincisi bilimin geliştirdiği teknik olanaklarla propaganda gücüne sahip olmaktı. Yani gazete ve televizyonla her bireye her gün düzenli olarak bilgi propagandası yapılabilmekteydi. İkincisi ise; bilimin saygınlığı dolayısıyla edindiği güçten yararlanarak onu bir sözcü gibi kullanmaktı. Nasıl olsa bilimin söylediği her şey doğrudur, düşüncesi hâkimdi.
Dewey bilimin genel kabul gören bir tanımını şöyle aktarır: “Bilgi, daha doğrusu temellendirilmiş bilgi, bilimdir. O akla uygun olarak düzenlenmiş olguları simgeler.”
Bu tanım kimsenin karşı duracağı bir tanım değildi. Dewey yönlendirmenin bilginin tanımını değiştirerek değil, hangi bilgi üzerinde ne zaman ve ne kadar durulacağına karar vererek yapıldığını şu sözleriyle ifade eder: “Fizik iklim nasıl ve ne çeşit tarım işleri yapabileceğini belirlerse, ‘düşünce iklimi’ de öylece bilimsel çalışmaların tutacağı yolu gösterir.”
Böyle bir yönlendirmenin etkisinde kalmamak için Dewey’in önerisi -her ne kadar imkânsız gibi görünse de- herkesin bilgin olmasıdır. Bununla herkesin doğru olana karar verebilecek kadar bilgi sahibi olması kastedilir. Çok bilgi sahibi olmak genelde insanlar için rahatsız edici bir durumdur. Çünkü pek çok fikirden haberdar olan birey için karar vermeyi zorlaştırır. Dewey bu durumun yarattığı rahatsızlığı şöyle ifade eder:
“İnsanların çoğu kararsızlıktan hoşlanmazlar; kararsızlık katlanılması o denli güç bir şeydir ki, insan kötü sonucu ama sağlam bir bekleyişi, genel olarak, uzun süren bir kuşku durumuna değişmez ‘istekli düşünce’ işte size modern bir terim. Ama, aslında insanlar genel olarak inanmak istedikleri şeye inanırlar; kuşkusuz, çok inandırıcı bir kanıt böyle bir inancı olanaksız kılarsa, o başka. Ama, bilimsel bir tutum dışında, kendi hallerine bırakılan insanlarda sanrılar birer inanç, inançlarda birer dogma olurlar.”
Totaliter yönetimler insanoğlunun bu eğilimini bilimsellik kandırmacasıyla kullanmışlardır. Örneğin Nazi Almanya’sı antropolojide ırk bakımından gerçek olanı yasa katına çıkartmıştı. Yani bilimi kullanarak gerçeği saptırmıştı. İyi eğitimli olduğunu düşündüğümüz Alman Halkı ise bu yalanı kabul etmekte çok hevesli davranmış, sonuçta dünyanın en kanlı savaşlarından biri yaşanmıştı. Bilimsel gelişmeler çok büyük faydalar sağladığı gibi dünyayı yaşanamayacak bir hale getirmektedir. Bu noktada Dewey şu soruyu sorar:
“Acaba bilimsel bilgi insanların değer verdikleri ve ulaşmaya çalıştıklar amaçları değiştirecek güçte midir? Bilimin (elimizin altındaki en sağlam bilginin) isteklerimizi gerçekleştirme gücümüze yardım ettiği belli midir?”
Pragmatizme göre bilimin değerini belirlerken insana faydası esas alınmalıdır.63 İnsan için faydalı olanı, iyi olanı tespit edebilmek için çok geniş bir perspektiften bakmak gerekir. Bu perspektifi de bize felsefe sağlayacaktır. Bilimin ise görevi farklıdır. Dewey bilinim ve felsefenin görevlerini şöyle belirler:
“…evren üzerindeki olguları bulup ortaya çıkartmak istersek, felsefeye değil, doğrudan doğruya matematiğe, fiziğe, kimyaya, biyolojiye, antropolojiye, tarihe v.b. başvurmamız gerektiği apaçıktır. Hangi önermelerin evren hakkında bilgi verdiklerine ve bunların anlamlarının neler olduğuna karar vermek, tek tek bilimlerin işidir. Bununla birlikte doğa bilimsel buluşların bizde evrene karşı nasıl bir tavır takınmamızı talep ettiğini sorduğunuzda ise ortaya felsefi bir soru çıkartmış oluruz.”
Dewey bilimin yalnız teorikle ilgilenen bir yaklaşım olduğunu, pratik sorunlarla ilgilenmenin bilimin saflığına zarar vereceği anlayışını reddeder. Aksine ona göre bilim, yaşam alanında sorumluluk almalı ve sebep olduğu pratik değişimler üzerine düşünmeli, söz sahibi olmalıdır; kendi ahlakını yaratmalıdır. Dewey bu görüşünü şöyle ifade eder:
“Bilim, fizik ve teknik sonuçlarıyla, insanoğullarının tek tek ya da topluluklar halinde birbiriyle olan ilişkilerini belirler. Bilim, bu ilişkileri belirleyecek olan ahlak tekniğini de geliştirme gücünden yoksunsa, o zaman, çağımız kültüründeki çatlak o kadar derinleşir ki, yalnız demokrasi değil bütün uygarlık değerleri de hep birlikte yok olup gider.”
Dewey bilimin güçlendikçe yaşamdan koparılmasını, kendi alanı içinde kendi kendine çalışmaya başlamasını eleştirir. Bilimin yaşamdan ayrı bir alanda çalışmasını sürdürmesi amaçsızdır. Bilim, yaşantıyı açıklayarak ona hizmet etmelidir. Dewey geçmiş felsefelerin tümünü, yaşantıyı ve aklı farklı farklı ele aldıklarını ifade eder. Oysa felsefe de bilimi ve yaşantıyı birbirinden farklı farklı ele almamalıdır. Ona göre denemeye dayalı bilim eskiden anlaşıldığı gibi rastlantıya dayalı bir yığın değildir. Dewey denemeye dayalı bilimi şöyle tanımlar:
“Denemeye dayanan bilim, geçmişin yaşantılarına hizmet eder, yoksa zihnin egemen olunmasına değil. Yaşantıya akla uygun ve anlaşılır bir nitelik vermek için bu tür bilimde akıl, yaşantının dışında değil, yaşantının içinde çalışır. Bilim anlaşılır olmakta olan yaşantıdır. Bu nedenle doğa bilimi, yaşantının özü ve onda yatan olanaklar hakkında insanın anlayışını değiştirmede etkili olur. Böylece aklın özü ve etkisi hakkındaki anlayış da değişir. Bundan sonra da bilim, artık yaşantının dışında, ondan uzak duran, onun üzerinde bulunan yaşamla ilgili olmayan bir alanla uğraşmaz tersine yaşantının içine girer.”
Bilimi yaşamın içine çeken Dewey, eğitimde bilimin nasıl yer alması gerektiği hakkında bir takım önerilerde bulunur. Eğitim felsefesi bölümünde tekrar değineceğimiz bu önerileri kısaca incelemeyi uygun gördük.
Kaynak: YÜKSEK LİSANS TEZİ, JOHN DEWEY’İN EĞİTİM FELSEFESİ, Murat ÖZTÜRK