“Beyaz Yakalılar” ve “İktidar Seçkinleri”
Mills’in eserleri içinde radikal bakış açısını yansıtan iki eseri özellikle öne çıkar. Bunlardan birincisi Amerikan toplumunda yeni orta sınıf üzerine yapılan “Beyaz Yakalılar” (1951) adlı eseri, diğeri de Amerikan toplumunda yönetici seçkinler üzerine yapılan “İktidar Seçkinleri” (1956) adlı eseridir.
Beyaz Yakalılar
Mills’in “Beyaz Yakalılar” adlı eseri 1950’lerde Amerika’da giderek büyüyen bir sınıf olan beyaz yakalı orta sınıfın statüsü ile ilgilidir. Mills’e göre, 20. yüzyılda daha çok küçük çaplı girişimcilerden ve küçük mülk sahiplerinden oluşan “Eski ve bağımsız durumdaki orta sınıfın yanı sıra, şirketleşme çatısı altında toplanan Amerikan toplumunda beyaz yakalılardan oluşan yeni ve bağımlı bir orta sınıf daha ortaya çıkmıştır” (Mills, 1974: 361).
Mills, özellikle 19. yüzyılın ilk dönemlerinde Amerikan toplumunda çalışan nüfusun beşte dördüne yakınının kendi hesabına çalışan eski orta sınıf üyelerinden oluştuğunu, 1940’larda ise çalışan nüfusun sadece beşte birinin bu eski orta sınıf içinde yer aldığını, geriye kalan ve hayatını çalışarak kazanmak zorunda olanların önemli bir bölümünün ise yeni orta sınıf üyelerinden, maaşlı çalışan beyaz yakalılardan oluştuğunu belirtir (Mills, 1951: 63).
Mills, yeni orta sınıfın sayısal olarak eski orta sınıfın yerini almaya başladığından beri siyasal rolünün ve de modern tabakalaşmadaki konumunun bir araştırma ve tartışma konusu olduğuna dikkat çeker (Mills, 1951: 289). Bu nedenle, Mills işverenlerle ücretli çalışan işçiler arasında ortaya çıkan ve bu bakımdan ne proleteryanın ne de burjuvazinin sınıfsal özellikleri ile tam özdeşleşmeyen bu yeni orta sınıfın statüsü ile yakından ilgilenir ve bu sınıfın neden bağımlı bir sınıf olduğunu analiz etmeye çalışır. Bu sınıf ağırlıklı olarak işletmecilerden, maaşlı çalışanlardan, serbest meslek sahiplerinden, satıcılardan ve büro çalışanlarından oluşmaktadır. Mills yirminci yüzyıl toplumunun başlıca rutinlerini gerçekleştirdiklerini düşündüğü beyaz yakalılardan oluşan bu yeni orta sınıfı Marx’ın yabancılaşma kuramına dayanarak çözümlemeye çalışır. Mills’e göre beyaz yakalılardan oluşan bu yeni orta sınıf kendilerini ücretli çalışan işçilerden daha üstün görmekle birlikte, gerek ücretlerinin işçilerden daha yüksek olmaması gerekse yönetici sınıfa olan bağımlılıkları nedeniyle gerçekte çok daha büyük bir yabancılaşma içerisindedirler (Tolan, 1985: 95).
Ona göre modern toplumda meydana gelen değişmelere bağlı olarak beyaz yakalıların sadece prestijleri ve gelirleri azalmakla kalmayıp işleri de giderek daha rutin, sıkıcı, özerkliği olmayan ve makineleşmenin de tehdidi altında olan işlere dönüşmektedir (Poloma, 1993:294). Hem emeğe hem de kendilerine yabancılaşmış olan bu yeni sınıfın üyeleri ne kendi yaşamlarını kontrol edebilecek kişisel güce ne de ulusu şekillendirebilecek politik güce sahip olamayan “acınası tipler”dir (Poloma, 1993:292, 294).
