Aydınlanma felsefesinin ilerleme ideası
Felsefe tarihinde Aydınlanma olarak adlandırılan dönem 18. yüzyıla karşılık gelir. 18. yüzyıl felsefesine bu nedenle Aydınlanma felsefesi de denir. 18. yüzyılın felsefi anlayışına genel olarak felsefe tarihinde Aydınlanma dönemi ya da Aydınlanma felsefesi denir.
Bu döneme hakim olan anlayış akıl eleştirileri yanında akla duyulan güvendir. Aklın yanlış kullanımı eleştirilirken doğru kullanımı yüceltilir. Aydınlanma felsefesi genel olarak insanın bilme yetilerinin eleştirisini yaparken insan aklının neleri bilip neleri bilemeyeceği üzerine odaklanarak aklın hem bir eleştirisini yapmış hem de aklın ancak bilebileceği konular üzerinde bilgi ortaya konabileceğini ileri sürerek aklı, doğru kullanımında bilimi, bilgiyi ortaya çıkarabilecek tek bilme yetisi olarak ele almış ve yüceltmiştir.
Orta Çağ’ın her şeyin tanrı tarafından belirlendiği anlayışının karşısına, Aydınlanma felsefesi, tanrı yerine insanı merkeze alan bir düşünceyle çıkmıştır. Aydınlanma düşüncesi her şeyin belirleyicisi olarak insan eğilimlerini ve aklı almıştır. Rönesans’ta ortaya çıkan hümanist düşünce Aydınlanma döneminde toplumlar için de gitgide belirleyici olmuş ve Orta Çağ’ın evrensel tanrı devleti anlayışının yerini ulus devlet düşüncesi alarak siyaset kurumlarının ve bilimin üzerindeki dinsel iktidar ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla Aydınlanma’dan “insan yaşamı ile düşüncesinin her yanını laikleştirme çabası anlaşılır” (Collingwood 1996: 111).
Aydınlanma bu anlamda insan yaşamında geri ve barbarca olan bütün boş inanç ve dinsel dogmalardan kurtulmak demektir. Fransızların Les Lumières Almanlar’ın Aufklärung dediği “Aydınlanma” terimi “Rönesans” deyimi gibi İngilizler’in climate of opinion dedikleri bir “düşünüş havasını”, “yani olan bitene özel bir bakış tarzını veya yeni bir yaşam anlayışını dile getirmek amacıyla kullanılmış” ama özgürlük duygusunu açığa vurmak arzusunu da dile getirmiştir (Batuhan 1997: 45). Yine ‘Aydınlanma’ ile “düşünme ve değerlemenin geleneklere bağlı olmaktan kurtulup insanın kendi usuyla, kendisinin yapmış olduğu denemeler ve gözlemlerle yaşamını aydınlatmaya girişmesi anlaşılır” (Gökberk 1997: 68).
Collingwood’a göre bu düşünsel hareketin altında yatan düşünce, birtakım zihinsel etkinlik biçimlerinin, zihnin olgunlaşmasıyla yok olacağı savıydı (Collingwood 1996: 111). Buna göre Aydınlanma Orta Çağ’ın bilgiye karşı inancı öne çıkaran anlayışının yerine, yeni bir anlayışı, inanca karşı aklı öne çıkaran anlayışı geçirir. Aydınlanma düşüncesinin amacı dinin dogmalarını ortadan kaldırmak ve böylelikle de insanı özgürleştirmektir. Örneğin Voltaire gibi bir çok Aydınlanma düşünürüne göre Skolastik felsefe geleneğine yerleşmiş olan dinin dogmaları ve boş inançlar insan düşünüşünü, insan aklını “tutsak etmişti” (Batuhan 1997: 46).
Aydınlanma dönemi Avrupa’nın her yerinde aynı karakteri taşımamıştır. İngiltere’de kılgıcı bir deneycilik, Almanya’da eleştirel akılcılık Fransa’da ise radikal bir bilimcilik ve akılcılığa dayalı bir din eleştirisi olarak ortaya çıkar. Bu dönemin düşünürleri düşüncelerini geniş çevrelere yaymak istemişler ve bunda da başarılı olmuşlardır. Özellikle Fransa’da Fransız Devrimi’nin gerçekleşmesinde Fransız düşünürlerinin etkileri olduğu genel olarak kabul edilir. Aydınlanma’nın Batı dünyasının kültür yapısına etkileri keskin olmuştur. Örneğin “bu yüzyılın sonlarına doğru patlayan Fransız Devrimi, bir bakımdan bu düşüncelerin politik- sosyal alana uygulanmasından doğmuştur” (Gökberk 1985: 325). Tocqueville Fransız Devrimi’nin geleneksel alışkanlıklardan değil, “insan aklının kullanılması ve doğa yasasından çıkan yalın temel kurallar konulması olduğu inancı”ndan esinlendiğini ileri sürer (Carr 2002: 153).
