İslam ve Modernleşme
Türk modernleşme sürecinde din daima netameli bir konu oldu. Dinin kesiştiği toplumsal yapılar, modernleşmenin gidişatını kolaylaştırıcı bir öge olarak görülmez.
Batılılaşmaya yönelik olarak ortaya çıkan eleştirel karşı çıkışlar da gericiliğin ve arkaik düzen özlemlerinin birer yansıması olarak değerlendirilip reddedilir. Böylece gericilik, arkaik düzen özlemcilerinin ve dini, ayrıcalıklı bir söylem olarak kullananların yegâne sıfatı olur. Modernleşme uzunca bir süre din karşıtı söylemler için kullanılmıştır.
Modernleşme yanlıları bu yolda engel olarak gördükleri her yapıyı reddetmekten çekinmemişlerdir. Bu birimler arasında din, ön sırada yer almaktadır. Geleneksel zihniyet yapıları, örf, âdet ve hiç kuşkusuz din, modernleşme karşıtı söylemlerin kaynağı olarak görülmekte ve reddedilmektedir. Dinin modernleşme ekseninde ele alınışı, genellikle onun olumsuz bir şekilde tanımlanmasıyla biçimlenir. Çünkü din öteden beri modernlik karşıtı bir söylem ve yaşam biçimidir; bu nedenle de hiç kuşku duyulmaksızın üstüne gidilmelidir.
Batılılaşmayı meşrulaştırma çabası, Osmanlı modernleşmesinde dine araçsal bir rol yüklemekle başlamıştır. Ancak bu destek, Batı karşısında kendini koruma reflekslerinin bir zorlaması olarak dikkat çeker. Günümüzde ise durum oldukça farklıdır. Dini modernlik üzerinden ele alma girişimi yakın zamanlarda daha sık gündeme gelmektedir. Dinin, modernleşmenin başat bir ögesi olabileceğine ilişkin görüş, rasyonel dinselliğin öne çıkardığı bir eğilim olarak dikkat çekmektedir. Öyle ki artık çağdaş İslam hareketleri içinde modernliği onaylayanların sesi de onu reddedenler kadar gür çıkmaya başlamıştır.
Modernliği dinî önceliklerle onaylama çabası, İslam’ın öteden beri modern olan tabiatını deşifre etmeye ve kanıtlamaya çalışır. Osmanlı modernleşmecilerinin İslam’ın ilerlemeci yönlerine dair keşif ve gözlemleri yeniden güncellenir ve din böylece modernliğin başat bir ögesi hâline getirilir. Öyle ki, giderek dinsiz bir modernleşmenin imkânı olmadığı kabul edilir. Bu çerçevede İslam, bir din olarak modernleşmeyi tamamlayan bir ögeye dönüştürülür. Sonunda modernleşme girişimlerinin dinselleşmesi söz konusu olur.
Türk modernleşmesi, Osmanlı dinselliğiyle olan ilişkisinde de sorunlu bir geçmişe sahiptir. Osmanlı’nın dinsel müştemilatı, gerekli ilerlemeyi sağlayamamış; din, muasır devletlerle rekabet hususunda, modern taleplere çoğu zaman ayak bağı olmuştur. Bu nedenle, çağdaşlaşma projesinin Osmanlı toplumsal yapısındaki görünümü, dinin işlevselliği hususunda yeterli bir açıklama sunmaz. Aslında Osmanlı modernleşmesi, özgül bir Batılılaşmayı ümmetin kurtuluşu için gerekli saymıştır. Ne var ki bu Batılılaşma, her şeyden önce kendine özgü oluşuyla dikkat çeker. Batı’nın fenni alınacak, ancak ahlakı reddedilecektir. Merkezinde dinsel hassasiyetlerin etkin olduğu bu niyetin gerçekleştirilmesinde Batılılaşma hiç kuşkusuz sadece bir araç olacaktır. Bu yoldaki adımların meşruiyeti için de sık sık dine başvurulur ve Dinî Mübîni İslam’ın (apaçık, doğru din İslam) esenliği için Batılılaşmadan medet umularak bu yöndeki projeler daha fazla vakit kaybetmeksizin hayata geçirilir.
