Anlamın zedelenmesi
Kitle iletişim araçları sunumları ile sürekli imge ve anlam üretmekte dolayısı ile kitleleri anlamın egemenliği altında tutmaktadır. Medya anlam üretmeyi ahlaklaşmanın bir zorunluluğu olarak görmektedir. Daha iyi haber vererek kitlelerin kültürel düzeylerini yükseltmek gibi ahlaki bir sorumluluk duyduğunu vurgular. Oysa kitleler buna direnç gösterirler. Çünkü onlar anlam değil, gösteri istemektedirler. Dolayısıyla hiçbir çaba kitleleri, içeriklerin ve kodların ciddiyetine inandırmaya yetmemektedir. Oysa kitleler mesajların içinde bir gösteri olması koşulu ile tüm içeriklere kanmaktadırlar ve anlamın diyalektiğini yadsımaktadırlar.
“Bu bağlamda medya yöneticileri kitlelere bu mesajları iletirken kitleyi kandırma amacı gütmezler, aksine kitlelerin istekleri onlar için önem taşır” önermesini Baudrillard doğru bulmaz. Çünkü bu ikiyüzlü davranış, anlam üreticilerinin entelektüel bir rahata kavuşmak için ileri sürdükleri bir düşüncedir. Kitleler tam tersine kendilerine iletilen anlam bombardımanı karşısında özgürdürler. Nedeni ise anlamın saydamlığından ve politik iradeden ölümden korktukları gibi korkmalarıdır. Ayrıca şiddetin kokusunu hissetmektedirler. Dolayısıyla kitleler anlamdan uzaklaşmaktadırlar çünkü anlam, artık toplumları sürükleyip götüren bir unsur olmaktan çıkmıştır.
Günümüzde anlam tam tersine karmaşık ve herhangi bir uzantısı olmayan bir olaya dönüşmüştür. Bu nedenle kitleler için anlam yerine gösteri önemlidir. Aslında kitle vurdumduymaz değildir. İktidar da doğrudan onu vurdumduymaz olarak güdümlemez. Ancak iktidar güdümleme işini başka alanlara -futbol, film, pop müzik gibi- devrederek kendini bu işin dışında tutar. Dolayısıyla vurdumduymazlık kitleye iktidar tarafından bahşedilmiş olur (Baudrillard, 2006b: 12-14).
Sonuç olarak, kitle vurdumduymaz davranışının farkında olarak anlam istemekten kaçınır, bunun yerine özellikle gösteri istediğini açığa çıkarır. Çünkü kitle anlamın gerçekliği altında ezilmek istemez. Dolayısıyla Baudrillard’ın dediği gibi anlamla yaşayan anlamla ölür.
Postmodern dünya anlamdan yoksundur; postmodernite, teorilerin boşlukta süründükleri, güvenli herhangi bir limana demirlemedikleri bir nihilizm evrenidir. Anlam derinliği gizli bir boyut, henüz görülmemiş bir alt tabaka gerektirir; gel gelelim postmodern toplumda her şey görülebilir, belirgin şeffaf, çırılçıplaktır. Postmodern sahne ölü anlam işaretlerini, parçalanmayı ve şeffaşığı, aynı olanın yeni karışımlarına ve bilişimlerine dönüşen donmuş biçimlerini sergiler. Göstergelerin ve biçimlerin çoğalmalarını hızlandırır, ataleti ve içe dönük infilakı yoğunlaştırır. Sınır tanımayan büyüme, kendine yönelir (Kellner, 2000: 376).
Böylece kehanet gerçekleşmiştir der, Baudrillard (2006a: 18); göstergenin en yüce işlevinin gerçekliği ortadan kaldırmak ve aynı zamanda bu kayboluşu perdelemek olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Günümüzde sanat da farklı bir şey yapmıyor. Günümüzde kitle iletişim araçları farklı bir şey yapmıyor. Bu nedenle aynı yazgıya boyun eğmiş durumdalar. Modernitede anlam derinlerdedir ve onu oradan çekip çıkarmak gerekir. Oysa postmodern çağda nesneler anlamını yitirmiştir ve her şey medya tarafından gösteriye dönüştürülmüştür (Şaylan, 2002: 243).
Görüleceği gibi bir belirsizlikten ve anlam boşluğundan söz eden Baudrillard postmodernist bir tavır sergilemektedir. Anlamın ve modernitenin tüm göndergelerinin ve sonulluklarının yıkılışından sonra, postmodernizm boşluk ve acıya verilen bir yanıt olarak betimlenir. Bu yanıt geçmiş tüm kültürlerin, yıkılan her şeyin, neşeyle yıkılan ve yaşayabilmek için, var kalabilmek için üzüntü içinde yeniden inşa edilen her şeyin geri getirilmeye çalışıldığı geçmiş bir kültürün restorasyonuna yöneliktir. Artık yapılacak şey parçalarla oynamaktan ibarettir. Parçalarla oynamak -işte bu -post-moderndir (Kellner, 2000: 377).
Neden “post” önekinin kullandığını ise şöyle açıklar, Baudrillard: (Kellner, 2000: 378) Postmodernite ne iyimserdir ne de kötümser. Yıkıntıdan artakalanlarla oynanan bir oyundur. ‘Post’ olmamız bundandır, tarih durdu, anlamı olamayan bir tür tarih sonrasındayız. Burada anlam bulamayacaksınız. O nedenle sanki bir tür dairesel çekimmişçesine bu tarihin içinde hareket etmekteyiz. Artık ilerlediğimiz söylenemez. Sadece ‘hareket’ halindeyiz. Ama bu hiç de talihsizlik değildir. Postmodernizm şeylerin ironisinde ve oyununda belli bir hazzı yeniden keşfetme girişimini içermekteymiş gibi algıladığını belirtir. Postmodernizmde metaların kullanım değerleri ile üretim ihtiyaçlarının yerine işaretlerin, taklitlerin ve gösterilerin aşırı gerçekliği (hiper realism of simulation) geçmiştir (Sarup, 2004: 233). Böylece tüketim kullanım değerinin tüketimi olarak, maddi bir yarar olarak değil, göstergelerin tüketilmesi olarak değerlendirilir. Tüketim kültürü sonuç itibarıyla postmodern bir kültürdür ve derinliksizdir (Featherstone, 1996: 144-145). Dolayısı ile çabuk tüketilen ve deyim yerinde ise losyon etkisi bırakan bir kültürdür. Losyon etkisi kısa süreli bir etkidir, çabuk geçer. Böylece nesnelerin tüketilmesi bir losyon etkisi bırakır. Losyon etkisini yitirdikçe nesnelerin tüketimi de sürekli yeniden yeniden artar.
Kaynak: Çağdaş Sosyoloji Kuramları, s. 115-116, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3552 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2386