John Stuart Mill’in Özgürlük İdeali ve Özgürlük Anlayışı
Mill’e göre (kendisi de onlardan biriydi), dâhiler, gelişmek için geri kalanımızdan daha fazla özgürlüğe ihtiyaç duyar.
Nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgili toplumsal beklentilere nadiren uyarlar ve sıklıkla eksantrik görünürler. Eğer onların gelişimine ket vurursanız, o zaman hepimiz kaybederiz çünkü topluma yapabilecekleri katkıları yapamaz hale gelirler. Dolayısıyla mümkün en büyük mutluluğa ulaşmak istiyorsanız, bırakın insanlar kendi hayatlarına istedikleri gibi yön versinler; elbette eylemleriyle diğer insanlara zarar vermemek şartıyla. Eğer yaptıkları şeyi gücendirici buluyorsanız, bu onların yaşamına müdahale etmek için geçerli bir sebep değildir. Mill bu noktayı çok net göstermiştir: Gücendiricilik zarar vermekle karıştırılmamalıdır.
Mill’in yaklaşımının bazı rahatsız edici sonuçları vardır. Diyelim ki ailesi olmayan ve her gece iki şişe votka içmeye karar veren bir adam var. Bu kadar içki içmenin onu öldüreceğini görmek çok da zor değildir. Yasalar araya girerek onu durdurmalı mı? Mill “hayır” der, başka birine zarar vermediği sürece olmaz. Onunla tartışabilirsiniz, ona kendisini mahvettiğini söyleyebilirsiniz. Ne var ki hiç kimse onu kendi seçtiği yolu değiştirmeye zorlamamalı ya da devlet onun içerek hayatını mahvetmesini engellemeye çalışmalıdır. Bu, onun özgür seçimidir. Eğer bir çocuğa baksaydı, bu onun özgür seçimi olmazdı; ancak ona bağlı olan kimse olmadığı için istediğini yapabilmelidir.
Nasıl yaşayacağımın konusunda özgür olduğumuz gibi, Mill istediğimiz gibi düşünmekte ve konuşmakta da özgür olmamız gerektiğini düşünüyordu. Açık tartışmalar toplum için çok yararlıydı çünkü insanları, inandıkları şeyler hakkında düşünmeye zorluyorlardı. Görüşlerinizi karşı görüşlere sahip insanların meydan okumasına açmazsanız, muhtemelen onları gerçekten savunamayacağınız “ölü dogmalar,” önyargılar olarak kabul etmek durumunda kalırsınız. Şiddeti teşvik edecek noktaya gelmemesi koşuluyla ifade özgürlüğünü savundu. Bir gazeteci, “mısır tüccarları fakirlerin açlıktan ölmesine neden oluyor” diye yazma özgürlüğüne sahip olmalıydı. Ne var ki bir mısır tüccarının evinin basamaklarında durup aynı sözcüklerin yazılı olduğu bir pankartı kızgın bir kalabalığın önünde sallarsa o zaman şiddeti teşvik ettiği anlamına gelirdi, dolayısıyla Mill’in Zarar ilkesi gereği yasaklanmalıydı. Pek çok kişi Mill’e katılmıyordu. Bazıları, Mill’in özgürlüğe yaklaşımının bireylerin kendi hayatları hakkında ne hissettiği konusuna fazla önem verdiğini düşünüyordu (örneğin Rousseau‘nun özgürlük kavramından çok daha fazla bireyselcidir). Etrafındaki bazı insanlar, kadınların doğal olarak erkeklerden daha aşağı varlıklar olduğunu iddia ediyordu. Mill, kadınların tam potansiyellerine erişmeleri çoğu kez engellenirken, bunu nasıl bilebileceklerini sordu: Yüksek eğitimden ve birçok meslekten uzak tutuluyorlardı. Mill, cinsiyetler arasında daha fazla eşitlik olmasını istiyordu. Evliliğin, denkler arasındaki bir arkadaşlık olması gerektiğini savunuyordu. Dul bir hanım olan Harriet Taylor’la evliliği böyleydi. ilerleyen yaşlarda yaptığı bu evlilik her ikisine de büyük mutluluk getirmişti. Harriet’in ilk kocası hayattayken ikisi çok yakın arkadaşlardı (belki de sevgiliydiler) ama Mill onun ikinci eşi olabilmek için 1851 yılına dek beklemek zorunda kalmıştı.
Mill’in yararcı felsefedeki revizyonları, bireysel özgürlükle ilgili düşüncelerinin her aşamasında yer almıştır.