İşte böyle bir düşüncenin ortaya çıktığı Aydınlanma döneminde tarih anlayışı da her şeyi belirleyen akıl anlayışıyla ilişki içinde ele alınmıştır. Tarih ve tarih yazımı da bu akıl anlayışı çerçevesinde ele alınarak tarihe aklın gelişiminin bir görünüşü olmak görevi yüklenmiştir. Böylece tarih ilerleyen bir süreç olarak tasarlanmıştır. Daha Rönesans’ta Machiavelli (1469-1527) tarafından tarih yazımına geçmişte olmuş olayların gerçek nedenlerini keşfetme görevi verilmiş, Francis Bacon da insanın sahip olduğu üç yeti olan akıl, hayalgücü ve anımsama içinde tarihin anımsama üzerine dayandığını belirtmiştir (Özlem 2012: 52-54). Her iki anlayışın da sonradan Aydınlanma’da belirecek olan, insanı belirleyici olarak ele alan anlayışlar olduğu görülebilir. Buna göre bütün bilme etkinliği insan yetilerine dayalı etkinlikler olarak olguların nedenlerini soruştururlar. Aydınlanmacı tavır, böylece insan merkezli bir tavırdır. İnsan merkeze bir kez geçince de insanın yapıp etmelerinde temellenen tarihsel varlık alanı da insanın ürünü olarak karşımıza çıkar. Başka bir deyişle “aklın ürünü olarak tarih” anlayışının temelleri ortaya çıkmaya başlar. Bu anlayış tarih yüzyılı olarak bilinen 19. yüzyıl tarih felsefelerini etkileyecektir.
Bununla birlikte Aydınlanma filozofları tarih uğruna bir tarih bilimi kurmak için çok az şey yapmışlardır. Aydınlanma filozofları geçmiş tarihi usdışı ve karanlık bir süreç olarak görmüş ve aklın egemenliği ile insanlığın mutluluğa ulaşabileceğini ileri sürerek aklın gelişmesinin insanlığın da ilerlemesine yol açacağını düşünmüşlerdir. Örneğin İngiliz tarihçi Gibbon tarihi insan bilgeliğinin sergilenişi olarak görürken Fransız düşünür Condorcet tarihi tiranlık, kölelik ve dinsel bağnazlıktan kurtulmanın tarihi olarak ele alarak insanlığın özgürlük ve mutluluk içeren bir geleceğe doğru ilerlemekte olduğuna inanmıştır. Böylece Aydınlanma düşüncesi kendisinden önceki dönemleri karanlık olarak ele alırken kendisiyle başlayan gelişme sürecini de ussal bir ilerleme süreci olarak görmüştür.
Fransa’da Aydınlanma bir yandan akla olan güvenle dine ve boş inançlara karşı bir hareket olarak gelişirken diğer yandan bu akla güvenmenin ve boş inançlardan kurtulmanın da insanlığa bir bütün olarak ilerleme getireceği inancını içerir. Örneğin Condorcet Fransız Devrimi sırasında yazdığı İnsan Tininin İlerlemeleri Üzerine Bir Tablo Taslağı adlı yapıtında “tiranlarla kölelerin, rahiplerle alıkların ortadan kalkacağı ve insanların yaşam ve özgürlük tadıyla, mutluluk arayışıyla ussal bir biçimde davranacağı ütopyalı bir gelecek umar” (Collingwood 1996: 114). Turgot ise insanlığın gelişimin bir bireyin gelişimine benzetir. Turgot’ya göre bir filozof insanlığın başlangıcından itibaren insan türünü bir birey gibi çocukluğu ve ilerlemeleri olan bir bütünlük gibi görür (Koselleck 2007: 55). Fransa’da Aydınlanma’nın en büyük temsilcisi olan Voltairé aynı zamanda “Tarih Felsefesi” adının da bulucusudur (Bury 1987: 153).
İlerleme idesinin bir savunucusu olan Voltairé’e göre doğabiliminde olduğu gibi “tarihte de tek tek olayları birbirine bağlayan yasalar aranmalıdır; doğa bilgini gibi tarihçi de olayların çokluğu ve akışı arkasında gizli bulunan yasayı bulmaya çalışmalıdır” (Gökberk 1997: 106). Bu yasalar da tarihte bulunduğu düşünülen tanrısal yasalar değil, deneysel yasalardır ve tarihte de olaylar açıklanırken son nedenler değil, deneysel nedenler kullanılmalıdır. Voltairé’e göre tarih insan zihninin (esprit) gelişmesidir. Voltairé Essay on the Manners and Mind of Nations adlı yapıtında olguların ayrntılarını izlemeyi değil, insanlığın barbarca bir köylülük durumundan hangi adımlarla geliştiğini göstermeyi önerir (Bury 1987: 99). Bunu yapmak için de düşüncenin (opinion) tarihini yazmak gereklidir çünkü “dünyayı dönüştürmüş olan bütün başarılı toplumsal ve siyasal değişimler düşüncedeki değişmeden dolayı” olmuştur ve Voltairé’e göre savaşlar ve dinler hümanitenin ilerlemesinin önündeki en büyük engellerdir, eğer onları ortaya çıkaran önyargılarla birlikte ortadan kaldırılırlarsa dünya daha hızlı ilerleyebilir (Bury 1987: 99). Voltaire olguların insan aklının rehberliğinde güdülmediğinde şans tarafından belirleneceklerine inanmıştır; eğer talih olguları yönetiyorsa imparatorlukların yükselişi ve düşüşü, devrimler ve tarihteki pek çok büyük bunalım rastlantıyla oluyor demektir ve bu durumda insan aklına inanmak için hiçbir inandırıcı temel yok demektir (Bury 1987: 152).
