Felsefe hakkında her şey…

Din ve Mucize Kavramı, Dinlerde Mucizenin Yeri

14.11.2019

Mucize kavramın Tanrı’nın belli bir zamanda ve belli bir durumda özel bir hareketi olarak değerlendirilebilir.

Yalnız bu davranış doğal olan sürecin dışında olan bir süreç olmalıdır. Sanki bu davranış sistemin dışında oluşan bir davranış gibi algılansa da aslında eğer Tanrı her şeyin başı ve sonu ise ve her şey ondan kaynaklıysa o zaman sistemin içi ve dışı demek çok da akla uygun bir tanımlama olmayacaktır. En azından Tanrı’nın alışılagelenin dışındaki hareketi şeklinde bir tanımlamada bulunabiliriz.

Teistlerin, genellikle, Tanrı’nın nadiren de olsa mucizeler yarattığına inandıklarını biliyoruz. Hıristiyan geleneğinde Yeniden Diriliş, beş ekmeği ve iki balığı kutsayarak beş bin kişinin doyurulması, Lazarus’un öldükten sonra hayata geri döndürülmesi vb. Tanrı’nın yarattığı mucizelerdendir. Bunların tümü İsa’nın eliyle gerçekleştiği iddia edilen mucizelerdir; fakat Hıristiyanlık ve diğer dinler, mucizelerin meydana gelmeye devam ettiklerini iddia ederler.

Burada hesaba katmamız gereken bir diğer şey, mucizelerin meydana gelmiş olduğu iddiasının, Tanrı’nın varoluşuna inanmak için yeterli kanıt sağlayıp sağlamadığıdır. Mucize, kurulu bir doğa yasasının yıkılarak, normal seyrinde devam eden olaylara bir tür ilahi müdahale olarak tanımlanabilir. Doğa yasasından kasıt, belirli şeylerin davranışları hakkında yapılan genellemelerdir: örneğin, yukarıdan serbest bırakılan ağırlıklar yere düşer, hiç kimse öldükten sonra hayata geri dönemez vb. Bu türden doğa yasaları, çok sayıda gözleme dayanır.

Mucizelerin, daha en başından salt olağandışı oluşumlardan ayırt edilmesi gerekir. Buna göre bir kimse, yüksek bir köprüden aşağıya atlayarak intihar etmeyi deneyebilir ve öyle ki etmenlerin sıra dışı bir bileşimi, örneğin rüzgâr koşulları veya intihar eden kişinin kıyafetinin paraşüt etkisinde bulunması vb, -daha önce olduğu gibi- intihar eden kişinin hayatta kalmasını sağlayabilir. Bu her ne kadar, fazlasıyla sıra dışı ve belki de bir gazete tarafından “bir mucize” olarak nitelendirilebilecek bir olay olsa da bizim sözcüğü burada kullandığımız anlamıyla bir mucize değildir. İntihar eden bu kişinin, nasıl hayatta kaldığının tatmin edici bilimsel bir açıklaması yapılabilir. Bu olay, hiçbir doğa yasası çiğnenmediği ve bildiğimiz kadarıyla hiçbir ilahi müdahale gerçekleşmediği için, mucizeyi değil, yalnızca olağandışı bir olaydır. Fakat, köprüden atlayan kişi gizemli bir biçimde yerden sekip tekrar köprünün üzerine gelmiş olsaydı, o halde bu, hiç şüphesiz bir mucize olurdu.

Birçok din, Tanrı’nın mucizeler yarattığını ve bu mucizelerin gerçekleştiğine dair anlatıların, Tanrı’nın varoluşunun doğrulaması olarak kabul edilmesi gerektiğini iddia eder. Bununla birlikte, anlatılan mucizeleri esas alan böylesi bir Tanrı inancına karşı güçlü argümanlar vardır.

Davit Hume’un mucizeler üzerine yazdığı yazısındaki tanımına göre mucize herhangi bir doğa üstülük şeklinde genel bir biçimde ele alınmaktadır. Bu genel tabirde ise Tanrının hareketi yine de tek tip bir hareket olarak nitelendirilmektedir. Bu tarz özel tavır aslında daha geniş bir tabana da yayılabilir.