Özgürlük Üstüne (On Liberty) adlı eserinde onun temel kaygısı, demokratikleşmenin etkileri ve siyasal bir ideal olarak özgürlüğün değişen rolüdür (Iain 2004: 451). Mill’in özgürlük idealini anlayabilmek için “özgürlük” teriminin üzerinde durulması gerekir. İngilizcede kendi kendini yönetmek anlamına gelen “autonomy” terimi Türkçede “bağımsızlık” olarak karşılanmaktadır. Yine İngilizcedeki “freedom” (özgürlük) ve “liberty” (serbestlik) ayrımına bakıldığında, “serbestlik” ten bir dış koşulun, keyfi kısıtlamanın olmaması anlaşılır ve “serbestlik” bireylerin kontrolünde olmayan dış koşullarla ilgilidir. Bunun yanında “özgürlük” ten ise bireyin, kendi kendini kontrol edebilecek güce sahip olduğu ya da tepkilerini kontrol edebildiği, sorumlu olduğu, bağımsızlık denilen bir iç koşul anlaşılır. Bireyler özgürlüklerinden habersiz olabilir, hatta vazgeçebilir. Ama içsel bir durum olarak özgürlük, bireylerde daima vardır ve istendiği zaman pratiğe geçirilebilir.
Özgürlük, dışarıdan kontrol edilebilen bir şey değildir (Capaldi 2011: 261). Bağımsız olmak demek, bir kişinin nasıl bir insan olmak istediğine ilişkin seçim yapabilmesi özgürlüğünü, özgür bir insanın hem bu özgürlüğe aykırı davranmayacağını hem de davranamayacağını kabul etmesi ve kişinin kendi hareketlerinin sorumluluğunu üstlenmesi demektir. Serbestlik söz konusu edildiğinde savunulan temel argüman, özgürlüğün ya da bağımsızlığın var olmasıdır. Bu durumda serbestlik, insanlara özgürlüklerini gerçekleştirme ve hayata geçirme olanağı verdiği sürece iyidir (Capaldi 2011: 261-262). Yani serbestlik, tek başına bir amaç olmayıp, bağımsızlık anlamındaki özgürlük, başlı başına bir amaçtır. Mill açısından insan özgürlüğünün üç özel alanından bahsedilir. Bu alanlardan ilki, tüm zihinsel, ahlaki veya dinsel konularda mutlak düşünce ve duygu özgürlüğünü gerektiren bilincin iç alanına giren vicdan özgürlüğüdür. İkincisi, beğenilerde ve uğraşılarda özgürlük, yani insanın yaşamını kendine uygun bir şekilde, başkalarına zarar vermemek koşuluyla tasarlamasıdır. Son olarak üçüncüsü de başkalarına zararı olmayan herhangi bir amaç için bir araya gelme özgürlüğüdür (Mill 2000: 24). O halde hükümet şekli ne olursa olsun, bu özgürlüklerin kayıtsız şartsız var olmadığı hiçbir toplum özgür sayılmaz.
Bireysel yarar ve toplumsal yarar arasındaki ilişkinin odak noktasını, bireyin özgürlüğünün herkesin özgürlüğüyle uyumlu olması oluşturur. Mill, toplumun bireye karşı zorlama ve denetim biçimindeki davranışlarına ölçü olarak şu ilkeyi öne sürer: “İnsanların, birey birey ve toplu olarak, aralarından herhangi birinin hareket serbestliğine müdahalelerine izin veren biricik gaye öz varlığı korumadır. Uygar bir topluluğun herhangi bir üyesi üzerinde onun arzusuna rağmen kuvvetin haklı olarak kullanılabileceği tek amaç, başkalarına gelecek zararı önlemektir’’ (Mill 2000: 21). Bu bağlamda bir kimseye herhangi bir eylem veya düşünceyi dayatmak kabul edilebilir değildir ki, bunun tek istisnası bir başkasına gelebilecek tehlikeyi önlemektir. Çünkü birey, kendi bedeni ve zihin dünyası üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Dolayısıyla özgürlük, kişilerin başkalarının mutluluğa ulaşma çabalarına engel olmaya kalkışmadan kendi iyiliğini, kendi bildiği yolda aramasıdır (Mill 2000: 24-25).
