Felsefe hakkında her şey…

Fındıkoğlu’nun eğitim anlayışı

02.01.2023
477
Fındıkoğlu’nun eğitim anlayışı

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu yazı hayatının ilk yıllarından başlayarak sonuna kadar Türkiye’de özellikle güncel eğitim problemleriyle ilgilenmiştir. O eğitimi toplumun değer ve normlarını yeni nesle aktaran, şahsiyet bütünlüğünü kazanmış ve millî mefkûre sahibi olmuş vatandaş tipini yetiştiren, hızlı değişme hâlindeki Türk toplumunu bütünleştirecek, özellikle yükseköğretim aşamasında kültür yaratarak ülke kalkınmasını sağlayacak temel faaliyetler ve kurumlar toplamı olarak ele alıp, sosyal yapıdaki değişmeler çerçevesinde değerlendirmeye ve yine bu çerçevede öneriler getirmeye çalışmıştır. En çok üzerinde durduğu eğitim kurumu üniversitelerdir.

Üniversite Özerkliği

Fındıkoğlu’nun en çok üzerinde durduğu konu üniversitelerin ilmi, idari ve mali açıdan özerk olmaları gerektiğidir. Fındıkoğlu’na göre özerk üniversiteden Türkiye’de şimdiye kadar anlaşıldığı gibi, öğretimin diğer kademelerinden, memleket meselelerinden, çevreden kopuk, kendi iç meselelerini çözmekten aciz, elemanları üniversite dışı işlerle meşgul bir üniversite anlaşılmamalıdır. Tam aksine özerk üniversite; eğitimin diğer kademeleri ve diğer üniversitelerle işbirliği hâlinde, ülke ve çevre meselelerinden haberdar olup onlara çözüm arayan, kendi organlarını dışardan bir müdahaleye gerek bırakmaksızın kendi içinde kontrol altında tutabilen bir üniversitedir. Kısaca ona göre Türkiye’de “dinamik bir üniversite özerkliği” düşüncesine sahip olmak gerekir (Güngör, 1991: 141).

Üniversitelerin Birbirleriyle, Toplum ve Çevre ile İlişkileri

Fındıkoğlu genelde Türkiye’de üniversitenin Türkiye’nin meselelerinden ve eğitimin diğer kademelerinden kopuk bir durumda olduğu görüşündedir. Bir üniversite kendi bilgisini dinleyicisinin hayatına ne kadar sokarsa, ilim denen nesneyi onun hayat bilgisi hâline ne kadar getirebilirse kendisini izole bir durumdan çıkarır ve “halktan bir parça olmak…” sırrına o nispette kavuşur (Fındıkoğlu, 1947: 2).

Ona göre üniversite kendi araştırma inzivasından uzaklaşarak üniversite dışı hayat için bir güneş rolünü oynamalıdır. Dışarıdaki hukukçuya, politikacıya, teoloğa, mühendise, memura, kısaca halka ışıklarını saçmalıdır. Üniversite ile üniversite gençliği ile temas etmesini başka ifade ile gençliği iç ve dış politika meselelerinin yüksek siyasetiyle ilgilendirmeyi bilmelidir.

Yükseköğretimde Verimlilik ve Nitelik Konusu

Yükseköğretimde niteliğin esas alınması konusu yetiştirilen öğrencinin sayısının değil, kalitesinin yüksek olmasını ifade eder. Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de ortaöğretimin daha çok lise düzeyi ile başarısızlık başlar ve yükseköğretime gelince başarısızlık ve verimsizlik müzmin bir dert hâline gelir. Ortaöğretim gençliğinin liselerden dil, bilgi ve kültür açısından yetersiz olarak gelmesi, meslek seçiminin aile ile okul arasında yapılan bir anlaşma sonucu değil, gelişigüzel yapılmış olması, liselerdeki dil bozukluğu, giriş sınavlarının öğrencileri kabiliyetli ve başarılı oldukları alanlara yerleştirememesi ve zorunlu olarak girilmiş bulunulan bölümün verimsizliği, eski adı sınıf yeni adı sömestre olan uygulamadaki tutarsızlık başlıca başarısızlık faktörleridir (Fındıkoğlu, 1952: 2). Fındıkoğlu, yükseköğretimde verimliliğin sağlanması için yükseköğretimin bütün alanlarında daha başlangıçta çok sıkı eleme ve seçmeyi gerçekleştiren bir yarışma sisteminin uygulanmasını ister.

Eğitim ve Öğretimde Temel İlkeler

Şahsi Teşebbüs

Fındıkoğlu, Prens Sabahaddin’in “şahsi teşebbüs” ilkesini eğitim alanında temel bir ilke ve amaç olarak almaktadır. Türkiye’de okullar ve eğitim sistemi yeni bir dünya görüşüne sahip kılınmalıdır. Ona göre eğitim ve öğretim sistemimiz öyle bir yön takip etmelidir ki okul bitiren çocuk “kaleme çırağ buyurulmadan, maaşlandırılmadan, bareme sokulmadan uzaklaşsın, taştan ekmeğini çıkaracak mukaddes alın terinin temin ettiği menfaatlerle öğünecek yeni Türk tipinin müjdecisi olarak görünsün” (Fındıkoğlu, 1947b: 17-18).

Fındıkoğlu bu konuda Türk eğitim sisteminde şu değişikliklerin yapılmasını önerir: Öğretim sisteminde kitaptan hayata doğru yönelme, yarışma yoluyla değerli kitapların yazılmasını sağlayarak tek kitaba bağlı kalmama, öğretmenlere dil konusunda baskı yapmama, şahsiyet ve kalite esaslarına değer verme (Fındıkoğlu, 1947c: 2).