Mills beyaz yakalılardaki yabancılaşmayı, Amerikan toplumunun giderek bir kamu toplumundan çok bir kitle toplumuna dönüşümüyle ilişkilendirir. Ona göre kitle iletişim araçlarıyla giderek daha çok etkilenip şekillendirilen, duygu ve düşünceleri kontrol edilerek yönlendirilen ve iktidar seçkinleri karşısında pasifleştirilen Amerikan toplumundan kamuya dayanan demokratik bir toplum olarak söz etmek artık imkânsız görünmektedir. Mills için bağımlı ve yabancılaşmış yeni bir orta sınıf oluşturan beyaz yakalılar bir kamu toplumundan bir kitle toplumuna dönüşüm halinde olan Amerikan toplumunun en önemli göstergesidir:
Bu yeni orta sınıf…dengeli bir toplum yapısının önemli siyasal ögelerinden biri olamamış; günümüzde toplumu kitle toplumu olmaya zorunlayan güçlerin arkadan gelen ve ikinci, üçüncü sınıf koruyucu ‘hizmetlileri’ olma durumunda kalmıştır. Çiftçilerin, küçük işadamlarının -ve ücretli emekçilerin- tersine, bu beyaz yakalı çalışanlar tarih sahnesine geç çıkabildikleri için, kendi bağımsızlık dönemlerinin tadını alamamışlardır. Beyaz yakalıların meslek durumları ve statüleri, bu toplumsal grubun tarihe öncülük etmekten çok tarihin akışına uyan bir grup olmasına yol açmıştır. Bu grubun en belirgin özelliği, siyasal yönden birleşmiş ve kendi içinde tutarlı bir grup olmamasıdır. Beyaz yakalıların kurdukları birlikler işçi kuruluşlarının yanında renksiz ve güçsüz kuruluşlardır. Amaçları da, beyaz yakalıların kendi çıkarlarının, başarısız da olsa, devlet çatısı altında sağlanmasıdır (Mills, 1974: 361-362).
Mills’e göre eski orta sınıf bir zaman için de olsa toplumda “bağımsız bir iktidar tabanı olabilmiş; fakat yeni orta sınıf bu yeteneği gösterememiştir” (Mills, 1974: 362). Eski orta sınıf küçük çapta da olsa bağımsız bir mülkiyete sahip olduğundan siyasal açıdan özgür, ekonomik açıdan da bir güvenceye sahipti. Memuriyet ya da büro işleri ile yaşamını kazanmaya çalışan yeni orta sınıfı ise bu özgürlük ve güvenceden yoksundur. Eski orta sınıf serbest ve otonom bir yapıya sahipken yeni orta sınıfın memuriyet ve büro işleri serbest ve otonom bir niteliğe sahip değildir. Öte yandan, ekonomik açıdan da yeni orta sınıf, memur ve büro hizmetlileri olarak “mülksüzleşmişler, ücretli işçilerle aynı duruma indirgenmişlerdir. Siyasal yönden ise işçiler gibi örgütlü olmadıkları için, onlardan da kötü durumdadırlar” (Mills, 1974: 362). Sonuç olarak Mills’e göre beyaz yakalılar “bağımsız bir siyasal görünümü olmayan ve olacağa da benzemeyen” bir yeni orta sınıf oluşturmaktadırlar (Mills, 1974: 362).
İktidar Seçkinleri
İşlevselciliğin aksine sosyolojik çalışmalarında çatışma ile güç çözümlemesine ağırlık veren Mills, “İktidar Seçkinleri” (1956) adlı ünlü çalışmasında özellikle Amerikan toplumunda güç/iktidar analizi üzerinde odaklanır ve Amerikan toplumunun, belirli kesimlerden gelen küçük bir seçkin grup tarafından nasıl yönetildiğini analiz etmeye çalışır. Mills’in “İktidar Seçkinleri”, aynı zamanda ulusu şekillendirecek siyasal güçten yoksun olan orta sınıfla tezat oluşturarak önemli kararlar verebilecek pozisyonları ellerinde bulunduran ve yönetici statüsünde olan kişileri kapsar. Tolan (1985: 95) “sınıf ” teriminin ekonomik, “yönetici” teriminin ise siyasal bir terim olması nedeniyle, Mills’in bu kesimi tanımlarken “hakim sınıf ”, “egemen sınıf ” ya da “yönetici sınıf ” yerine özellikle “iktidar seçkinleri” terimini kullandığına dikkat çeker (Mills,1974: 386). Bu noktada Mills’in iktidarı, dar görüşlü dediği bazı liberallerden ve de Marksistlerden farklı olarak ne sadece siyasal üst yapı ile ne de sadece ekonomik alt yapı ile değil, fakat her ikisiyle de ilişkilendirerek sorunsallaştırdığı dikkat çekmektedir (Mills, 1974: 386-387).
