Aydınlanma felsefesinin laiklik anlayışı
Aydınlanma düşüncesinin temel özelliklerinden birinin de laiklik olması, geleneksel dinsel otoritelerden bağımsız laik bilgiye duyulan ihtiyacı vurgular (Hamilton, 1996: 22-24).
Aydınlanma düşüncesinde metafizik reddedilmiştir; çünkü Bilimsel Devrim’in etkisiyle evrende özsel nedenler aranmaması gerektiğine, olay ve olguların sadece nedensellik ilişkisi içinde açıklanması gerektiğine inanılmıştır. Metafiziğin reddedilmesi de geleneksel otoritelere, özellikle de bilgiyi tekelinde bulunduran tutucu bir otorite olan Kilise’ye karşı muhalefeti gerektiriyordu. Bu çerçevede Aydınlanma düşüncesinde toplumun yönetilmesinde dinî ilkelerin değil, akılcı ve bilimsel ilkelerin geçerli olması gerektiği düşüncesi egemendir. Böylece Aydınlanma düşüncesi ile birlikte doğaüstü olanın yerini doğal olan, dinin yerini bilim, bilginin kaynağı olarak Tanrı buyruklarının yerini doğa yasaları, bilgiyi üretenler olarak da din adamlarının yerini bilim insanları ve düşünürler almıştır. Toplumsal, politik ve dinsel sorunların tümünün çözümü için deneyim ve akıl yüceltilmiştir ve bilimsel bilginin kullanılması yoluyla toplumların ilerleyebileceğine, gelişebileceğine ve mükemmelleşebileceğine inanılmıştır (Bottomore ve Nisbet, 2002:19). Bu çerçevede Aydınlanma terimi toplumun cehaletle dolu karanlık bir uykudan uyanma, aydınlanma sürecini ifade etmek için kullanılmıştır; diğer bir deyişle aydınlanma, aklın ışığının batıl inançlarla dolu karanlık alanları aydınlatması olarak görülmüştür.
Aydınlanma düşüncesinin geleneğe karşı oluşu, evrene, dünyaya ve insan toplumlarına ilişkin dinî metinlere dayanan kavramları çürütmesi anlamına gelir. Aydınlanma düşünürlerinin Kilise’nin bilgisine karşı çıkmaları, Tanrı’ya inanmadıkları anlamına gelmez. Aslında bu düşünürlerin çoğu dinî inançlara sahiptir; ancak bu inanç onların ruhban sınıfına muhalefet etmelerine ve dinsel öğretilerin yerine bilimsel öğretilerin geçmesini istemelerine engel olmamıştır. Burada Aydınlanma düşünürlerinin yapmak istediği, ruhban sınıfının bilgiyi elinde bulundurma ve iletme rolünü ellerinden almaktır; çünkü toplumsal olarak neyin önemli bilgi olduğunu yeniden tanımlamak, bilgiyi din çemberinin dışına çıkarmak ve bilgiye yeni bir anlam yüklemek istemişlerdir. Kilise’nin mucize ya da benzeri kavramları ideolojik olarak kullandığını düşünmüş ve dünyanın bu tip dinsel kavramlarla açıklanmasına karşı çıkmışlardır (Hamilton, 1996: 30-31). Diğer bir deyişle Aydınlanma Çağı’nda din, toplumsal yaşamdan tamamen dışlanmamış, ancak dinin yaşamın tabi olacağı en üstün ilkeleri belirlemesine, bilgiye kaynak olmasına izin verilmemiş, Tanrı ile insan arasındaki ilişki tersine çevrilerek insan Tanrı’ya değil, Tanrı insana bağımlı olarak düşünülmeye başlanmıştır (Vural, 2002:130). Bu açıdan Aydınlanma düşünürleri dinde değişme ve yenileşmenin gerekli olduğunu savunarak batıl inançlardan ve çelişkilerden arındırılmış bir din anlayışı geliştirmişlerdir. Bu yeni anlayışa göre, Tanrı insanın evreni kendi aklını kullanarak anlamasını istemektedir (Çüçen, 2006:31).
