Psikanaliz Nedir, Ne Demektir?
Psikanaliz Sigmund Freud’un çalışmaları üzerine kurulmuş bir psikolojik kuramlar ve yöntemler ailesidir. Bir psikoterapi tekniği olarak psikanaliz, hastaların zihinsel süreçlerinin bilinçdışı unsurları arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmaya çalışır. Analistin amacı hastanın transferansın sorgulanmamış ya da bilinçdışı engellerinden, yani artık işe yaramayan ve özgürlüğü kısıtlayan eski ilişki kalıplarından, serbest kalmasına yardım etmektir.
Psikanaliz kuramı ortaya atıldıktan sonra ciddi eleştirilere maruz kalmıştır. Günümüzde psikanalizin bilimsel geçerliliği konusunda önemli şüpheler bulunmaktadır. Psikanaliz, 1890’larda Viyana’da nevrotik ya da histerik belirtiler gösteren hastalara etkili bir tedavi bulmaya çalışan bir nörolog olan Sigmund Freud’dan miras kalmıştır. Bu hastalarla konuşmalarının sonucunda, Freud hastaların rahatsızlıklarının kültür tarafından kabul edilmeyen, sonuç olarak bastırılmış ve bilinçdışı cinsel doğanın arzu ve fantezilerinden kaynaklandığına inanmıştır. Kuramı geliştikçe, Freud da hastalarını tedavi ederken karşılaştığı olayları biçimlendirmek ve açıklamak için sayısız sistem geliştirtirmiş ve kenara koymuştur.
Konu Başlıkları
ÖNEMLİ PSİKANALİZ OKULLARI
– Kendilik Psikolojisi, diğer insanlarla kurulan karşılıklı empatik ilişkilerle dengeli bir kendilik hissinin gelişimini vurgular; Heinz Kohut
– Lacancı psikanaliz, psikanalizi semiyotik ve Hegel’in felsefesi ile birleştirir;
– Analitik psikoloji, daha çok tinsel bir yaklaşım taşır;
– Nesne ilişkileri teorisi, bireyin içselleştirilmiş ve düşlenmiş diğerleri ile ilişkilerinin dinamiklerini vurgular; Margaret Mahler, Melanie Klein;
– Kişilerarası psikanaliz, kişilerarası ilişkilerin küçük ayrıntılarının üzerinde durur; Harry Stack Sullivan
– İlişkisel psikanaliz, kişilerarası psikanaliz ile nesne ilişkileri teorisini birleştirir; Stephen A. Mitchell, Jessica Benjamin, Jay R. Greenberg;
– Modern psikanaliz, bir grup teorik ve klinik bilgi ile Hyman Spotnitz ve arkadaşları Freud’un teorisini geliştirmiş ve teoriyi tüm duygusal bozukluklar yelpazesine uygulanabilir hale getirmişlerdir. Modern psikanalitik müdahaleler öncelikli olarak hastada entellektüel bir içgörüü geliştirmektense hastaya duygusal-olgun bir iletişimi sağlamayı amaçlar.
Bu okulların çarpıcı farklı teorileri olsa da, çoğunluğu kendi kendini aldatmanın ve bireyin geçmişinin şimdiki ruhsal yaşamı üzerindeki güçlü etkilerinin önemini vurgulamaya devam ederler.
Bugün psikanalitik fikirler kültür içinde, özellikle çocuk bakımı, eğitim, yazınsal eleştiri, psikiyatri ve özellikle tıbbi ve tıbbi olmayan psikoterapi içinde gömülüdür. Evrilmiş ana analitik fikirler olmasına rağmen, özellikle ilk teorisyenlerin yönergelerini takip eden gruplar vardır.
PSİKANALİZ NEDİR? KISACA…
Psikoterapi dendiğinde genellikle insanların aklına bir terapi odasında divana uzanmış bir hasta ve onu dinleyen bir psikoterapisi gelir. Tüm psikoterapilere mâl edilen bu zihinsel temsil aslında psikodinamik psikoterapilerin öncülü olan psikanalize aittir. Psikanalizin de içinde yer aldığı psikodinamik yaklaşımlar zihinsel bozuklukları, sıklıkla kaynağını çocukluk döneminden alan bilinçdışı çatışmaların bir sonucu olarak görürler. Psikodinamik yaklaşımlara göre bilinçdışı çatışmaların üç temel bileşeni vardır: Kabul edilmeyen güdüler ve duygular, bu güdü ve duyguların bilinç alanına girmesinden duyulan kaygı ve kaygıya ya da kabul edilemez güdü ve duygulara karşı geliştirilen savunmalar.
Psikodinamik terapilerde amaç, danışanın duygusal çatışmalarını bilinç alanına getirmektir. Bunun için de psikoterapistler, kişinin çatışma yaratan güdü ve duygularına odaklanarak, bu duygu ve güdülerin neden çatışma ve kaygı ürettiğini ve hastanın bunlardan kaçınmak için kullandığı savunmaları anlamaya çalışırlar (Uba ve Huang, 1999). Sigmund Freud tarafından geliştirilen psikanaliz yöntemi psikadinamik terapilerin kaynağını teşkil eder. Freud’un artık klasik olan psikanalizinde, hasta bir divana uzanır, terapistler, hastanın kendisini görmeyeceği bir yere oturarak, hastanın sadece kendisine odaklanmasını sağlamaya çalışırdı. Böyle bir düzenlemenin, hastanın normalde kaçındığı ya da bastırdığı duygulan kabul etmeye teşvik ettiği varsayılmaktaydı. Ama artık, psikanalizde böyle bir mekan ve ilişki düzenlemesi kullanılmamaktadır (Uba ve Huang, 1999).
Freud’un kuramına göre psikoterapistler, bireylere, içlerinde gizlenmiş çatışmalara dair içgörü sağlamalarına yardımcı olarak, ruhsal bozuklukları tedavi edebilirler. Bu yaklaşım, danışanın böyle bir içgörü kazanmasının, korktuğu ve kabul edemediği güdü ve duygularıyla yüzleşmeyi sağladığını varsayar. Ve bir kere yüzleşme sağlandığında, varsayımsal olarak, kişinin, kabul edilemez güdü ve duygularını bastırmak için artık daha fazla psişik enerji harcamasına gerek kalmayacak, bu çatışma ve bunların bastırılmasından kaynaklanan hastalık da ortadan kalkacaktır (Baron, 1996).
Bilinçdışı çatışmaları ortaya çıkarmak için psikanalizde kullanılan tekniklerden biri serbest çağrışımdır. Serbest çağrışım, danışanın, düşüncelerini ve hislerini serbestçe ifade etmeye ve aklına ne gelirse, üzerinde düşünmeden ve sansür uygulamadan dile getirmeye teşvik edildiği bir tekniktir. Serbest çağrışım tekniğinde, danışandan ne kadar önemsiz, ne kadar aptalca ya da ne kadar utanç verici görünürse görünsün aklına tüm gelenleri ifade etmesi beklenir. Ancak, bunu yapmak, danışan için hiç de kolay değildir. Zira yaşamımız boyunca hep anlamlı bir şekilde konuşmayı öğreniriz. Anlamlı konuşmadan anladığımız ise ancak aklımıza gelenlerden konuyla ilgisiz olanları göz ardı edip, ilgili olanları da derli toplu bir biçimde ifade etmektir. Bunun için de günlük yaşamda konuşurken dikkatli olmak ve sansür uygulamak hepimiz için olağan hale gelmiştir. Ne kadar zor görünürse görünürsün, danışan terapide süreç içinde aynı pratiği tekrarlayarak ve terapistin de yardımını alarak serbest çağrışım yapabilir. Serbest çağrışım yapmayı başardığı zamanlarda bile, danışanın, bir konu üzerinde konuşurken duraksaması, hızlıca başka bir konuya geçmesi ya da bir olayı tam olarak hatırlayamaması, terapist açısından ele alınması gereken önemli durumlardır. Psikanalizde bu durumlar danışanın direncini gösterir. Diğer bir deyişle, direnç, kişi için hassas alanlarda, kişinin bilinç dışı denetim uyguladığı anlamına gelir ve terapist açısından önemli olan nokta bu direnci kırmaktır (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 664).
Psikanalizde bilinçdışı güdü ve duygulan gün ışığına çıkarmak için kullanılan diğer bir teknik rüya analizidir. X. üniteden hatırlayacağınız gibi, Freudçu bakış açısından, kişinin bilinçdışı düşünce ve arzuları, rüyaların görünür içeriklerinde gizil içeriklerinde saklıdır. Dolayısıyla, rüya analizi, bu gizil ve sembolize edilmiş rüya içeriklerinin yorumlandığı bir yöntemdir (Uba ve Huang, 1999).
