Kurumsal sanat anlayışı
Kurumsal sanat anlayışı “evrensel sanat” tasavvurundan uzaklaşarak neyin sanat eseri olarak görüleceğinin zamana ve yere bağlı olarak değiştiğini savunur. Amerikalı felsefeci George Dickie tarafından geliştirilen bu görüş de felsefi estetiğin dışında bir yere konumlanır, daha doğrusu felsefeyle sosyoloji arasında tam ortalarda bir yerde bulunur.
Kurumsal sanat anlayışı, felsefi estetik ile sosyoloji arasında bir yere konumlanır.
Dickie’nin sanat anlayışı, Shakesepeare’in Macbeth’i, Beethoven’ın Dokuzuncu Senfoni’si, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’i türünden on binlerce, hatta daha yerel ya da ulusal düzeyde sanat eseri olarak kabul gören yüz binlerce farklı şeyin hepsinin birden nasıl olup da veya hangi temel üzerinde sanat eseri olarak görülebildiğini açıklama çabasından doğmuştur. Teori, geçmişte sanat eseri olarak görülmüş, bugün aynı şekilde değerlendirilen bu binlerce farklı sanat eserinin ortak olarak iki farklı şeye sahip olması gerektiğini öne sürer:
(i) Eserin insan elinden çıkma bir şey olması ve
(ii) ona sanat eseri statüsü verecek bir sanat dünyasının varlığı.
Buna göre, sanat eseri olarak kabul edilen bütün bu farklı nesneler, her şeyden önce insan yaratısı olan, yani doğada hazır bulunmuş olmaktan ziyade, üzerinde şu ya da bu ölçüde çalışılmış olan eserlerdir. Dickie hepsi için genel bir kategori olarak “insan elinden çıkma eser” deyimini kullanır. Terimi oldukça gevşek bir anlam içinde kullanan Dickie, denizin karaya atmış olduğu, kıyıdan alınarak sanat galerisinde sergilenen bir tahta parçasının bile, üzerinde çalışılmış bir ürün olmak anlamında “insan elinden çıkma bir eser” olabileceğini ima eder.
İkinci ve çok daha önemli koşul ise insan elinden çıkma bu ürüne sanat eseri statüsü atfedecek olan bir sanat dünyasının varlığıdır. Çünkü bir nesnenin sanat eseri statüsü kazanabilmesi için gerek koşul onun insan elinden çıkmış olması ise esas önemli koşul, sanat dünyasının varlığıdır. Kurumsal sanat anlayışı, insan elinden çıkma bir nesnenin, onu sanat eseri olarak belirlemeye yarayan hiçbir özelliğinin olmadığını öne sürerken nesneye sanat eseri statüsünün sanat dünyası tarafından verildiğini öne sürer. Dickie sanat dünyasını “sanatçılar, yönetmenler, müze müdürleri, galeri sahipleri, yayıncılar, müze ziyaretçileri, eleştirmenler, sanat filozofları benzeri” biçiminde oldukça gevşek bir tarzda organize olmuş olsalar da birbirleriyle her şeye rağmen sanat ekseni üzerinde ilişkili olan insanlar kümesi olarak tanımlar. Bütün bu insanların ortak özellikleri onların sanata besledikleri ilgi, bu ilgi temeli üzerinde sanat dünyasının kabul görmüş temsilcileri olmaları ve insan elinden çıkma birtakım eserlerin statüsü üzerinde anlaşmalarıdır.
Kurumsal sanat anlayışının temel kavramı “sanat dünyası” kavramıdır.