Cumhuriyet modernleşmesinde ise durum tam tersi istikamete doğru yön değiştirmiştir. Artık modernleşme asıldır ve din, gerektiğinde bu niyet için kullanılabilecek bir işleve sahiptir. Asıl hedef çağdaş uygarlık düzeyini yakalamaktır. Bu hedefin kendisi bile modernliğin bir parçasıdır ve yalnızca Batılılaşmayla bu hedefe sağ salim ulaşılabilecektir. Yeni rejimin modernleşme konusundaki ısrarı çok geçmeden geleneğin dinsel ifadelerle gerekçelendirilmiş bir tepkisi ile karşılaşacaktır. Geleneksel muhalefet güncellenmiş itirazlarını dinsel bir söylem eşliğinde kuracaktır. Sloganlaştırılan kaygılar, dinsel duyarlılıkları harekete geçirmekte etkileyici unsurlardan biridir. Radikal modernleşmeye karşı direnç gösteren geleneksel/toplumsal refleksler karşısında Cumhuriyet’in kendi referans sistemini harekete geçiren karşı çıkışları bulunacaktır.
Modernliğin teminatları arasında sayılan laiklik ile dinin siyasal bir referans olmaktan çıkarılması hedeflenirken, sekülerlik ile de toplumsal hayattan uzaklaştırılması arzulanır. Devleti ve gündelik hayatı dinselliğin çekim gücünden koparan politik irade, böylece kamusal emniyeti tesis etmeyi tasarlamaktadır. Türk modernleşmesindeki laiklik anlayışında, dinin devlet işlerinden ayrılması yeterli görülmemektedir Çünkü İslam, gündelik hayatı kurma ve kuşatma konusunda oldukça dünyevi sayılabilecek özgül bir boyuta sahiptir. Bu nedenle İslam’ın gündelik hayata ilişkin bağlayıcılığı önemlidir. Tarihsel veriler ve sosyolojik göstergeler bunun söz konusu niyete uygunluğunu kanıtlamaktan uzaktır. Toplumun dinsel aidiyetlerinden uzaklaştırılmasına ilişkin radikal laiklik uygulamaları, geleneğin din ile buluşan arka plânı karşısında hızla gerilemiştir. Türk politik yaşamında laikliğin kazandığı yeni anlamlar ve dinselliğin seküler biçimleri şaşırtıcı bir şekilde İslam’ın ve modernliğin karmaşık ilişkilerinden doğan melez desenleri Türk modernleşmesinin kendine özgü bir yönteme sahip olduğu her zaman iddia edilmiştir. Bu iddialarda, Osmanlı modernleşmesinden farklı olarak modern Türkiye Cumhuriyet’inin, dinin siyasal ve kamusal rollerini dizayn edecek bir dizi kararı hayata geçirdiğine vurgu yapılmaktadır. Hatta bu yaklaşımlara göre devletle dinî yapılar arasına koyduğu mesafeye rağmen laiklik hiçbir şekilde her tür dinsel inancın korkusuzca müsamaha göreceği modern, batılı bir dinsel özgürlük alanı üretememiştir. Bu bağlamda örneğin Diyanet İşleri Başkanlığının, devletin Ortodoks laiklik stratejisi içindeki rolünden söz edilmekte; imam hatip liselerinin varlığı Tevhidi Tedrisat Kanunu çerçevesinde tutarsız bir uygulama alanı olarak değerlendirilmektedir. Dahası dinin, gündelik hayatta değişik ima ve eylemlerle kendine daha somut şekillerde yer edinme çabaları da bu eksen içinde değerlendirilmeye devam etmektedir.
Kültürel altüst oluşlarla açıkça ortaya çıkan bu muğlaklık, dinselliğin yapısal karakterine müdahalelerle dikkat çekmektedir. Bu bağlamda halk İslam’ına ilişkin kültürel/dinsel yapı ve göstergelerin üzerine ısrarla gidilmiş, yüksek İslam’a ilişkin mekanizmaların toplum nezdindeki imajları sarsılmış, var olan prestijleri ya yok edilmiş ya da elden geldiğince aşındırılmıştır. Aslında modernleşme yolundaki bu ısrar çağdaş ve müreffeh bir dünyaya, kararlı bir şekilde ulaşma azmini ortaya koyar.
Türk modernleşmesi, Batılılaşmanın aracı olarak kullanılan bir argüman setidir. Modernleşmenin kendisiyle özdeş görülen Batılılaşma ile arasındaki ilişkisellik, toplumsal tarihimizde dikkat çekici bir fenomendir. İkisinin de genellikle ortak bağlamlarda kesiştiği görülür. Popüler kullanımlarda Batılılaşma, çok kez modernleşme için elzemdir. Modernlik Batı’da ortaya çıkan, gelişip olgunlaşan değerlerin bir skalası olarak önem kazanır. Eğer modernleşme tek başına bir amaç ise buna erişmenin aracı da Batılılaşma olacaktır. Türk modernleşmesi bu nedenle bir Batılılaşma öyküsü içinde gelişir. Hatta modernleşmenin yolu Batılılaşmayla açılmaktadır.
Yüksek bir misyon yüklenen modernleşmeden, toplumun bütün yapılarını dönüştürmesi beklenmiştir. Gerçekten de günümüzde yeni evrelerden geçen modernliğin ilgi alanına girmeyen herhangi bir yapı ya da unsurun varlığından söz etmek mümkün değildir. Bu durum, sosyolojik gözlemin de açığa çıkardığı yalın bir gerçektir. Ayrıca, dindarlığın kendi içerisinde yaşadığı deneyimlerden de bu noktaya varılabilir. Bugün artık modernleşme, kendisini din ile tanımlayan, kimliklerini din üzerine inşa edenlerin dahi çok önemli bir gerçeğidir.
İslam modernleşmesi tabiri sorunlu bir kavramsallaştırmadır ve kullanım evreni yanıltıcı imalar taşımaktadır. İslam, her bir Müslüman nezdinde insanlık için Allah tarafından vahyedilmiş bir dindir. İslam’ın herhangi bir şekilde zamanla, zeminle, tarihsel olgularla değişebileceğine ilişkin bir yargı her bir Müslüman’ı incitmekte ve rahatsız etmektedir. Dolayısıyla genel kanaat, İslam’ın modernleşmesinin ya da İslam üzerine herhangi bir sıfatı kabul etmenin çok tedirgin edici bir sonuç yaratacağında birleşir. Nitekim 11 Eylül 2001’den bu yana aktüel olan İslam ile terör ilişkisi etrafındaki tartışmalar da bu bağlamda değerlendirilmektedir. Nitekim İslam’ın kendisi de barış ve esenlik anlamlarına gelmektedir. Bunu sadece bir dindarın refleksi olarak algılamak da yanlış olacaktır. Çünkü gerçek durum da bundan ibarettir. Modernleşme, sıradan deneyimler içinde bile müdahale, maruz bırakma bozma ve ana çerçeveyi rayından çıkarma gibi anlamları da içerdiği için Müslümanların bu imaların İslam’la ilişkilendirilmesine dair bir takım hassasiyetlere sahip olması anlaşılır nedenlere dayanmaktadır. Modernliği eleştirel bir jargon içinde tanımlayanlar açısından Müslüman modernleşmesi bir felaketi çağrıştırır. Modernliğin değerleriyle ilişkiye geçmek, onu İslam’la harmanlamak son tahlilde sorunlu bir dinsellik yaratacaktır. Nitekim, İslam’ı geleneksel bir yaklaşım içinde tanımlayanların modernliğe yönelik eleştirilerinin temelinde bu saflığın bozulmasına ilişkin endişe yatmaktadır.
Ancak bu gerçek, Müslümanların modernitenin kıyısında ya da dışında olduklarını söylemeye de izin vermemektedir. Çünkü hem modernite hem de modernleşme kesinlik taşıyan birer durumdur ve Müslümanları ciddi anlamda dönüştürmektedir. Bu dönüştürme ise Müslümanlar tarafından iki şekilde yorumlanmaktadır: Kimilerine göre bu süreç olumlu bir gelişmedir, kimilerine göre ise bütün bu gelişmeler sonuçta bir tür yoldan çıkmadır. Sürece olumlu bakanların görüşüne göre Müslümanlar moderniteye dâhil olmalıdır ve modernitenin ilkeleriyle İslam’ı çağdaşlaştırmalıdır. Bunlar, modernlik ile oluşabilecek ilişkileri son derece anlamlı görmekte ve bu ilişkileri açıklama tarzı olarak, işlevsel bulmaktadır. Ancak büyük bir çoğunluk için ise, moderniteyle ilişkiye girmek sadece dinin doğasını yıpratmaya, onun bağlamını bozmaya yönelik bir girişim olabilir. O hâlde en iyisi, moderniteden ve modernlik durumundan elden geldiğince uzak kalmaktır. Bu yaklaşım modernlikle ilişkiyi günah çerçevesi içerisinde değerlendirmekte ve gerek modernliği gerekse onunla her türden bağlantıyı kerih görmektedir. Dine ve onun kaynağına yapılan her müdahale açıkça reddedilir. Buna karşılık tipik bir Müslüman, toplumsal hayatın etkilerine sonuna kadar açıktır. Bazen de ısrarla talep edilen değişim ve yeni koşulların ortaya çıkardığı dönüşüm, bir din olarak İslam’ı değil dindarları sarsmaktadır. İslam modernleşmesinin imkânsızlığı üzerindeki geleneksel/dinî hassasiyet bugün yer yer aşınmış olsa bile yine de asıl olan Müslümanların tavrı ve modernleşme karşısındaki tutumlarıdır. Hatta temel sorunların bağlı olduğu gerçekliklerden biri de modernleşmeye dinsel bir aktör olarak katılan Müslümanların konumudur. Bir başka deyişle, genel olarak insanlığa bir değişim süreci yaşatan modernleşmenin, Müslümanları da etkilememesi söz konusu değildir. Ancak Müslümanların modernleşmeye yükledikleri anlamlar da farklılıklar taşımaktadır.
