Wittgenstein: Örnekleyerek Tanımlama
Wittgenstein’ın tüm uyarılarına rağmen, içimizden bir ses adların dil için temel olduğunu ve adların öğrenilmesi sürecinin açıklamasını verebilirsek, dilin tamamını kuşatan bir kuram geliştirebileceğimizi düşünebilir. İsimler dil için esastır ve biz adları belli bir yöntemle öğrenir ve dili öğrenenlere öğretiriz. Bu yöntem, örnekleyerek (göstererek) tanımlama yöntemidir.
Dili yeni öğrenen bir çocuğa “elma”, “kırmızı” ve hatta “beş” sözcüğünü öğretmek istiyorsak aklımıza gelen ilk yöntem budur. Bir elmayı elimize alır ya da çocuğun önüne koyar ve ona işaret ederek “elma” deriz. Onun bunu tekrarlamasını ya da hafızasına kaydetmesini umarız. Beş tane elmayı yan yana koyup “beş” diyerek beş sayısını, bir kırmızı ve bir yeşil elmayı yan yana koyup “kırmızı elma” ve “yeşil elma” diyerek farklı renkleri öğretmeyi umabiliriz.
Wittgenstein bu yöntemi kullanarak genel bir anlam kuramı geliştirilebileceğini düşünmemektedir:
Şimdi birisi özel bir adı, bir rengin adını, bir malzemenin adını, bir rakamı, bir pusulanın bir yönünün adını ve bunun gibilerini örnekleyerek tanımlayabilir. İki kabuklu yemişe işaret ederek “Bu ‘iki’ olarak adlandırılır” iki sayısını tanımlamak gayet kesindir. Ama iki nasıl olur da bu biçimde tanımlanabilir? Kendisine tanımın sunulduğu kişi neyin “iki” olarak adlandırılacağını bilmemektedir; bu kabuklu yemiş grubuna verilen adın “iki” olduğunu varsayacaktır. (…) örneklemeli bir tanımlama, her bir durumda değişik bir biçimde yorumlanabilir (Philosophical Investigations, 28).
Öyleyse, örnekleyerek tanımlama nasıl işe yaramaktadır? Ben birisine “elma” sözcüğünü öğretirken kalkıp “İşte şu masanın üstünde duran meyve “elma” diye adlandırılır” diyebilirim. Bu durumda karşımdaki “elma” sözcüğünün ne için kullanıldığını anlayacaktır. Tabii ki söylediğim diğer sözcükleri anlamak şartıyla. Bu tam da Wittgenstein’ın vurgulamak istediği şeydir. Wittgenstein, söz konusu sözcüğün öğrenilmesinin, sözcüğün içinde kullanıldığı dil oyununda üstlendiği rolün anlaşılmasına bağlı olduğunu, bu itibarla da örnekleyerek tanımlamanın dil için temel olamayacağını düşünmektedir.
Örneklemeli bir tanımlama ancak bir dil oyunu içerisinde bir işe yaramaktadır. Wittgenstein buna satrançtan bir örnek verir. Eğer oyunun kurallarını bilmeyen birisine şahı gösterip, “Bu “şah” olarak adlandırılır.” derseniz o kişi sadece şahın şekli ile “şah” sözcüğünü ilişkilendirir. Ancak oyunun kurallarını bilen birisi bir taşın adını anlamlı olarak sorabilir (Philosophical Investigations, 30-31).
Bu durumda dil oyunlarının nasıl başladığı sorulabilir? Eğer dil oyunlarının, örnekleyerek tanımlamaya önceliği var ise dil nasıl öğrenilebilmektedir? Wittgenstein dilin öğretilmesinin öncelikle dilin açıklanmasını değil, bir tür talimi (eğitimi) içerdiğini ifade eder. Bir çocuğa “elma” sözcüğü ile elmalar arasındaki ilişki, bir eğitim sürecinde öğretilir. İlk başta çocuğun sözcükten anladığı, belki de sadece basit bir komuttan ibarettir. “Elma” sözcüğünü duyunca, civardaki yuvarlak kırmızı bir şeyi tutmaya çalışmaktadır. Çocuk, zaman içerisinde elmalarla ve dillerle diğer şeylerle ilgili eğitimi arttıkça, daha fazla şey anlamaya başlar. Dilin kapısı bu itibarla açıklama değil, eğitimdir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı