Orta Çağ’da bilim
Pek çoğumuzun Orta Çağ karanlığı olarak bildiği bu dönem, Rönesans’ın başladığı söylenen MS 13. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu dönem Avrupa için karanlık iken özellikle 8-11. yüzyıllar arası İslam uygarlığının zirve yaptığı yıllardır. Bu dönemi çok uzun irdelemek gerekmektedir.
Orta Çağ uygarlığı kendinden önceki uygarlıkların tüm sermayesini mistisizm ile birleştirdiler. Platon’un mistik evren düşüncesi, Hristiyanlığa oldukça iyi bir malzeme sağladı. Dönemin Avrupa için neden karanlık çağ olarak adlandırıldığını idealizm’in tüm akıl dışı yaklaşımlarının sergilenmesi olarak belirtmek bu noktada yeterlidir.
Aynı dönemde İslam uygarlığı Antik Yunan’a ait eserleri çevirmiş ve bu kaynaklardan yararlanarak katkıda bulunmuştur. Aynı dönemde, Atina okulları 6. yüzyılda laik nitelik taşıdığı için kapatılmıştır. Dönem içinde coğrafi farklılıklardan dolayı her yerde bilimsel düşüncenin hor görüldüğü söylenemez ancak burada sadece temel kaba çizgiler çizilmektedir.
Elbette bu dönemin toplumsal yapısı da farklıdır. Merkezî otoritesi son derece güçlü olan Roma artık yerini feodal bir sisteme bırakmaya başlamıştır. Bu sistemde merkezî otorite güçlü olmayıp Kral, onun altında yerel yöneticiler (soylular, derebeyleri) ve onların mülkleri üzerinde çalışan en alt sınıf bulunmaktadır. Burada merkezde kral olmasına rağmen soylular ile güç paylaşımı içinde hareket ediliyordu. Hristiyanlığın kabulü ile elbette kilisenin gücü tartışılmazdı. Konumlanma açısından din eskisinden daha güçlü ve toplumun yaşamını düzenleyen bir araç hâlini aldı. Öyle ki Papa’nın kralı dinden çıkarma yetkisi bile vardı.
Bu dönem içinde İslam toplumdaki bilim anlayışı Hristiyan toplumu ile öyle ya da böyle etkileşim hâlinde idi. Örneğin, Fransa’da 8. yüzyılda tüm kiliselerin birer okul açmasına karar verildi. Daha sonra bu okullar günümüz laik okulların temeli sayıldı (Yıldırım, 2012).
Sekizinci yüzyıldan 15. yüzyıla kadar Skolastik Felsefe Avrupa’ya hâkim oldu. Bu konu bu kadar basit geçilecek bir konu değildir. Ancak Skolastik felsefenin, dozları değişen düzeyde dinsel dogmaların, felsefi bir sosla kabulüne yönelik olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Bunun en belirgin çabasını Aquinolu Tomas 13. yüzyılda göstermiştir. Tommaso, akıl ile imanı yani aslında kabul (usa dayalı) ile inancı uzlaştırmaya çalışmıştır (Lecourt, 2013, s.13).
Orta Çağ Avrupa’sında Hristiyanlığın baskın etkisi bilimsel çalışmaları olumsuz etkiledi. Bu dönemde bilim yapma yerine dinsel dogmaların akılla açıklanma yolu seçildi. Öte yandan doğuda İslam’ın bilim üzerine etkisi oldukça pozitifti. Bilim gerek Müslüman gerekse Müslüman olmayan bilim insanlarının ortak çabalarıyla gelişmeye başlamıştır. Özellikle Antik Yunan, İran, Hint ve diğer medeniyetlerden yapılan bilimsel çeviriler bu gelişimin önemli unsurlarıdır.
Ne yazık ki amaçsal bir açıklama tarzı işe yaramadı. Burada çok basit şekilde su var çünkü canlılar için gerekli tarzı bir açıklamadan bahsediyoruz. Ancak şunu da belirtmekte yarar var: bilgi ve inanç arasındaki farkın belirginleşmesi, akıl ve inancın ayrılması gerekliğinin başlangıcı olmuştur. Elbette bu yeni bir dönemin kapısını aralamıştır.
Kaynak: ÇOCUK, BİLİM VE TEKNOLOJİ, s. 10-11, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3406 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2257