Ademimerkeziyet

Fındıkoğlu Prens Sabahaddin’in “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?” adlı kitabında Osmanlı’da idari hayat ve eğitim hayatının yeniden düzenlenmesi için önerdiği ademimerkeziyet ilkesini de eğitim konusunda ileriye sürdüğü önerilerinde temel ilke olarak almaktadır. 1954 yılında hazırlamış olduğu bir raporda “Maarif işlerinde her şeyin devlet ve hükümetten beklendiği ve buna çok kötü surette alışıldığı, bu yüzden hür meslek teşekküllerinin istendiği kadar alâka görmediği bir çevrede bulunduğumuz düşünülürse, karşılaştığımız güçlüklerin sizlerce takdir edileceğine de kaniiz…” (Fındıkoğlu, 1954: 15) diyerek Türkiye’de eğitim işlerindeki “merkeziyetçilik”ten şikâyet etmektedir.

İlkokulların “memur” ve “kalem efendisi” hedeflerine uygun yetiştirdiği çocuklar, artık hayata hazırlayan okullarda “iktisadi havza adamı” ve “şahsi teşebbüs sahibi” olarak yetiştirilmelidirler.

Nicelik Değil Niteliğin Esas Alınması İlkesi

Fındıkoğlu’na göre ekonomik kalkınma gibi fikri kalkınma da yığın hâlinde aydın yetiştirme işine son vermekle başlayabilir. Ona göre eğitimde nitelik davasının gerçekleşmesi için biri öğretmenlere, diğeri öğrencilere düşen iki görev vardır: “Hocalar, artık cami vaizleri olmaktan çıkarak okuttukları talebelerin kafaları işlenecek birer insan olduğunu düşünmeli; talebeler, sadece “diplomalı” olmayı değil, fakat aynı zamanda Türkiye’nin muhtaç olduğu birer ‘şahsiyet’ olmak idealini gütmeli. Yeni nitelik savaşı, ancak bu iki taraflı iş üzerinde durmak ile bir mana kazanacaktır” (Fındıkoğlu, 1952: 3).

Öğretmenliğin Değerinin Yükseltilmesi

Eğitimde niteliğin yükseltilmesi her şeyden önce öğretmen ve öğretmenlik mesleğiyle ilgili bir meseledir. Fındıkoğlu ‘kafa ve zihniyet mimarı’ olarak nitelendirdiği öğretmenlere Türkiye’de değer verilmediğini ve öğretmenlik mesleğine rağbet edilmediğini birçok örnekler vererek gösterir.

Mümtaz Turhan’ın da belirttiği gibi, bunu yükseköğretim aşamasına gelmiş gençlerin öğretmenliğe karşı gösterdikleri rağbetle ölçmek mümkündür. 1925 yılından itibaren zeki, kabiliyetli öğrenciler öğretmenlik mesleğini seçmemekte, sonuçta ortaöğretim kurumları özellikle liseler kaliteli öğretmenden mahrum kalmakta, böylece bu meslek de gittikçe zayıf düşmektedir (Turhan, 1980: 315-316). Meslek zayıf düşüp öğretmenlerin kalitesi düşünce tabii olarak eğitimin kalitesi de düşecektir. Ona göre öğretmenlerin özellikle maddi ve kültürel durumları düzeltilmelidir.

Meslek Kuruluşları

Fındıkoğlu bir iş görebilmek için o meslek mensuplarının teşkilatlanmasına önem vermektedir. Ona göre hangi dönem düşünülürse düşünülsün Türkiye öğretmenleri diğer ülkelerdeki meslektaşları gibi resmi okul çevresi dışında teşkilatlanamamışlardır. Yalnız 1923-1927 yıllarında öğretmenlerin teşkilatlanmasına önem verilmiş, bu dönemde öğretmenlik mesleği de değer kazanmıştır. Fındıkoğlu bu yıllardan itibaren geçen her yılın özellikle öğretim mesleğinin kalitesinde bir düşmeye yol açtığını araştırılacak bir hipotez olarak ileriye sürmektedir (Fındıkoğlu, 1947d: 2).

Eğitim ile Ekonomi Arasında Koordinasyonun Sağlanması

Her toplumda maarif meselesi o toplumun sosyal bütünlüğüne bağlıdır; toplumun sosyal yapısı ve düzeyi içinde şekillenir. Bir dönemin okulu o dönemin medeniyet ve kültür derecesini aksettirir. Okula bakınız, okulun sahibi olan milletin hayat ve medeniyet anlayışı, derecesi hakkında bir fikir edinirsiniz. (Fındıkoğlu, 1951: 5). Fındıkoğlu’na göre 1950’li yıllarda Türkiye’de maarif sistemi her kademesiyle bir bütün olarak ekonomik zihniyetle ilgisizdir. Çok sayıda okul ülke kalkınması amacıyla açılır; bir dönem sonra bu kurumlar yine ülke kalkınması amacıyla kapatılır. Maarif topu vekillerin paslarıyla meydanda gidip gelirken millî gelirin bu teşebbüslerin gerçekleşmesi adına feda edilen büyük payı hiç kimseyi düşündürmez. (Fındıkoğlu, 1951: 5).

Ona göre maarifi millîleştirmek, yeni bir yol tutmak gerekir. Bu yolun bulunması için mevcut öğretim dereceleri, okul çeşitleri, çağdaş ekonomistlerce “millî muhasebe” kalburundan geçirilmeli, açılan her kurumun milli gelirden ne kadar götüreceği, buna karşılık ülkenin ekonomik değerlerine ne katkıda bulunacağı hesaplanmalıdır.

Kaynak: TÜRK SOSYOLOGLARI, s.  28-36, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2915 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1872

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...