Felsefe hakkında her şey…

Toplumsal yapıştırıcı olarak din olgusu

17.11.2022
499
Toplumsal yapıştırıcı olarak din olgusu

Din sosyolojisinin gerçek anlamda çerçevesi belirlenmiş bir disiplin olarak ilk defa Durkheim tarafından uygulanmış olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Durkheim öncelikle din olgusunu bütün boyutlarıyla anlamaya çalışmış ve onun toplumdaki rolünü, işlevini ampirik yöntemlere dayanan yaklaşımıyla açıklamaya çalışmıştır. Dinin işlevi hakkında alabildiğine nesnel gözlemlere dayanarak çıkarımlarda bulunmaya çalışmışsa da bu onun dine olan ilgisinin tamamen değerlerden bağımsız olduğu anlamına gelmez. Durkheim, özelde Fransa’da ve genelde Avrupa’da yaşanmakta olan büyük parçalanma dönemini kendilerine dert edinen ve bu parçalanmadan bir bütünleşme formülü veya harcı üretmeye çalışan toplum düşünürleri çevresinde yetişmiştir.

Durkheim’ın din çalışmaları o yüzden toplumsal bütünlüğü hedefleyen araçsalcı bir yaklaşımı da içinde barındırır. Yani dini toplumsal bütünlüğün sağlanmasında ve sürdürülmesinde en güçlü yapıştırıcı (tutkal veya çimento) olarak görüyor ve bu işlevinin sürdürülmesine olumlu bakıyordu. Dinin bu olumlu işlevine olan inancı, yukarıda da belirttiğimiz gibi, diğer pozitivist çağdaşları gibi dinin sonuçta insan zihninin bir ürünü olduğu düşüncesinden de alıkoymuyordu. Hatta Durkheim bütün dinlerin kökeninin bir olduğunu ve dünyada var olan bütün dinlerin belli bir tarihsel gelişimin değişik evrelerine göre şekillendiğini düşündü.

Bu noktada Comte’un evrimci düşüncesini dinin tarihi için paylaştı ve dinlerin basit mekanik toplumdan karmaşık organik topluma doğru evrildikçe paralel olarak karmaşıklaşıp geliştiğini düşündü. Ancak modern dünyada organik yapıya doğru geliştikçe farklılaşan ve giderek parçalanma eğilimine giren toplumsal yapıyı bir arada tutan dinde de kaygı verici bir gevşeme baş göstermiştir. Bu da dinin eskiden olduğu gibi toplumu bir arada tutan bir tutkal işlevini yerine getirmeyi zorlaştırmıştır. Sanayi toplumu farklı kültürlere ve inançlara sahip bir çok insanı bir araya getirmiştir. Daha önce homojen bir çevrede yaşamakta olan ve bundan dolayı beraber yaşadığı insanlarla aynı anlam dünyasını paylaşan modern insan şehirde kendi inancını hiç tanımayan, o inançlara karşı tamamen kayıtsız insanlarla karşılaştıkça kendi inançlarına olan bağlılığında bir güvensizlik hissi oluşmaya başlamıştır. Durkheim’in anomie dediği bu oluşum sanayi sonucu oluşan kentlerin tipik özelliğidir. Bu ortam paylaşılan normların zayıflaması anlamına gelir. Bireyleşme ve ortak değerlere bağlılıktaki gevşeme toplumda ciddi sorunlara yol açmaktadır. Durkheim’in meşhur eseri İntihar, dini inançların bu şekilde zayıflaması ile intihar oranlarının artışı arasında da anlamlı bir ilişkinin var olduğunu vurgular. Aynı şekilde görece bireyselliği teşvik eden bir din olarak Protestanların daha fazla yaşadığı ülkelerde de cemaat değerlerini daha fazla önemseyen Katolikliğe nazaran daha fazla intihar vakasının yaşandığını tespit eder. O yüzden Durkheim’in dinle ilgili çalışmaları da tıpkı intihar ile ilgili çalışmaları gibi toplumsal bütünlük ve düzen gibi pratik sorunlara bir çözüm arayışınca yönlendirilmiştir. Kuru akademik çalışmalar olmaktan öte, gerçek bir sorunun çözümüne odaklanan çalışmalardır.

Yapısalcı-işlevselci düşüncenin en önemli ismi sayılan Durkheim, toplumu bir organizma olarak düşünmüş ve her toplumsal kurum veya birimin bu yapıda bir işlevi yerine getirdiğini belirtmiştir. Dinin de işlevi toplumu bir arada tutmak, toplumu kaynaştırmaktır. Bu işlev için çimento veya tutkal gibi metaforlar kullanılmıştır. Ancak Durkheim sonrası işlevselciler dinin gördüğü bu işlevin ne türden bir işlev olduğu konusunda Durkheim kadar emin olamamıştır. Robert K. Merton, örneğin, bir işlevi yerine getiren herhangi bir kurum veya birimin bunu hangi ölçekteki bir toplum için yerine getirdiğini sormuştur. Özellikle din söz konusu olduğunda belli ölçekteki bir toplumsal oluşum için tutkal veya yapıştırıcı işlevini yerine getirdiği hâlde bir başka ölçekteki bir toplumsal oluşumda toplumsal grupları birbiriyle çatıştıran ve o toplumu bir arada tutmak yerine bölen bir etki yapabilmektedir. O durumda dinin işlevsel değil işlev-bozma (disfunctional) etkisi daha ağır basmaktadır. Yine de bu çatışma ortamında bile dinin belli ölçekteki grubu bir arada tutma işlevi daha fazla çalışmaktadır. Çünkü grup çatışmaları grubun dayanışmasını ve grup bilincini canlı tutar.

Kaynak: Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, s. 69-70, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2616 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1584

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...