Condorcet’nin yapıtı “Voltairé’in ideleri ile ilkelerinin daha ileriye götürülmesinden başka bir şey değildir” (Gökberk 1997: 106). Fransız Aydınlanma düşünürlerinden Turgot ve Condorcet insanın yetkinleşebileceğini ve ilerleyebileceğini düşünerek bilimi ve aklı tarihte ilerlemeyi sağalayan güçler olarak görürler ve “bilimin ilerlemesi ile aydınlanmanın ve insanlığın birliği duygusunun da elele geliştiğini varsayarlar” (Gökberk 1997: 106). Böylece Condorcet “modern bir tavırla ilericiliğin/ilerlemeciliğin ilkesini” betimler (Koselleck 2007: 58). Condorcet’ye göre insan mükemmelleşebilen bir varlıktır ve insan soyu sürekli olarak ilerlemektedir. “İlerlemenin sınırları ilerlemenin kendisidir” diyen Condorcet insanın ilerlemesinin sınırsızlığını vurgulamaktadır.
İnsan Tininin İlerlemeleri Üzerine Bir Tablo Taslağı adlı yapıtında Condorcet uygarlık tarihini on döneme ayırır ve onuncu dönem de gelecektedir, henüz yaşanmamıştır. Bu tarih taslağında tarih dönemleri büyük siyasi değişikler tarafından değil, bilgideki önemli ilerlemeler tarafından belirlenmektedir; buna göre bilginin ilerlemesi tasarımı toplumun ilerlemesi tasarımının da temelidir ve Condorcet’ye göre “uygarlığın tarihi Aydınlanmanın tarihidir” (Bury 1987: 209). Condorcet’ye göre uygarlık tarihi üzerine yapılacak çalışmanın iki yararı vardır: Biri, insanı ilerleme olgusunu kurmaya yönlendirir; diğeri de ilerlemenin gelecekteki yönünün belirlenebilmesini sağlar. Başka bir deyişle gelecekteki olguları önceden görmeyi olanaklı kılar. “Toplum fenomenlerinin genel yasaları bilinirse olguları önceden görmek olanaklı olur ve bu yasalar da geçmiş tarihten türetilebilir” (Bury 1987: 212).
Kaldı ki Condorcet’nin amacı da uygarlık tarihinin gelecekte yatan onuncu döneminin bir taslağını çıkarmaktır. Bu görüş daha sonraki yüzyılda Comte tarafından da öne sürülecektir. Rousseau ise doğa durumunda mülkiyet ve devlet olmadığından insanların gerçekten özgür ve eşit olduğunu ileri sürerek Aydınlanmanın kültür anlayışını eleştirmiştir. Ona göre insanlığın mutlu olacağı bir altın çağı varsa bu çağ gelecekte değil, geçmişte aranmalıdır. Bu zaman geçmişte “çok uzaklarda” kalmıştır ve “insanın mutsuz geleceğini tehdit eden nedenlerin şimdiki koşulları” yüzünden insan geçmişe bile dönmek isteyebilir (Rousseau 1999: 25). Böylece Rousseau’ya göre, tarihin gidişinde bir yükselme değil, bir gerileme, bir alçalma görülebilir.
Aydınlanmacı tavır insanlığın mutluluğunu şimdide ya da gelecekte ararken Rousseau sanat ve bilimlerdeki ilerlemenin insanlığın moral olarak da ilerlemesini sağlayacağı yollu Aydınlanmacı tavrın karşısında olmakla aklın ve bilimin gelişmesiyle insanlığın ilerlemesi arasında zorunlu bir ilişki olduğunu yadsımıştır. Tarihin gidişindeki sürekli artan bir eşitsizlikten dolayı tarih aslında eşitsizliğin tarihidir, özgürlüğün değil. Bu anlamda Rousseau’ya göre aklın tarihteki ilerleyişi “bir hastalığın tarihi gibi okunabilir” (Lloyd 2007: 85). Sonuç olarak Aydınlanma düşüncesi tarihi ilerlemenin, üstelik de aklın ilerlemesinin tarihi olarak ele almıştır. Bu da ancak akla uygun gelişme süreçlerinin tarihi olabileceği, akıl dışı süreçlerin ancak tarih öncesi olabileceği anlayışını doğurmuştur. Dolayısıyla asıl anlamında tarih ancak modern aklın doğuşuyla başlayan ve gitgide gelişen aklın tarihi olarak düşünülmüştür.
Kaynak: TARİH FELSEFESİ II, s. 3-6, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2453 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1425