Avrupa’da 18. yüzyıla dek dünyanın yaratılışı, insanın dünyadaki yeri, doğa, toplum, insanların görevleri gibi konulardaki bütün bilgiler Hıristiyan Kiliselerinin hâkimiyeti altındaydı. Bu geleneksel anlayışa göre evrenin merkezinde dünya, dünyanın merkezinde de Hıristiyanlık bulunmaktadır. Bu geleneksel bakış açısına göre örneğin, dünya ve cennet birbirine fiziksel olarak bitişikti. Bir başka örnek verecek olursak, Bossuet’nin 1681 yılında yayınlanan ünlü Evrensel Tarih kitabına göre insanlık tarihi, 6000 yıl önce Adem ve Havva’nın Cennet’ten kovulması ile başlıyordu. Tüm evrenin tarihini anlattığını iddia eden bu kitapta örneğin, Çin uygarlığından bir kez bile bahsedilmiyordu (Hamilton, 1996:30). Diğer uygarlıkları inceleyen ve bu uygarlıkların gelişmiş yönlerinden bahseden ilk metinler, Aydınlanma düşünürleri tarafından kaleme alınmıştır.
Kepler ve Kopernik’in 16. ve 17. yüzyıllarda yaptıkları astronomik keşifler, Galileo’nun gezegenlerin hareketleriyle ilgili yaptığı gözlemler, ampirik bilim denemeleri ve gezginler sayesinde uzak ve yabancı toplumlar hakkında daha fazla bilgi edinilmesi gibi etkenler sayesinde, geleneksel evren ve dünya anlayışına karşı çıkılmasını sağlayacak bilimsel ve ampirik bir zemin oluşturmuştur.
Aydınlanma düşüncesi, bu zemine dayanarak dinsel otoriteye bağlı olan yerleşik geleneksel bilgi biçimlerini (örneğin dünyanın yaratılışına ilişkin İncil’e dayalı açıklamaları) yıkıp bunların yerine deneyime ve akla, yani bilime dayanan yeni bilgi biçimleri koymak istemişlerdir (Hamilton, 1996:30).
Avrupa toplumunun geleneksel bir toplumsal düzenden ve dünya hakkında geleneksel bir dizi inançtan yeni toplumsal yapı biçimlerine ve dünya hakkında yeni, modern düşünme yollarına doğru bir değişim geçirmekte olduğunu belirten Aydınlanma düşünürleri, akıl ve bilim sayesinde meydana gelen bu değişimin toplumun daha iyi bir noktaya doğru ilerlemesini sağlayacağını savunmuşlardır.
Aydınlanma döneminde ortaya çıkan bu yeni düşünceler, toplumsal yaşama da yansımıştır. Artan bilgi edinme çabası, 1635’te kurulan Fransız Akademisi (Académie Française) ve 1645’te kurulan Londra Kraliyet Topluluğu (Royal Society of London) gibi bilimsel ve sanatsal çalışmalara adanmış ilk modern akademilerin kurulmasına yol açmıştır. Yine bu dönemde okuma salonları, okuma kulüpleri ve kafeler gibi mekânlar ortaya çıkarak yaygınlaşmıştır. Bu mekânlar insanların bir araya gelerek düşüncelerini paylaştıkları, çeşitli konuları tartıştıkları entelektüel alanlardır. Aydınlanma düşünürlerinin ortak çabası sonucunda ortaya çıkan büyük bir yayın olan Ansiklopedi (Encyclopédie) de Aydınlanma düşüncesini yansıtan klasik bir örnektir. Yayınlanması yirmi yıldan uzun süren Ansiklopedi, Aydınlanma düşünürlerinin uygulamalı bilimin yararlarına olan inançlarını temsil eder (Hamilton, 1996:28-29). Aydınlanma düşünürleri, bilgi alanlarını kesin sınırlarla birbirinden ayırmamış, herhangi bir alanda belgeli uzmanların bulunması görüşü Aydınlanma döneminde gelişmemiştir. Başka bir deyişle bu dönemde henüz bilim disiplinleri arasında bir ayrışma meydana gelmemiştir ve düşünürler de birçok alanda birden çalışmalar yapmışlardır. Bunun altında yatan evrensellik ilkesine bağlı olarak Aydınlanma düşünürleri, her eğitimli insanın ilkesel olarak her şeyi bilebileceğini varsaymıştır. Bunun sonucunda Aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan yeni fikirler edebiyat, sanat, mimari gibi çok çeşitli alanlarda yankı bulmuştur.
Kaynak: KLASİK SOSYOLOJİ TARİHİ, s. 10-13, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2685 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1651