Zihinsel Bozuklukların Tedavisinin Tarihçesi
Tarihte akıl hastalıklarını doğaüstü güçlerle ilişkilendirmeyen ilk yaklaşımın ünlü Yunan hekim Hipokrat‘ın yaklaşımı olduğu söylenebilir. Bundan önce Eski Çin’de, Mısır’da ve Musevilerde akıl hastalarının kötü ruhların etkisine girdiğine inanılmaktaydı. Bu yüzden de bu kişiler çok zalimce uygulamalarla kötü ruhlardan kurtarılmaya çalışılıyordu. Diğer bazı kültürlerde de bu insanların tanrı tarafından seçilmiş özel kişiler olduğuna inanılıyordu ve bu yüzden saygı görüyorlardı. Yunanlı hekim Hipokrat akıl hastalıklarının doğaüstü güçlerle bir ilişkisi olmadığını, bu hastalıkların, vücuttaki sıvıların dengesizliğinden kaynaklandığını düşünüyordu. Bu çağda henüz akıl hastanesi kurulmamıştı ama bu kişiler tapınaklarda perhiz, egzersiz, yatıştırıcı banyolar vb. yollarla bakım görüyorlardı (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 659).
Orta Çağ Avrupa’sında akıl hastalıkları tekrar doğaüstü güçlerle ilişkilendirildi. Şeytanla işbirliği yaptığı kabul edilen bu insanlar toplumdaki kötülüklerden sorumlu tutulmaktaydı. On beş, on altı ve on yedinci yüzyıllarda akıl hastaları bu inanıştan dolayı vahşice cezalandırıldı. Bunun en tipik örneği o çağdaki cadı aylarıdır. Orta Çağ’ın sonunda, tedavi etmek amacıyla değil ama akıl hastalarını toplumun sağlıklı kesimlerinden ayırmak, tecrit etmek üzere ilk akıl hastaneleri kuruldu. Hastaneden çok hapishane işlevi gören bu kurumlarda hastalar hayvani koşullarda tutulmuş ve aç bırakılmak, zincire vurulmak gibi vahşi uygulamalara maruz kalmışlardır. İlk olarak 1792’de Philippe Pinel Paris’te bir akıl hastanesinin başına geçince, gerçekleştirdiği bir deneyle iyi koşullarda yaşayan ve bakım gören bu kişilerin iyileşerek hastaneden çıkabileceklerini gösterdi (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 660).
Yirminci yüzyılda tıptaki ve psikolojideki gelişmeler akıl hastalıklarına yönelik bakış açısını değiştirdi. Tıpta genel parezi olarak bilinen akıl hastalığının frengi mikrobundan kaynaklandığı anlaşılınca akıl hastalıklarının biyolojik nedenleri olabileceği görüşü güçlendi. Genel parezi zihinsel ve fiziksel işlevlerde tedrici düşüş, kişilikte belirgin değişimler, sarın ve varsanılar gibi semptomlar gösteren bir hastalıktı. Penisilinin bulunmasıyla frengi tedavi edilmeye başlandı ve genel parezi de büyük ölçüde ortadan kalktı (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 660). 1900’lerin başında tıpta bu gelişmeler olurken, Viyana’da Sigmund Freud akıl hastalıklarının kökeninde psikolojik faktörler olduğuna inanıyor ve kendi kliniğinde bu psikolojik faktörleri ortaya çıkarmaya çalışıyordu. Aynı sıralarda Rusya’da Pavlov, köpeklerle yaptığı deneylerde, hayvanların kapasitesinin üzerinde seçim yapmaya zorlandıklarında duygusal problemler yaşadıklarını bulmuştu (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 660). Tüm bu gelişmelere rağmen yirminci yüzyılın başında akıl hastalığı halâ anlaşılamamıştı ve akıl hastanelerine ve burada yatan hastalara korku ile yaklaşılmaktaydı. ABD’de ruh sağlığı hareketi olarak bilinen ve toplumun bu konudaki görüşlerini değiştiren ilk atılım Clifford Beers adında, akıl hastanesinde tedavi görmüş birinin çabalarıyla gerçekleşti. Bu sayede ABD’de Ulusal Ruh Sağlığı Komitesi oluşturuldu (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 661).
1950’lere kadar akıl hastaları önceleri sadece devlete bağlı akıl hastanelerinde tedavi gördüler. Ancak imkanların yetersizliği nedeniyle buralar bir tedavi merkezinden çok birer gözetim yeri haline geldi. Daha sonraları özel hastaneler açıldı. Buradaki şartlar oldukça iyiydi, ama tahmin edilebileceği gibi buralardan maddi durumu iyi olan sınırlı sayıda hasta yararlanabildi (Baron, 1996). 1950’lerde ilaç tedavilerinde gelişmelerle birlikte akıl hastalıklarının tedavisine yönelik uygulamalar değişti. Artık hastaların uzun süreler hastanede yatırılması gerekmiyordu. Zaten hastanelerde yapılan tedaviler oldukça masraflıydı. Ve en önemlisi akıl hastalarının toplumdan izole bir biçimde hastanede tutulmalarına gittikçe daha fazla itiraz gelmeye başladı. ABD’de 1963’den itibaren hastaların hastaneden çıkarılmaları anlamına gelen toplum içine geri gönderme politikası başlatıldı. Bu politika kapsamında hem ABD’de hem de diğer ülkelerde toplumsal ruh sağlığı merkezleri açıldı. Bu merkezlerle ruhsal sağlık hizmetleri hastaların yaşadığı yerlere götürülmüş oluyordu. Bu merkezlerin verdikleri hizmetler şunlardır: İlki, hastaneden çıkarılan ama ilaç tedavisine evlerinde devam eden hastaların buraya belirli sıklıklarla gelip takip ve değerlendirmelerini yapmak. İkincisi hastaneden çıkan hastaların daha fazla yatarak tedavi gereksinimlerini evlerine yakın bir merkezde karşılamak. Üçüncüsü gece yansı ya da hafta sonlan ortaya çıkabilecek acil durumlarda toplumsal ruh sağlığı merkezlerindeki eğitimli profesyonellerden destek almak. Dördüncüsü, toplumun çeşidi kesimlerine psikolojik problemler konusunda eğitim ve danışmanlık hizmeti vermek (Baron, 1996).
1960’lardan itibaren başlatılan toplum için geri gönderme politikalarının başarılı olduğunu söylemek zordur. Bu politikayı uygulayan ülkelerde pek çok sorun yaşandığı belirtilmektedir. Toplum sağlığı merkezlerinin gelirlerinin sınırlı olması, hastaların hastaneden çıkarılırken topluma uyum sağlamak için yeteri kadar hazırlanamaması, toplumda akıl hastalarının damgalanmış olması gibi pek çok nedenden dolayı hastaneden çıkan hastalar yeterince takip edilemedi ve bu durumdaki pek çok insan yaşayacak ev bulamadı. Özellikle ABD’nin büyük kentlerinde pek çok akıl hastası sokaklarda yaşamaktadır (Morris, 2002).
Psikoterapiler
– Psikanaliz nedir?
– İnsancıl terapiler
– Davranışçı terapiler
– Edimsel koşullanmaya dayalı terapiler
– Bilişsel terapiler
– Grup terapileri
Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Psikolojiye Giriş” ve 2. Sınıf “Deneysel Psikoloji”, 4. Sınıf “Sosyal Psikoloji” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Psikoloji Ders Kitapları ve MEB Liseler İçin Psikoloji Dersi Ders Kitapları