Modernlik, özellikle dindarların dünyasında defolu bir kavram gibi görünmektedir. Ayrıca, İslam’a bir müdahale yapılabileceğine, İslam’ın dönüştürülebileceğine, istendiği takdirde İslam’a (yeni) bir renk, (yeni) bir düzen ve (yeni) bir çerçeve kazandırılabileceğine ilişkin bir yaklaşım, Tanrısal bir kelam olarak Kur’an üzerine böyle bir müdahale, Tanrı sözünü zayıflatmak veya zaafa uğratmak gibi anlamlarıyla dinin temeline yönelik bir girişim olarak anlaşılmaktadır. Kendini din ile tanımlamaya özen gösterenlerin görüşleri, gündelik hayatta siyasal İslam’a kadar uzanabilecek anlamlara sahiptir. Bu kişiler, her türlü modernleşme girişimini çoğu zaman İslam’ı yenik ve aciz bırakmaya yönelik oryantalist bir saldırının beslediğini düşünürler. Oryantalist faaliyetler bu iddiaları doğrulamaya izin verse de modern girişimlerin dış kaynaklı olması olumsuz anlam içeriğini daha da ağırlaştırmaktadır. Dolayısıyla bir olgunun kendi doğal yapısı içerisinde ortaya çıkması Müslümanlar açısından çok sorunlu değilken, dışarıdan bir müdahale ile başkalarının kültür stratejilerini çağrıştıran talepler şeklinde dile getirildiği zaman dindarlar arasında ona karşı tepkisel bir savunma ve reddetme havası hâkim olmaktadır.
Öte yandan, bir din olarak İslam’ın modern değerler karşısında nasıl bir vaziyete sahip olduğu da Müslüman düşünürler tarafından sürekli tartışılmıştır. Modernliğin İslam’la buluşmasının sonuçta bir Protestan deneyimi yaşatacağına ilişkin kaygılar bir mesafe bilincinin gerekliliğini hatırlatır. Nitekim Marshall G.S. Hodgson’un belirttiği gibi, birçok Kemalist Türk, İslam’ı eski mirasın asli olmayan unsurlarından kurtaracak ve onu yalnızca modern değil, bütünüyle Batılı bir din yapacak gerçekten elzem bir Türk reformasyonu ümit etmişti. Bu tür meseleler, insanların kalplerindeki, herhangi bir kültürel yaşam biçiminin en kritik sınavdan geçirildiği noktaya dokundular.
Modernliğin anlamını yansıtma konusunda Müslümanların genelgeçer dünya görüşünü belirleme hakkı kuşkusuz sadece Müslüman kuramcıların tekelinde değildir. Günümüzde yaygın bir şekilde modern olan bugüne ait ya da çağdaş olan anlamlarında kullanılmaktadır. Müslümanlar arasındaki yaygın eğilim ise modernliği entelektüel bir derinlikte sorgulama gereği duymaz. Tartışma büyük ölçüde Müslüman düşünürlerle modern söylemin aktörleri arasında gerçekleşmektedir. Buna göre modernliğin kurucu ilkelerini İslam’la uzlaştırmak hem zordur hem de bunu gerçekleştirme arzusu dinde bir bozulmaya yol açacaktır. Bütün bu tartışmalara rağmen, bugün hem Müslüman modernleşmesinden hem de İslam modernleşmesinden söz edildiğine tanık olmak hiç de zor değildir. Ancak yaygın anlayış, İslam’ı modern kılma fikrini reddetmekte ve bu yaklaşımı çoğu kez ya aşağılık kompleksine ya da İslam’ı derin hesaplar çerçevesinde çarpıtma niyetine bağlamaktadır. Bu nedenle üzerinde durulması gereken asıl husus Müslüman modernleşmesidir.