İnsancıl Terapiler Nedir, Ne Demektir?
İnsancıl yaklaşımın insan doğasına ait varsayımları Freudcu yaklaşımın tersine iyimserdir. Bu yaklaşıma göre insan yapıcı, olumlu ve rasyonel bir varlıktır ve tüm insanlar gelişme ve kendini gerçekleştirme eğilimine sahiptir. İnsancıl yaklaşım, zihinsel bozuklukların çevresel etmenlerin insanın kişisel gelişim ve kendini gerçekleştirme eğilimini engellemesinden kaynaklandığını ileri sürer. Buna göre, insanlar kişisel gelişimleri engellendiğinde duygusal sıkıntı yaşarlar ve uyum bozucu davranışlar sergilerler. İşte insancıl terapilerin amacı da danışanlarının kişisel gelişimlerinin önünü açmalarına yardımcı olmaktır. Diğer bir deyişle, danışanın, olmak istediği kişi olmasına yardım etmektir. Bu da kişinin olgunluğunu ve özerkliğini arttırmakla gerçekleştirilmeye çalışılır (Baron, 1996; Uba ve Huang, 1999).
Psikodinamik terapilerin tersine insancıl terapilerde kişinin yaşantıları ve duyguları terapist tarafından yorumlanmaz. Gerçekte, insancıl terapistler terapi sırasında aktif değillerdir, danışana ne yapması gerektiğini, neyin onlar için iyi olduğunu söylemezler. Çünkü neyin kendisi için iyi olduğuna, problemi nasıl çözeceğine danışanın sadece kendisi verir. Terapist burada sadece danışanın kendisi hakkında içgörü geliştirmesi ve problemini çözmesi için kolaylaştırma rolü oynar. İnsancıl terapistler tüm bunlardan dolayı yardım arayan kişiyi “hasta” olarak değil, “danışan” olarak adlandırırlar.
En etkili insancıl terapi yaklaşımı 1940’larda Carl Rogers tarafından geliştirilen danışan merkezli terapidir. Bu terapi her bireyin kendisi için en iyi uzmanın yine kendisi olduğu ve kendi problemlerini kendilerinin çözme yetenekleri olduğu varsayımına dayanır. Terapi basit gibi görünür, ama uygulamada pek çok incelikleri barındırır. Terapinin en başından itibaren terapistin danışanı değil, danışanın kendisini değiştireceği kabul edilir (Atkinson, Atkinson ve Hilgard, 1995). Terapistin yapabileceği tek şey, danışanın uyum bozucu davranışlarından kurtulup uyum sağlayıcı davranışlar geliştirmesine olanak veren bir ortamı sağlamaya çalışmaktır (Geçtan, 1984: 231). Bu ortamı yaratmak için terapistin danışana koşulsuz saygı göstermesi, danışanla empati kurması ve içten olması gerekir.
Daha önce de belirtildiği gibi, Rogers’a göre kişinin doğal gelişim ve kendini gerçekleştirme eğilimi çevre tarafından engellenir. Çocuklukta kendini gerçekleştirmeye çalışma çabaları, sürekli büyüklerin beklentileriyle çatışır. Kişi çocukluğunda, başkaları tarafından kabul edilen ve sevilen biri olmak için kendini ifade eden eylemlerden uzaklaşıp başkalarının beklentilerini karşılamaya yönelir. Bu, çocuğa, kendisine verilen değerin koşullu olduğunu öğretir ve hissettirir. Örneğin, kardeşine yönelik düşmanlığını sürdürecek olursa ebeveynleri tarafından sevilmeyeceğine inanan bir çocuk, onların sevgisini kaybetmemek için benliğinin büyük kısmını kaplayan duygu ve deneyimlerini reddeder. Bu tür yaşantılar, kişinin gelişimini ve kendini gerçekleştirmesini engeller. Kişi, sevilmek ve kabul edilmek için sürekli olarak başkalarının beklentilerine cevap vermeye çalışır (Baron, 1996).
İşte insancıl terapi ortamında, kişi, söylediklerinden bağımsız olarak terapist tarafından kabul edildiğini ve kendi deneyimlerine saygı gösterildiğini hissetmelidir. Terapist danışanı hiçbir zaman yargılamaz. Onaylama ya da onaylamama tepkileri vermez ve yorum yapmaz. Terapistin danışana koşulsuz saygı göstermesi ancak içtenlikli olursa amacına ulaşır. Yani, buradaki kritik nokta, danışana kabul edici tutum göstermek değil, gerçekten kişiyi olduğu gibi kabul etmektir. Danışanına koşulsuz saygı duyan terapist, rol yapmaz ve kendisini olmadığı gibi göstermez. Bu içtenlik, ancak terapistin empatik anlayış geliştirmesiyle mümkün olur. Empatik anlayış, danışanın iç dünyasına girerek, onun yaşadığı duyguları kendi içinde yaşamaya çalışmasıdır. Bu yaklaşıma göre, reddedilme korkusu yaşamayan aksine varlığının koşulsuz biçimde içtenlikle kabul edildiği ve saygı gördüğü bir ortamda danışan, kendi duygularını anlayacak ve hatta daha önceden kişiliğinin kabul edemediği yanlarını kabul edecek, kısacası kişi kendini bulacaktır. Bu süreç sonunda da uyum bozucu davranışların ortadan kalkması ve kişisel gelişim ve kendini gerçekleştirme eğiliminin doğal yoluna girmesi beklenmektedir (Baron, 1996; Geçtan, 1984: 230).
Danışanı merkez alan terapi yöntemi çeşitli açılardan eleştirilmektedir. Bu yöntemde, danışandan danışana değişen bir yaklaşım yoktur, her zaman aynı süreç izlenir. Diğer yandan danışan ne yaparsa yapsın ona saygı duymak, onu yaşamın gerçekliğine hazırlamayabilir. Zira kişi toplumda da böyle koşulsuz saygı göreceği beklentisine kapılabilir. Son olarak, bu terapi yöntemi, temelinde sağlam bir kuram olmaması yönünden de eleştirilir (Cüceloğlu, 1993).
Derleyen: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Psikolojiye Giriş” ve 2. Sınıf “Deneysel Psikoloji”, 4. Sınıf “Sosyal Psikoloji” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Psikoloji Ders Kitapları ve MEB Liseler İçin Psikoloji Dersi Ders Kitapları