Mill’in Özgürlük Üzerine eserinde yer verdiği düşünce ve tartışma özgürlüğü yukarıdaki tartışmalar ışığında, aynı ilkeye göre temellendirilir. Düşüncelerin ne hükümet tarafından yasal olarak ne de toplum tarafından çeşitli yaptırımlarla bastırılması ya da susturulması onaylanmaz. “Eğer bir teki dışında bütün insanlar aynı düşüncede olsalar ve yalnız bir kişi karşıt düşüncede olsa, nasıl bir kişinin, elinde güç olduğu takdirde, insanları susturmaya hakkı yoksa, insanların da bu tek kişiyi susturmaya daha fazla hakkı yoktur” (Mill 2000: 29). Bir düşüncenin susturulması, insanlığa karşı yapılmış bir kötülüktür. Çünkü düşünce doğruysa insanlar yanlış olanı doğru olanla değiştirme imkanından yoksun bırakılırlar; eğer düşünce yanlışsa da doğrunun yanlışla çarpışması sonucunda onun daha açık olarak anlaşılmasını ve daha da güçlenmesi engellenir (Mill 2000: 30). Yine de her ne olursa olsun düşünceye yapılan baskı hiçbir fikri öldüremez, doğru bir düşünce uygun koşullar oluştuğunda yok edilemeyecek kadar sağlam bir şekilde ortaya çıkar. Hem bireysel hem de toplumsal gelişmenin en önemli koşulu olan düşünce özgürlüğü, insanların zihinsel olarak varabilecekleri en üst noktaya ulaşabilmeleri için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Mill’in özgürlük ile ilgili düşüncelerinin bir diğer odağı ise kadın erkek ayrımcılığı üzerinedir. Bu konudaki görüşleri özgürlük görüşüyle paralel olan Mill, bu ayrımcılığa kesin bir şekilde karşı çıkar ve toplumsal yarar açısından değerlendirildiğinde, birinin diğerine üstünlüğünü toplumsal gelişmenin önünde bir engel olarak görür. Bu konuda devrine göre radikal karşı çıkışlarda bulunan Mill, ayrımcılığa yönelik “Kadınların Köleleştirilişi” adında bir de makale kaleme alarak, oy hakkını da içine alacak şekilde kadınların birtakım haklara sahip olması için mücadele etmiştir.
Mill’in iktisadi özgürlük düşüncesi ise özgürlük anlayışının bir uzantısı olarak, bireylerin iktisadi faaliyetleri olan meslek seçme, iş kurma, işçilerin sendikaya girme ve greve katılma, kendi iş güçleriyle üretime dahil olmalarını içine alır. Mill, “laissez faire” ilkesini desteklemesine rağmen, yaşadığı dönemin şartlarını göz önüne alarak kapitalist sistemin serbest piyasa, özel mülkiyet, üretim gibi kavramlarını eleştirir ve bireylerin iktisadi özgürlüklerinin, devletin mülkiyeti koruma ve güvenliği sağlama görevini kısıtlayacak ölçüde genişletilmesine karşı çıkar (Baum 2007: 105). O, iktisadi faaliyetlere devletin aşırı müdahale etmesine karşı olsa da zararlı iktisadi faaliyetleri önlemek amacıyla yapılan devlet müdahalesini savunur ve bu müdahalenin iki türünü birbirinden ayırır. İlkinde devlet, bütün bireylere bazı şeyleri yasaklayabilir ya da onların yapılmalarına kendi kurallarına göre izin verebilir ve bireyi kontrol altına alır. Bu devletin otoriter müdahalesi olarak adlandırılır. Diğer müdahale türü olan otoriter olmayan müdahaleye göre ise devlet cezalarla bireyleri kontrol altına almaz, bunun yerine bireyleri, bilgilendirip onlara tavsiyede bulunarak hedeflerinin peşinde gitmeleri konusunda özgür bırakır (Mill 2001: 1091). İkinci şekilde işleyen bir iktisadi yapıda Mill’e göre özgürlüğün üç önemli yönü ortaya çıkar. Birincisi, zihinsel özgürlük yoluyla bireylerin kendi kişiliklerini, tercih ve zevklerini geliştirmeleri; ikincisi, bireylerin kendi hedeflediği yaşamı kurmaları için kaynaklar üretmeleri; üçüncüsü ise yine bireylerin iktisadi girişimlerinde özerkliklerini sağlayacak fırsatları yaratabilmeleridir (Baum 2007: 108). Diğer bir ifadeyle iktisadi özgürlük, bireylerin kişisel özgürlüklerini, kendi arzuladıkları yaşam hedeflerine ulaşma çabalarını ve onların iktisadi girişimlerini içine alır.
