Sofistler ve Empirim (Deneycilik)
Sofist düşüncenin ağırlıklı yönü, pratik yaşam sorunları ile ilgilenip, geleneksel değer sistemlerini sorgulamasındadır. Onlardan önceki düşüncelerde, mutlak bir evren bilgisi veriliyordu.
Sofistler, yaşamda başarılı olabilmek için, zorunlu olarak gidilmesi gereken temel nokta olarak gördükleri bilgiye, yalnızca pratik bir anlam yüklemişler ve bunun aksinin yaşam için yararlı olmadığı kanısına varmışlardır. Sofistlerin, bu çalışmada benim yöneldiğim doğrultu ile dolaylı da olsa ilgili yanları, kuşkucu eğilimleri olmuştur.
Özellikle Protagoras ve Gorgias’ın düşünceleri, sofizmden kuşkuculuğa geçiş olarak değerlendirilebilir; çünkü Protagoras’a göre, aynı konu üzerinde birbirinden farklı algı, kanı ya da yargılar varken, bunlar arasından birini doğru olarak seçmeye olanak verebilecek bir ölçüt bulunmadığından, nesnel olarak böyle bir doğruluğun söz konusu olmadığı, dolayısıyla doğruluğun kişilere göreli olduğu sonucunu çıkarmıştır.
Sonuçları ister olumsuz, ister olumlu değerlendirilsin; kuşkuculuk, bilgi kuramının gelişiminde önemli bir çıkış noktası olmuştur. “Kuşkucu uslamlamanın olmadığı yerde, ilgiye değer bir epistemolojiden de söz edilemez. Epistemoloji, kuşkucu uslamlamayı karşılamaz, onu sınırlandırmak için kurulur.” Yani kuşkuculuğun ortaya çıkışı, bilgi sorunu ile ilgilidir. Dogmatizmin karşısında duran bir öğreti olan kuşkuculuk, bir şekliyle ilkece bilinemez olan şeyler ya da nesneler bulunduğunu ileri sürer.
Kuşkuculuk, tarihsel süreç içinde, farklı konulara yönelmiştir, bu kimi zaman dış dünyanın ya da Tanrı’nın varlığı olsa da, en eskisi deneysel bilginin olanağına yönelik olanıdır, yani doğru bilgiyi elde etmenin imkansızlığını göstermeyi hedef edinen kuşkucu yaklaşım. Ama yine de kuşkuculuk, epistemolojinin, yani bilgiyi kendine konu edinen felsefe alanının bu dönemde yer almasında etkili olmuştur.
Bilgi kuramının varoluş nedeni de kuşkuculuktur. Eğer, kuşkucu yaklaşımlar olmasaydı, bilimin varlığı dogmacı temellere dayanacak, temeline ve gerekliliğine ilişkin hiçbir soru sorulamadığı gibi ortada temeli destekleyen felsefi payandalar, yani bilgi kuramları da bulunamayacaktır.
M.Ö. 530 yıllarında yaşamış Xenophanes ise, bu konuda şöyle demiştir:
“Kesin doğruya bakarsak, hiç kimse bunu bilememiştir. Hiç kimse de bilemeyecektir, ne tanrılar hakkında bir şey, ne de şimdi bahsettiğim tüm bu şeyler hakkında. Eğer insanoğlu şans eseri söyleyebilseydi en son gerçeği, bunun ne olduğunu kendisi de bilemezdi.”
Sokrates öncesi felsefe anlayışında, gerçeğin göreli olduğunu savunan Protagoras ile birlikte, sofist anlayış kuşkuculukla ilişkiye girer. Pratogoras’a göre “insan her şeyin ölçüsüdür.” Buna göre, bireyler üstü bir gerçeklik söz konusu değildir ve bireyin yargıları, bireyin bilgilerini oluşturur, bu yargılar hem bireyden bireye, hem de aynı konu ile ilgili olarak bireyin değişik durumlarına göre farklılık gösterirler. Çünkü, duyumlar, duyumlayanın o andaki durumuna bağlıdır.
“Her bir şey bana nasıl görünürse benim için öyledir, sana nasıl görünüyorsa senin için öyledir… …üşüyen için rüzgar soğuk, üşümeyen için soğuk değildir. Değişiklik yalnızca bireyden bireye görülmez. Aynı bireyin aynı konuda değişik durumlardaki duyumları da değişir. Bu durum insanın merkeze koyulmasının nedenlerini de güçlendirir. Protagoras, aynı konu üzerinde birbirinden farklı algı, kanı ya da yargılar varken bunlar arasında doğru olarak birini tercih etmeye olanak verebilecek bir ölçüt bulunmamasından dolayı, nesnel anlamda böyle bir doğruluğun göreceli olduğu sonucunu çıkarıyordu.
Protagoras, doğa felsefesiyle uğraşmamıştır, çünkü kendisinden önceki felsefenin, doğa konusunda tutarlı bir düzen kuramamış olması ve şimdiye dek bütün filozofların evren hakkında sadece birbirlerini reddeden, birbiriyle çelişen görüşler ileri sürmeleri, doğa konusunda gerçek denen şeyin varlığından şüphe etmesine neden olmuştur. Bu nedenle de adını anacağımız sofistlerden biri olan Protagoras felsefe tarihinin ilk kuşkucularından biri olmuştur.
Bu çalışmamda değineceğim sofistlerden bir diğeri olan Gorgias ise, aynı öncüllerden hareket ederek bambaşka sonuçlara ulaşmıştır. Protagoras’ın her inancı doğru kabul eden aşırı iyimser tutumunun aksine, Gorgias tamamen kötümser bir tavır sergilemiş daha da ileri giderek, genel olarak varlık üzerine bir bilginin imkanını ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Gorgias, hiçbir şeyin olmadığını söyler, olsa bile insanların bunu kavramasını mümkün görmez, hatta kavranılsa bile başka insanlara anlatılması ve onların bunu bilmesinin imkansız olduğunu düşünür. Ona göre, aynı konu üzerinde birbirinden farklı olan inançlar, aynı iki olgunun bir kişiden öbürüne değişen algıları, aralarında doğru olanın seçimine imkan verecek bir ölçüt yoksa doğru sayılamazlar.
Burada ilk söylediği ile, mutlak olana karşı bir tavır alınması söz konusudur. Bilgi edinme sürecinde deneyi geçerli kılmak, gerçeğe bu yolla ulaşılacağını vurgulamak istemektedir. ‘Olsaydı da bilemezdik’ derken ise, şayet mutlak bir şey olsaydı ve bilinebilseydi hiç yanılmadan yaşanabilir olması gerekirdi, oysa öyle bir şey yoktur. Kimse yanılmadan yaşayamıyor. Yani olduğunu iddia ettikleri bu mutlak şeyi hiç kimse bilememiş demektir. ‘Olsaydı da bildiremezdik’ derken de, dile vurgu yapar. Yani var olanı bilsek bile onu olduğu gibi bildirebilmemiz mümkün değildir. Gorgias’ın düşüncelerini bu kadar olumsuz bir noktaya götürüşü, kuşkuculuk olarak adlandırdığımız düşüncenin de ilk adımlarından biri sayılabilir.
Kaynak: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Epistemolojik Arka Planı İle DAVID HUME’UN NEDENSELLİK ELEŞTİRİSİ, Aycan TÜCCAR, 2005