David Hume, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma’nın X. bölümünde, rasyonel bir insanın bir mucize anlatısına., mucizeyi anlatan kişinin yanılsamasından daha büyük bir mucize meydana gelmediği müddetçe, hiçbir zaman inanmaaması gerektiğini söyler. Bunun olması, yani mucizeyi anlatan kişinin yanıldığını kabul etmesi daha az olasıdır. Bu durumda biz, bir yöntem olarak, her zaman daha az mucizevi olana inanmayı tercih etmeliyiz. Hume burada kasıtlı bir biçimde “mucize”nin anlamıyla oynamaktadır. Bir mucize tam anlamıyla, bir doğa yasasının Tanrı’nın neden olduğu farz edilen ihlalidir. Ancak Hume daha az mucizeyi olan her neyse ona inanmak gerekir derken, “mucize” sözcüğünü gündelik dildeki anlamıyla, eş deyişle yalnızca sıradan ve alışılmışın dışında olan bir şey olarak kullanır. Hume, her ne kadar ilkece mucizelerin gerçekleşebileceğini söylese de, Tanrı’ya inancı esas alan yeterince güvenilir hiçbir mucize anlatısının katiyen mevcut olmadığını düşünün O, bu görüşü destekleyen, bir dizi güçlü argüman kullanmıştır.

Hume her şeyden önce, herhangi bir doğa yasasını tutan kanıtı inceler. Bir şeyin doğa yasası olarak kabul edilebilmesi için, -örneğin, hiç kimsenin öldükten sonra dirilememesi gibi- onu doğrulayan mümkün en yüksek miktarda kanıtın olması gerekir.

Bilge bir insan inandığı şeylerin temeline her zaman mevcut kanıtları alır. Ve herhangi bir mucize anlatısı söz konusu olduğunda, onun meydana geldiğine ilişkin kanıtlardan çok, meydana gelmediğine yönelik kanıtlar mevcuttur. Bu, tam olarak, doğanın yerleşik yasalarının çiğnenmesini içeren mucizelerin bir sonucudur. Dolayısıyla bu argümanı esas alan bilge bir kişi, bir mucizenin meydana geldiğine ilişkin bir anlatıya inanmakta her zaman olağanüstü gönülsüz olmalıdır. Birinin öldükten sonra dirilmesi mantıksal olarak her zaman mümkündür, fakat bunun hiçbir zaman böyle olmadığım destekleyen büyük bir miktarda kanıt vardır. Böylece, Yeniden Dirilişin meydana gelmiş olma olasılığını mutlak olarak dışarıda bırakamasak da Hume’a göre böylesi bir mucizenin gerçekleştiğine inanmak konusunda olağanüstü gönülsüz olmalıyız.

Mucizelere inanmak akla uygun mudur?

Özellikle bu konu üzerinde Hume’un yazdıklarını düşünürsek Hume iki tartışma konusunu ortaya atmaktadır. Bunlardan birincisi normal olarak hiç bir sade kanıtın mucizeyi inanabilir bir hale getiremeyeceğini öne sürmektedir. İkincisi ise mucize olarak ortaya konan kanıt aslında çok zayıf bir kanıttır. Her bir ileri sürülen sorunun aslında epistemolojik bir kanıtı söz konusudur.

Aslında Hume mucizenin imkansız olduğunu kanıtlamak için bir mücadele içinde değildir. Bugün bilim bile bazı noktalarda “bu bir mucize” diyebilmektedir. En mantıklı filozoflardan da böyle bir söz duymak mümkündür. Fakat Hume bunu bu biçimde göremez. Bazen mucizenin olamayacağını doğa yasalarına aykırılıktan öne sürmektedir.

Birçok felsefeciye ve bazı yazarların iddialarına göre mucize olamaz şeklinde bir kanı söz konusudur. Fakat bunun yanı sıra gerek kişisel tanıklıklar gerekse tarih içinde bir takım olaylar zincirinde her ne kadar doğaya aykırılık, doğa yasalarının kabul edemediği bir olgu gibi de görülse böyle bir olgu vardır. Bu konu üzerinde tartışmakta Tanrı’nın varlığı ve Tanrı’nın doğası üzerinde tartışma gibidir. Tanrı gerçekten algılarımızın üzerinde bir varlık olduğuna ve dünya üzerinde bir çok kavramın algılarımızın üzerinde etkinliğini gördüğümüze ya da hissettiğimize göre o zaman kesin imkansız gibi bir cümle ile yaklaşmakta mantık dışı bir yaklaşma olacaktır.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı; “Felsefeye Giriş” / Nigel Warburton

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...