Alman Aydınlanması
Almanya’da aydınlanma yukarıdan aşağıya doğru olmuştur, çünkü aydınlanmaya, aydınlanma düşünürlerine ve düşüncesine ciddi bir tepki gelişmiştir.
Bu ülkenin koşulları farklıdır ve bu ülkede reformasyon hareketleri ciddi karışıklıklara yol açmaktadır. Aynı zamanda bölgede Protestanlık hâkim mezheptir. İngiltere’deki Anglikanizm, emprisist felsefeye ve özgürlük düşüncesine çok müsait iken Almanya’daki Protestanlık yeni olduğu için her yeni mezhepte olduğu gibi bir direnci içinde taşımaktadır.
Fransa’da Katolikliğe Fransız düşünürlerin saldırısı müthiş boyutlara varıyor. Aydınlanmadaki tipik düşünce şudur; bir aydınlanma düşünürü kiliseye değil inanca bakmalıdır. Din ile kiliseyi, inançla hurafeyi birbirinden ayırmalı ve bir aydınlanma düşünürü kilisenin ve genel olarak onun çerçevesinde gelişmiş olan inançların hurafeye yaklaşmasından rahatsız olmaktadır.
Dolayısıyla kendisine bir mesafe koyar ve bu mesafe sebebiyle de hemen kilisenin dogmalarına saldırmaya başlar. İşte bu, aydınlanma düşünürünün tipik tavrıdır. Fransa’da, İngiltere’de ve Almanya’da da durum bu şekildedir, ancak Almanya’da bu durum daha çekingen bir hal almaktadır. Almanya aydınlanmasının yukarıdan aşağı doğru inmekte olduğundan söz etmiştik. Bu durum şu şekilde gerçekleşmektedir. Mesela Almanya’da en önemli aydınlanma düşünürlerini koruyan ve savunan Prusya Kralı Büyük Friedrich’tir.
Wolff’un üniversitedeki görevine son verildiğinde Prusya Kralı onu aydınlanmacı olduğu için tekrar çağırarak görevine iade etmiştir. Tepeden inme bir aydınlanma söz konusudur, aydınlanmış bir despotun aydınlanma dayatması bulunmaktadır. Meşhur filozoflardan biri olan Kant, Almanya’daki aydınlanmanın koruyucusu olarak Büyük Friedrich’i ilan etmektedir ve eserlerini de ona ithaf etmektedir. Fransa’da ise durum daha farklıdır. Fransa’da soylular sınıfı, yönetimle ciddi çatışmalara girmişlerdir çünkü Fransa aydınlanmayı radikalleştirmektedir. Fransa, aydınlanmayı en radikal biçimde yaşayan ve devrime kadar giden süreci yaşayan bir ülkedir.
Almanya’daki durumu cehâlet olarak tanımlayabiliriz. Lakin bu cehâlet kavramını tırnak içinde kullanmamız gerekmektedir. Mesela Stefan Zweig, ‘Roterdamlı Erasmus’un Zaferi ve Trajedesi’ isimli eserinde reformasyon hareketinin en önemli din adamı Luther’i Erasmus karşısında bir despot olarak göstermektedir.
Buna örnek olarak Galilei’nin getirdiği yeniliklere Luther’in çok ciddi tepkiler göstermesini sunabiliriz. Diğer yandan Fransız din reformcusu ve Kalvenizmin kurucusu Jean Calvin, Kalvenizme karşı çıktığı için Miguel Servet’e karşı düşman oluyor ve onu yaktırtıyor. Protestanların ‘felsefeciler ve aydınlanmacılara kapımız açık’ tarzında bir eğilimleri söz konusu değildir.
Zaten içeride ciddi bir çatışma ve üniversitelerde de ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Yani Protestanlığı hoşgörü dini, bütünüyle kapılarını özgür düşünceye ve düşünürlere açmış gibi görmemek lazımdır ama yine de bir aşama katedildiğini de söylemeden geçmemek gerekir. Buradaki aşama şu şekildedir; kiliseye, ruhban sınıfına, otoriteye karşı bir hareket var lakin bu hareket merkeziyetçiliğe karşı olmaktadır. Luther sonuçta prenslere yanaşıyor, halka yanaşmamaktadır.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer Yıldırım