Tanyol’un din ve İslam anlayışı
Bir din olarak İslamiyet’i incelemeden önce din olgusunun sınırlarını araştırmak, açık seçik tanımını yapmak gerekir. İlkel toplumlarda semavi dinlere kadar önümüze farklı dinler çıkmaktadır. Bunlar gerek içerik, gerekse ögeleri bakımından birbirlerine benzemezler. Farkları yanında bütün dinlerde ortak olan özellikler bulunur. Bunlar saptandıktan sonra her dinin özellikleri üzerinde durulabilir.
Bazı dinlerde Tanrı fikri bazı dinlerde olağanüstülük, bazı dinlerde tanrısızlık egemendir. Semavi dinlerin ortak ve ayrı yanları vardır. Her din olgusunda içeriği ve farklıkları ne olursa olsun şu üç öge bulunur:
- Her dinde bir inanç sistemi vardır.
- Her dinin kendine özgü bir ibadeti ve töreni vardır, törensiz din olmaz.
- Her dinin bir kutsal yeri, bir tapınağı vardır (Tanyol, 1989: 32).
İster ilkel olsun, ister semavi, ister çok tanrılı olsun, ister tek tanrılı ya da tanrısız, hepsi bu üç ögeyi barındırır.
İbadet ve ayini inanç belirler. İnanç alanında yer alan eylem ve dualarda bir kutsallık, bir dokunulmazlık hayal edilir (bkz. Durkheim Din Hayatının İlkel Biçimleri, 2005). Durkheim dinsel alanı kutsal, kutsal dışı diye ayırır. Böylece büyüyü din dışı ve dine karşı bir kurum olarak göstermeye çalışır. Doğal olarak ilkel toplumlarda dinsel baskı ön planda görüldüğü için kutsal ve kutsal dışı dünya birbirinden kesin çizgilerle birbirinden ayrılmıştır. Hatta bu iki dünya birbirine karşıttır. Birini terk etmeden diğerine girmek mümkün değildir. Bu durum bir tür manastır yaşamıyla belirgin hale gelir.
Bizde çeşitli tasavvuf ve tarikatlara girenler birçok denemeden geçerler. Bunlara “seyri sülük” derler. Derviş kendisini doğal yaşamdan soyutlamıştır. Kişi içindeki “nefs-i emareyi” yani kendisini hazlara iten nefsi öldürmek zorundadır. Bunun nedenleri içinde önce diyalektik bir çatışmayla karşı karşıyadır. Bu diyalektik çatışamaya tasavvuf dilinde “nefs-i levvame” ile “nefs-i emare”nin çatışması denir. İnsanı hazlara, şehvetlere sürükleyen nefs yani ben ile buna engel olmak için savaşan ben anlamında kullanılır. Sonuçta mistik “nefs-i mutmaine” yani kötülükleri yenmiş ve rahatlamış bir bene sahip olur. Bütün karmaşıklığına rağmen kutsal şeylerden bir kısmı birbiriyle birleşerek aralarında bir bağlantı oluşturur ve kendi dışında kalan diğer inançlardan ayrılık gösterirse, inanç, ayin ve törenlerin toplamı bir din olur. Merkezi bir örgütte toplanır. Üyeleri kendi aralarında bir cemaat kurarlar (Tanyol, 1989: 35). Tanyol’a göre yalnız toplum dinsel cemaatlerin toplamı değildir. Durkheim’ın kutsal-kutsal dışı ayrımı din sosyolojisi açısından konuya açıklık getirse de toplumun tümünü kuşatmaktan uzaktır diyen Tanyol, Durkheim’ın bu konuda söyledikleri ilkel toplumlar için geçerlidir der.
Mekanik dayanışma dinsel niteliktedir. Tanyol Durkheim’ın kutsal-kutsal dışı ayrımından hareket ederek din ve laik hayat arasındaki koşutluk üzerinde durur. İlkel toplumlarda kutsal alan geniş, kutsal dışı alan ise çok sınırlıdır. Tönnies’in deyimiyle kutsal alana cemaat, kutsal dışı alan cemiyet diyecek olursak ileri toplumlara doğru gidildikçe kutsal dışı alan önem kazanır (Tanyol, 1989: 35).