Sanat dünyasının her durumda belli bir otoriteye sahip olan üyeleri, insan elinden çıkma birtakım ürünleri, deyim yerindeyse “vaftiz etme” ye benzer bir muameleye tabi tutarak onlara sanat eseri statüsü veya en azından “kıymet biçilmeye ya da estetik takdire aday olma” statüsü yüklerler. Başka bir deyişle, teori toplumdaki bazı birey ya da grupların insan elinden çıkma herhangi bir eseri bir “vaftiz etme” eylemi yoluyla bir sanat eserine dönüştürme güç ve yeteneğine sahip bulunduğunu ileri sürer. Söz konusu “vaftiz etme” eylemi ise bir şeye sanat adını verme ya da çoğunluk eseri yayınlama veya sergileme şeklinde tezahür edebilir. Söz gelimi ünlü bir sinema eleştirmeni veya eleştirmenler grubu, son derece sıradan, sinematografik özellikleri oldukça sınırlı bir filmi, neredeyse bir şaheser düzeyine yükseltip milyonlarca insanın o filme gitmesine yol açabilir. Veya çok nitelikli bir film, eleştirmenler tarafından yerine dibine sokulduğu için, onun gişe başarısı çok düşük kalabilir. Kurumsal sanat anlayışı, işte bu çerçeve içinde insan eliyle yaratılmış birtakım nesnelerin başlangıçta sanat eserleri olarak yaratılmamış oldukları düşüncesi üzerine yükselir. Sözgelimi Orta Çağ’ın sanat eserleri veya antik eserler modern sanat kavramı oluşturulmazdan önce yaratıldılar. Demek ki onlara sanat eseri statüsü sonradan verilmiştir; buna mukabil, bir zamanlar sanat eseri olarak değerlendirilmiş olan ürünlerden sanat eseri statüsünün sonradan alındığı da çok olmuştur.
Kurumsal sanat anlayışı, iyi sanat kötü sanat arasında bir ayrım yapamadığı ve sanatı tanımlarken döngüsellik yanlışına düştüğü için eleştirilir.
Kurumsal sanat anlayışı, en az iki bakımdan eleştirilmiştir. Birinci eleştiri noktası, onun hemen her şeyin bir sanat eseri haline gelebilmesine izin vermek suretiyle, iyi sanat ile kötü arasında bir ayrım yapamamasıyla ilgili bir eleştiridir. Çünkü insan elinden çıkma bir esere, sanat dünyasının üyeleri tarafından vaftiz edilmek suretiyle sanat eseri statüsünün verilmesi, onun iyi bir sanat eseri olduğu anlamına gelmez. Buna göre kurumsal sanat anlayışı sadece bir nesneyi sanat eseri adını verdiğimiz şeyler sınıfı içine yerleştirmekle yetinir. Başka bir deyişle, kurumsal sanat anlayışı sanatın normatif boyutuyla hiç ilgilenmez. Bununla birlikte, unutulmamalıdır ki “sanatın ne olduğunu” soran insanların büyük bir çoğunluğu, sadece neye sanat dediğimizle ilgilenmeyip bizim neden, başkalarına değil de belirli birtakım nesnelere değer verdiğimizi bilmek isterler. Oysa kurumsal sanat anlayışı bu türden değer biçici soruları gündemine hiç almaz. Teorinin, neyin sanat eseri olarak görülebileceği konusunda hemen her şeye açık olması durumunu, bazıları onun en büyük meziyeti, bazıları ise en ciddi kusuru olarak değerlendirir.
Kurumsal sanat anlayışına karşı çıkanlar, ikinci olarak yaklaşımın, tıpkı anlamlı form kuramı gibi, döngüsel bir sanat tanımından muzdarip olması olgusuna gönderme yaparlar. Buna göre, teori, sanat dünyasını meydana getiren otoritelerin kendisine sanat eseri statüsünü vermeyi uygun gördükleri şeyin sanat olduğunu söyler. Söz konusu insanları sanat dünyasının üyeleri yapan şey ise onların insan elinden çıkma bir şeye sanat eseri statüsü yükleyebilme kapasiteleridir. Durum böyle olduğunda, teori “sanat eseri” ile “sanat dünyasının üyesi” terimlerini birbirleri yoluyla tanımlama hatasına, yani bir döngüsellik yanlışına düşmüş olur.
Kaynak: FELSEFE, s. 179-181, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2487 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1458