Haralambos ve Holborn da (1995: 517) “İktidar Seçkinleri” kuramında Mills’in analizini, gücün doğası ve dağılımı ile ilgili olarak tüm toplumlarda genel geçer bir teori geliştirmeye çalışan ve elit yönetimi kaçınılmaz olarak gören Pareto ve Mosca’nın aksine, 1950’li yıllardaki Amerikan toplumu ile sınırlandırdığına dikkat çekerler. Daha açık olarak Mills için elit yönetim tüm toplumlarda genel geçer bir fenomen olmadığı gibi Amerikan toplumu için de görece yeni bir olgudur. Nitekim ona göre bir zamanlar (19. yüzyılda) bir orta sınıf toplumu olan Amerika’da, ekonomi “kendi başına, ayrı ayrı ve kendine göre bir denge içinde yaşayan bağımsız küçük üretim birimlerinden” oluşurken ve ekonomik güç bu çok sayıda küçük üretim birimi arasında parçalanmışken süreç içinde ekonomi, “idari ve siyasi yönden birbirleriyle bağlantılı iki ya da üç yüz dev şirketin egemenliği altına girmiş; ekonomik alanda alınacak en önemli kararlarda iktidar bu şirketler topluluğunun eline geçmiştir.” (Mills, 1974: 13, 359). Benzer şeklide siyasal güç de bir zamanlar “ademimerkeziyetçi” bir siyasal yapı içinde çok sayıda devlet arasında parçalanmışken süreç içerisinde merkeziyetçi bir siyasal yapıda kümelenmiştir (Mills, 1974: 13).
Mills, benzer gelişmelerin orduda da meydana geldiğini ve federe devletlerdeki milis birliklerinin yerini Federal ordunun aldığını ve Federal ordunun da “devlet yapısı içinde en pahalı ve en geniş kuruluş durumuna” geldiğini vurgular (Mills, 1974: 13). Neticede Mills’e göre tüm bu gelişmeler karar alma gücünün merkezîleşmesine ve de gücün bu üç kurumun komuta merkezinde yer alan seçkinlerin elinde toplanmasına yol açmıştır. Mills için bu kurumsal alanlar büyüyüp merkezîleştikçe ve faaliyet alanları genişledikçe, toplum üzerindeki “etki ve sonuçları da gitgide daha büyük boyutlara ulaşmış; birbiriyle olan ilişkileri arttıkça artmıştır. Bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar az sayıda büyük şirketin aldığı kararlar, bütün bir dünyada askerî, siyasi ve ekonomik çeşitli gelişmelere yol açabilmektedir” (Mills, 1974: 13).
Mills önceki elit kuramcıların aksine elit yönetimi kaçınılmaz bir yönetim biçimi olarak görmediği gibi “seçkinlerin doğuştan seçkin bir karakterle dünyaya geldikleri” yönündeki görüşe de itibar etmez (Mills, 1974: 23). Bazı seçkinler iddia edilen niteliklere sahipse de bu nitelikler doğuştan değil sahip olunan ayrıcalıklı yaşam koşullarından kaynaklanmaktadır. Önceki elit kuramlardan farklı olarak Mills seçkinlerin kitleler üzerindeki tahakkümünü de doğal, kaçınılmaz katlanılması gereken bir durum olarak görmemiş, aksine bunu eleştirmiş ve bu durumun değişebileceğine ve de değişmesi gerektiğine her zaman inanmıştır. Neticede iktidar seçkinleri kavramının kökleri geçmişe uzansa da Mills’in analizinde bu kavram önceki elit kuramcıların analizinden oldukça farklı bir şekilde yorumlanmış ve farklı bir amaca hizmet etmiştir.
Slattery (2010: 255), Mills’in iktidar seçkinleri yorumunda farklı olan iki temel noktaya işaret eder. Bunlardan birincisi (i) Mills’in, seçkinler iktidarını bireylerden ziyade kurumlar temelinde analiz etmesi, ikincisi de (ii) yirminci yüzyılda demokrasinin yuvası olarak görülen, dahası insanlar için mutluluk ve özgürlük mücadelesi veriyor görünen Amerika’da iktidar seçkinlerinin varlığını göstermesi ve dolayısıyla Amerika’nın “önde gelen bir demokrasi olduğu iddiasını” sorgulamasıdır. Nitekim ona göre Mills’in yaşadığı dönemde “Özgürlük Anıtının yuvasının sorumsuz iktidar seçkinleri tarafından yönetildiğini iddia edebilmek sadece bir cesaret işi değil” aynı zamanda tehlikeli bir iştir (Slattery, 2010: 255-256). Amerikan toplumundaki seçkinlerin güç ve iktidarının arkasında “modern toplumların büyük kurumları”nın bulunduğunu ve elitlerin sahip oldukları gücün kurumlar hiyerarşisinde en üst konumda yer alan kurumların gücünden kaynaklandığını öne süren Mills, böylelikle seçkinlerin kitlelerden daha üstün özelliklere sahip oldukları yönündeki Paretocu tezleri reddederek iktidar seçkinlerini bireysel veya psikolojik bir temelden ziyade kurumsal bir temele dayandırmış olur:
“Amerikan toplumundaki seçkinlerin güç ve iktidarını kavrayıp anlamak için ne olayların tarihsel çizgisine ne de önemli kararları alabilme durumundaki insanların sözlerine bakmak yeterlidir. Bu tür insanların ardında olduğu kadar, tarihsel olayların da ardında, bu ikisini birbirine bağlayan modern toplumun büyük kurumları bulunmaktadır. Devlet hiyerarşisi, şirketler hiyerarşisi ve ordu hiyerarşisinden oluşan üç büyük kurum en önemli iktidar aracını meydana getirmekte; bu nitelikleri nedeniyle de insanlık tarihinde şimdiye dek hiçbir zaman sahip olmadıkları bir önem kazanmış bulunmaktadırlar. Bu kurumların en üst yerlerinde ise Amerikan toplumundaki üst çevrelerin rolünü anlamamızda sosyolojik birer “anahtar” niteliği taşıyan, komuta mevkileri bulunmaktadır” (Mills, 1974: 11).
Özetle, iktidar seçkinleri, modern toplumun yukarıda adı geçen başlıca kuruluş ve hiyerarşilerinin komuta yerlerinde yer alan insanlardan, yani büyük şirketleri, devlet mekanizmasını ve de orduyu yöneten insanlardan oluşmaktadır (Mills, 1974:8). Daha açık olarak, Mills’e göre iktidar seçkinleri üç önemli kurumdan gelmektedir:
- Büyük şirketler
- Ordu
- Federal hükümet
İktidar, bu üç kurumun komuta yerlerinde yer alan seçkinleri arasında paylaşılmakta, “bu üç kurumdaki yöneticiler- üst düzeydeki askerler, şirket yöneticileri ve siyasal yöneticiler- birbirlerine yaklaşmışlar; hep birlikte, Amerikan toplumundaki iktidar seçkinlerini meydana getirecek şekilde birbirleriyle kenetlenmişlerdir” (Mills, 1974: 15).
Böylece, Mills bu çalışmasında “Amerikan toplumunun halk tarafından değil, içinde üç temel kurumu -büyük şirketler, ordu ve federal hükümeti- barındıran bir iktidar seçkinleri tarafından yönetildiğini göstermeye çalışır” (Slattery, 2010: 256). Mills’e göre, Amerikan toplumunda iktidar ve egemenlik bu üç ekonomik, siyasal ve askerî alanlarda kümelenmekte, bir “iktidar üçgeni” oluşturan büyük şirketler, federal hükümet ve ordudan gelen seçkinler Amerikan toplumuyla ilgili tüm önemli kararları almakta, aile, kilise, din, eğitim ve üniversite gibi diğer kurumlar ise karar alma sürecinden dışlanmaktadır (Mills, 1974: 11).
Karar alma sürecinden dışlanan bu kurumlar “kenarlara, sapalara çekilmiş; bazen de, bu üç alandaki kurumlar karşısında bağımlılaşmak durumunda kalmışlardır” (Mills, 1974: 11). Aile, kilise ve okul gibi kurumlar iktidar üçgeni oluşturan üç büyük kurumun amaçları ve hedefleri tarafından belirlenen hayat koşullarına uymaya mecbur edilmekte, “Aile, din ve eğitim kurumlarının yüce sembolleri bile bu üç büyük kurumun iktidar ve kararlarını haklı ve yasal kılmakta kullanılmaktadır” (Mills, 1974: 12).
Mills Amerikan toplumunda bireylerin kaderlerini etkileyecek nitelikteki kararların bile kamu tarafından alınmadığını ve alınan kararların da Amerikan halkının çıkarlarına değil bu üç kurumun başındaki iktidar seçkinlerinin çıkarlarına hizmet ettiğini savunur. Mills’e (1974: 384, 419) göre Amerikan kapitalizminin giderek daha büyük ölçüde “askerî bir kapitalizm” niteliği kazanması ve silah üretiminin büyük bir sektör hâline gelmesi, federal hükümetin de bütçesinin giderek daha büyük bir bölümünü savunmaya harcaması alınan kararların bu üç seçkin grup arasındaki (kurumsal yakınlıktan kaynaklanan) çıkar birliğine dayandığını açıkça göstermektedir.
Mills (1974: 401) aralarındaki birliğe bağlı olarak iktidar seçkinlerinin bu üç kurum arasındaki hızlı ve kolay geçişlerine dikkat çeker ve iktidar seçkinlerinin sadece benzer çıkarlar nedeniyle kurumsal bazda birbirlerine yakın olmadıklarına, aynı zamanda sosyal ve ekonomik bakımdan da benzer kökenlerden geldiklerine ve benzer okullarda eğitim gördüklerine işaret eder. Mills, bu liderlerin kurumsal bazda bir çeşit seçkin/elit ittifakı oluşturarak Amerikan toplumunu, sıradan Amerikan vatandaşlarının görüşlerini dikkate almadan, kendi çıkarları doğrultusunda sorumsuzca yönettiklerini, savaş ve barış gibi önemli konularla ilgili kararlar aldıklarını savunur. Slattery Mills’in özellikle Japonya üzerine atılan atom bombasını iktidar seçkinlerinin hem gücünün hem de sorumsuzluklarının bir göstergesi olarak gördüğüne dikkat çeker (Slattery, 2010: 257).
Sonuç olarak Mills’in bu çalışmaları “toplumda siyasal iktidarın demokratik bir nitelik almasında dengeleyici bir toplumsal güç olduğu öne sürülen” orta sınıfın bu güçten büyük oranda yoksun olduğunu (Tolan, 1985: 96), Amerikan toplumunu ilgilendiren en önemli kararların küçük bir seçkin grup tarafından alındığını ve bu açıdan yönetici konumdaki seçkinlerle beyaz yakalılar ve genel olarak yönetilen halk kitleleri arasında büyük bir “uçurum” oluşmuş durumda olduğunu göstermeye çalışır. Mills içinde bulunulan dönemde beyaz yakalıların ve genel olarak yönetilen halk kitlelerinin iktidar seçkinlerinin denetimindeki kitle iletişim araçları aracılığıyla kontrol edildiklerini, karar alma mekanizmalarından dışlandıklarını, kamu işleri ve sorunlarıyla ilgilenmekten uzaklaştırılıp tüketime ve aile sorumlulukları ile ilgilenmeye yönlendirildiklerini vurgular. Netice itibarıyla Mills’e göre, Amerikan toplumundaki “kamu” bir “kitle toplumu” düzeyine indirgenmiştir (Mills, 1974: 415).
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3781, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2595