Psikanalitik terapilerde danışan ve terapist ilişkisinin kendisi, tedavi açısından büyük önem taşır. Terapötik süreç ilerledikçe, danışan, yaşamındaki önemli bir kişiye (anne, baba ya da sevgili) hissettiği yoğun duygusal tepkileri (aşk ya da nefret) terapiste yöneltmeye başlar. Bu sürece, yani, danışanın, terapisti heyecan ve duygu tepkilerinin nesnesi yapma eğilimine aktarım denir. Freud, aktarım ilişkisinin, danışana yardım etmek için önemli bir araç olduğuna inanmaktadır. Aktarım ilişkisi, bilinçdışı düşünce ve arzuların açığa çıktıkları bir yoldur. Danışan, aktarımla ortaya çıkan bu bilinçdışı duygularını bilince getirmekte direnç gösterebilir. Bu direnç kırıldıkça ve danışan kendisi hakkında içgörü geliştirdikçe aktarım zayıflar ve sonunda biter (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 665; Baron, 1996).
Psikanalizde terapistin uyguladığı başka bir yöntem de yorumdur. Yorum, danışanın düşünce, duygu ve eylemlerinin, terapist tarafından, bilinçdışı anlamının gösterilmesidir. Terapist, danışanın direnç noktalarına dikkatini çekerek, onun çağrışımlarının nerede ve neden kesildiğini, bir şeyi neden unuttuğunu ya da geçiştirdiğini kişinin kendisini daha iyi anlamasına yardımcı olur. Diğer yandan, terapist, danışanın aklından geçenleri söylerken, belirli noktalarda yorum yaparak, onun çağrışımlarını zenginleştirmesine de yardımcı olur. Burada önemli olan nokta, terapistin yorum yaparken önemli noktanın ne olduğunu kendisinin söylememesi, bunu danışanın kendisinin görmesini sağlamasıdır (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 664; Uba ve Huang, 1999: 627).
Psikanalizde danışanda üç tür yaşamı gözlendiğinde iyileşme olduğu sonucuna varılabilir: Bunlar abreaksiyon, içgörü ve işlemedir. Abreaksiyon, kişinin daha önceden yaşamış olduğu güçlü duygusal tepkileri, terapinin güvenli ortamında tekrar yaşamasıdır. Katarsis adı da verilen bu süreç bilinç dışı çatışmaları çözmez, sadece bunların artık bastırılmadığını gösterir ve bilinçdışı çatışmaları araştırmak için elverişli zemin yaratır. İçgörü, kişinin bilinçdışı çatışmaların kökenini anlaması halinde yaşanan bir deneyimdir. Bu, bastırılan bir anının hatırlanması ile bir anda yaşanan dramatik bir deneyim değil, yavaş yavaş kişinin kendini anladığı bir süreçtir. Abreaksiyon ve içgörü, birlikte görülmesi beklenen deneyimlerdir. Danışan, hissettiğini anlama”, anladığını hissetmelidir. İşleme, terapi süreci boyunca farklı farklı bağlamlarda ortaya çıkan bilinçdışı çatışmayı, danışanın inkar etmeden yüzleşmesi ve bu durumlara olgun ve etkili yollardan tepki vermeyi öğrenmesidir (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995: 665-666).
Geleneksel psikanaliz, uygulaması zor olan bir terapi yöntemidir. Terapi seansları fazladır. Terapist ve danışan haftada birkaç kez görüşürler ve bu görüşmeler en az bir yıl sürdüğü gibi, birkaç yıl da sürebilir. Bu kadar yoğun ve uzun bir süreç gerektirdiği için, bu yöntem pahalıdır. Diğer bir zorluk da bu yöntemin akut ruhsal sıkıntıları olanlar için çok uygun olmamasıdır. Çünkü bu kişilerin acil yardıma ihtiyaçları vardır ve psikanaliz bu acil ihtiyaca cevap veremez (Smith ve ark., 2003). Ayrıca, psikanaliz, sözel becerileri gelişmiş eğitimli insanlar için daha uygun görünen bir yöntemdir. Bu da yöntemin kullanımında bir sinirlilik yaratır. Bunlar ve benzeri problemler yüzünden, klasik psikanaliz bugün görece nadir uygulanan bir psikoterapi yöntemidir. Günümüzde Yeni Freudçular tarafından klasik psikanalizin değiştirilmiş formu yaygın olarak uygulanmaktadır. Bu değiştirilmiş yöntem, klasik yöntem gibi yıllar gerektirmez, aylar yeterlidir. Günümüzde kullanılan yöntemde danışanın çocukluğuna değil, şimdiki zamanda yer alan kişisel ilişkilerine odaklanılır. Serbest çağrışım tekniği yerine danışanla önemli konuların yüz yüze tartışıldığı bir teknik kullanılır. Bu yeni formunda, psikoterapist kritik noktaları danışanın görmesini beklemez, uygun zamanda kendisi söyler ve daha dolaysız yönlendirme yapar. Tüm bu değişikliklere karşın aynı kalan tek nokta psikoterapinin amacıdır. Amaç hâlâ danışanların gizlenmiş güdü ve çatışmalarına dair içgörü kazanmalarına yardım etmektir.