Bilim ve tekniğin gelişmesi iş bölümü alanlarına öylesine genişlemiştir ki toplum karşısında yani cemiyet karşısında cemaat gittikçe küçülmüştür. Dinsel özellik gösteren mekanik dayanışma bugün artık bir anlamda dinsel değil, ideolojik bir içerik kazanmıştır. Din ya da dinden doğan sosyal gruplar Tönnies’in ayrımında olduğu gibi cemaat niteliğindedir ve Durkheim’ın mekanik dediği dayanışma türünü oluşturur. Bu insanlar arasında çok kuvvetli bir bağ ve dayanışmaya neden olur. Bir toplumda mekanik dayanışma ve cemaat ruhu kutsal dışı bir nitelik gösteren cemiyet dayanışmasından dahi güçlü ise, orada örf ve adetlerin politik baskı yoluyla çözümlenmesi toplumla siyasi otorite arasındaki derin uçurumların açılmasına neden olur. Toplumda mekanik dayanışma, organik dayanışmayla ters orantılıdır. Buna cemiyetle cemaat arasındaki ters orantıda denebilir. Tanyol’a göre Durkheim’ın din sosyolojisi ile ilgili görüşlerinin çoğu eskimiştir. Fakat yinede din konusunda ileri sürdüğü pek çok tanım hala geçerliliğini korumaktadır. Tanyol’a göre Durkheim’ın din ve büyü üzerinde ileri sürdüklerinin bizim için özel bir anlamı vardır. Dinle büyü arasındaki bağlantı henüz kesin olarak çözümlememiştir. Ama Durkheim’ın ileri sürdüğü gibi birbirine karşıt iki alanda değildir. Aslında Durkheim’da hem kuram hem amaç bakımından çoğu zaman onların alanlarını ayırmanın güç olduğunu söylüyor. Bununla beraber dinle büyünün alanlarının ayrı ayrı olduğunu şu düşünce ve gözlemlere dayandırır:
- Din büyüyü reddeder, üstelik ona düşmandır, büyü de dine karşıdır.
- Büyücünün hareketlerinde dine aykırı bir taraf vardır. Ne kadar benzer görünümleri olsa da aralarındaki çatışma önlenemez.
- Büyücüyle müşterisi arasındaki bağlantı gevşektir ve müşterilerin kendi aralarında da bir birlik ve beraberlik yoktur.
- Dinin ana kurumlarından biri tapınaktır ve bu dinde esastır. Büyücünün ise tapınağı yoktur (Tanyol, 1989: 40).
Tanyol’a göre Durkheim’ın din ve büyü üzerinde ileri sürdüklerinin bizim için özel anlamı Şamanizmden kaynaklanmaktadır. Din ve büyünün iç içe olduğunu en iyi kanıtlayan Türklerin, İslam’dan önceki dini olan Şamanizm’dir. Türklerin Müslüman olmadan önceki dini Şamanizm’di. Şamanizm büyü esaslarına göre örgütlenmiş bir dindir. Şamanizmin Türk toplumsal ve siyasal yaşamında önemli bir yeri vardır. Şamanizm, İslamiyet’e bir dinamizm ve Türk toplumuna yepyeni bir ideoloji ve devlet felsefesi getirmekte rol oynamıştır. Şamanizm’in bir mitolojisi ve evren görüşü vardır. Oysa Durkheim’ın din olarak kabul etmediği büyünün bir evren görüşü ve mitolojisi yoktur. Bu niteliğiyle Şamanizm büyü içerikli diğer ilkel inançlardan ayrılır. Türklere özgü bir inanç sistemi ve evren görüşü sergiler (Tanyol, 1989: 41).
Kaynak: TÜRK SOSYOLOGLARI, s. 118-125, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2915 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1872