Söz konusu özgürlüklerin sağlanamadığı bir kapitalist sistemde, çalışan ve işveren arasındaki kazanç bölüşümü emekle bağlantısız olarak adaletsiz bir şekilde ortaya çıkar. Bu durum hiyerarşik ve paternalist bir düzeni meydana getirerek işçileri işverenlere bağımlı kılar. Mill, sadece sermaye sahibinin sözünün geçtiği ve işçinin yönetimde yer almadığı bir sisteme karşıdır. Bu bağlamda o, işçilerin sosyal mevkilerine ilişkin çatışan iki teoriyi birbiriyle kıyaslar. Bunlardan ilki, “bağımlılık ve koruma” diğeri de “kendi kendine yönetebilme” olarak adlandırılır. İlk teoriye göre fakirlerin, kendi kaderlerini tayin etme hakkı yoktur. Zenginlerin, bir orduyu oluşturan askerlerin kumandanı gibi fakirlerin sorumluluklarını üstlenmeleri, görev olarak kabul edilir ve zenginler, fakirlerin ebeveynleri olarak çocukları gibi onları baskı altına alır (Mill 2001: 885-886). Dolayısıyla işçilerin özgürlüklerinin sınırını işverenler belirler. Oysa Mill, modern toplumda özgürlüğü üst düzeye çıkarmak için işçi sınıfının ikinci teoriye, yani kendi kendini yönetme teorisine göre yönetilmesi gerektiğini düşünür. Mill’in bu düşünceleriyle, işçi ve işverenin işbirliğine dayalı “işçi kooperatiflerini” savunan pek çok sosyalist düşünürün etkisinde kaldığı söylenebilir. Bunlardan en çok yakınlık duyduğu sosyalist isim olan Charles FOURIER’in fikirleri, kimi yönleriyle kapitalizmle örtüşmektedir (Capaldi 2011: 220). Özel mülkiyete karşı olmayan FOURIER, sanayi faaliyetlerinde bir ana unsur olarak işçilerle işverenlerin, kendileri tarafından seçilmiş patronların rehberliğinde yürütülen işbirliğine dayalı bir üretimin paylaşımını savunur. Mill de bu işbirliğine paralel bir şekilde, işçilerin eşitliği, işletmeyi ayakta tutacak sermayenin kolektif sahipliği ve kendileri tarafından seçilmiş ve değiştirilebilir yöneticilere bağlı olarak çalışması temelinde işbirliğine dayanan işçi kooperatiflerini önermektedir. Bu şekilde o, işçi ile işveren arasındaki sınıf ayrımını ortadan kaldıracak ve işçileri girişimcilere dönüştürecek, bütünüyle girişimciliğe dayanan bir ekonomi tasarlar (Capaldi 2011: 221). Nitekim Mill, kooperatiflerin tiranlığa karşı demokrasiyi pekiştireceğine inanır.
Mill, özgürlük anlayışında bireye sadece serbestlik tanımaz, bireylerin gelişimi için devletin birtakım ödevlere sahip olduğunu da düşünür. Devlet, eğitimden mahrum kalan kişilere bu imkânı sağlamakla yükümlüdür. Çünkü eğitim, kişinin doğuştan gelen eşitsizlikleri hafifletmesinin bir yolu olarak görülür. Bireyin yeteneklerini köreltmediği sürece okullar ve resmi eğitim, kişiyi bireyselliğe ve özerk bir varlık olmaya yönelten birer araçtır. Bu düzlemde Mill iki uçlu bir eğitim politikası önerir. Öncelikle devletin, tüm bireylerinin zihinsel özgürlüğe ve kendi yaşam hedeflerine ulaşmalarını sağlayacak eğitim olanaklarını garanti altına alma sorumluluğu vardır. İkinci olarak da devletin, iktisadi faaliyetleri düzenleme rolü kısmen bireylerin eğitimine, en geniş anlamıyla kişisel gelişimlerine yönelik politikalar tarafından belirlenmelidir (Baum 2007: 129- 130). Fakat devlet, eğitim olanaklarını oluştururken bunun tekel haline gelmesine engel olmalıdır. Aksi takdirde geniş kontrol yetkisi bireylerin düşüncelerine zarar vererek, zihinsel özgürlüklerini ortadan kaldırır.
Son olarak Mill’in Özgürlük Üstüne eserinde pek çok düşüncesiyle negatif özgürlük taraftarı olduğu söylenebilir ancak bu ifade eksik olacaktır. Daha çok klasik liberallerin tercih ettiği, özgürlüğü müdahaleden bağımsızlık olarak gören negatif özgürlük, Mill’in özgürlük anlayışını tam olarak ifade etmez. Onun için özgürlük, insanın kendi potansiyelini gerçekleştirebilmesiyle ilgilidir. Yazılarında farklı ve zıt kesimlere seslenen Mill, bir kesim tarafından kapitalizm savunucusu, bir kesime göre de sosyalizm taraftarı olarak değerlendirilmiştir. Öz itibariyle denilebilir ki, Mill yetkileri sınırlandırılmış, özgürlükleri güvence altına alan, bireysel haklara saygılı ve serbest piyasa ekonomisine dayalı liberal bir devleti savunmaktadır.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; GŞÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi, Bahar 2014, S. 2