PSİKANALİZ TEKNİĞİ NEDİR?
Psikanalizin ana metodu, serbest çağrışımın transferans ve direnç analizidir. Analizana (hastaya), rahat bir halde, aklına gelenleri söylemesi söylenir. Burada, düşler, umutlar, dilekler ve fantaziler geçmiş aile yaşantısının birer anısı olarak ilgi konusudur. Genellikle, analist sadece dinler ve sadece profesyonel kanaati gerektiğinde, yani hasta için içgörü uyandırma fırsatı yakaladığında yorumlar. Dinlemede, analist empatik tarafsızlığı, yani güvenli bir ortam yaratmak için geliştirilen yargılamayan bir duruşu, korur. Analist, analizanın söyleminde ve davranışlarında beliren kalıp ve çekingenlikleri değerlendirirken, analizandan tüm dürüstlüğü ile bilincine ne gelirse konuşmasını ister.
Birçok klinisyen psikanalizi ciddi psikolojik bozukluğu olan olgular, örneğin psikoz, intihara meyilli depresyon ya da ağır tedavi edilmemiş alkolizm, için önermez. Bu tip hastalar “analiz-edilemez” olarak nitelendirilir. Tipik uygulamalar klinik depresyon ve kişilik bozukluklarını içerir.
Günümüz bazı psikanaliz şekilleri, kendine güveni artırma yoluyla hastalara özsaygı kazandırmakta, ölüm korkusu ve bu korkunun davranışlar üzerindeki etkilerini yenmekte, ve birbiriyle bağdaşmaz gibi gözüken ilişkileri sürdürmekte yardımcı olmaya çalışır. Bireysel danışan seansları bir gelenek olarak kalsa da, psikanaliz bir grup terapi şekli olarak Harry Stack Sullivan tarafından uyarlandı.
PSİKANALİTİK KURAM NEDİR?
Freud’un orijinal görüşleri klasik psikanalitik kuramı oluşturur. Kuramda zihnin yapısı, psişik öğeleri, kişiliğin gelişimi ve değişimi dinamik bir bakış açısından anlatılır. Psikanaliz genel olarak aşağıdaki hipotezlerden oluşur:
- İnsan gelişimi en iyi cinsel arzunun değişen nesneleri yoluyla anlaşılabilir.
- Psişik sistem alışılmış olarak cinsel ve saldırgan istekleri baskılar ve bu istekler düşüncelerin bilinçdışı sistemlerinde saklanır.
- İstekler üstündeki bilinçdışı çatışmalar kendilerini rüyalarda, dil sürçmelerinde ve diğer belirtilerde ifade eder.
- Bilinçdışı çatışmalar nevrozun kaynağıdır.
- Nevroz, psikanaliz yoluyla bilinçdışı isteklerin ve bastırılmış olanın bilince geri getirilmesi ile tedavi edilebilir.
- Serbest çağrışım: Bilinç dışının incelenebilmesi için terapistin aklına gelen bir düşünceyi hiçbir baskı, denetim ve süzgece uğratmadan açığa vurmasıdır. Klasik psikanalizin temel kuralıdır.
- Psikanaliz: Freud, psikolojik rahatsızlıkları tedavi edebilmek amacıyla bir psikoterapi yöntemi geliştiren ilk kişidir. Psikolojik kökenli rahatsızlıkların tedavi edilebilmesi için mutlaka bilinçdışına inilmesi gerekmektedir. Çünkü Freud, bu tip sorunların temelinde bilinçdışı faktörlerin yattığına inanmaktadır.
- Psikanalizin temel amacı, bilinçdışında yer alan sorunu bilinç düzeyine çıkarabilmektir.
Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Psikolojiye Giriş” ve 2. Sınıf “Deneysel Psikoloji”, 4. Sınıf “Sosyal Psikoloji” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Psikoloji Ders Kitapları ve MEB Liseler İçin Psikoloji Dersi Ders Kitapları