0-12 Yaş Arası Duygusal Gelişim
Bu yaş dönemi içerisinde yaşanan duygular aşağıda sıralanmıştır.
Konu Başlıkları
Ağlama
Duygular, bebekte doğduğu andan itibaren görülmeye başlar. Bebek, doğumundan sonra ilk tepkisini ağlayarak gösterir. Bebek, altı ıslandığında, üşüdüğünde, sancılandığında ve acıktığında sıkıntısını ağlayarak belli etmeye çalışır. İhtiyaçlarını en güçlü şekilde ifade etme yolu ağlamasıdır. Bebek büyüdükçe ağlaması anlam kazanır. Annesi yanından ayrılınca, alışmış olduğu ortamdan ayrılınca, tanımadığı insanları görünce ağlamaya başlar.
Bebeklik döneminde bebeklerde dört farklı ağlama şekli görülür. Açlık ağlaması, kızgınlık ağlaması, acıdan dolayı ağlama ve sıkıntı ağlaması. Bebekler iki aylık olduklarında sadece artık fizyolojik ihtiyaçlarından dolayı değil, mesela oyuncağı elinden alındığı zaman da ağlayabilirler. Bu dönemde “düzensiz ağlama” adı verilen ağlama türü ortaya çıkar ve bebekler istedikleri bir nesne ya da olayı elde etmek için ağlarlar. Büyüdükçe ağlama daha kontrollü ve mesaj vermek için kullanılan bir araca döner.
Özellikle erken çocukluk döneminde duygusal tepkiler artar ve çocuk bu duyguların hemen hepsini yaşamaya başlar. Yaşamış olduğu olumsuzluklardan dolayı tepkisini ağlayarak gösterir. Arkadaşlarıyla oynarken bir olumsuzluk yaşadığında, istediği bir nesne veya olayı elde edemeyince, başarısızlığa uğrayınca tepkilerini hep ağlayarak gösterir. Sosyal bir çevre olan okula başlayan çocuk, bu dönemde de eğer uyum problemi yaşarsa yine sıkıntısını ağlayarak gösterir. Ergenlik döneminde ise değişik sebeplerden ötürü ağlama nöbetlerine girebilir. Bu durum duygularını açıklama konusunda daha gönüllü olan kızlarda daha çok görülür.
Gülme
Bebeğin diğer bir duygusal ve sosyal tepkisi gülümsemedir. Bebeğin haz duyduğunun en açık belirtisi olan gülümseme doğumdan sonraki ikinci ay içerisinde daha belirgin olarak görülür. Wolff, doğumdan sonraki 2-12 saat içinde gözlemlediği sekiz bebekte gülümsemeye benzeyen tepkiler gözlemlemiştir. Aslında bunun bilinçli bir gülümseme değil, uyku sırasında sinir sistemimde kendiliğinden meydana gelen bir boşalma olduğunu ifade etmiştir.
Bebeklerde bir başka kişinin yüzünü görmekle oluşan gülümsemelere “sosyal gülümseme” adı verilmektedir. Bu tür gülümsemeler refleks tipi gülümsemelerden farklı olarak, bebeğin yavaş yavaş sosyalleşmeye başladığının ve çevresinde gördüğü insanlara tepkiler vermeye başladığının bir ifadesidir. Bebek mutlu olduğunu gülümseyerek ifade eder. Bu dönemdeki anne-bebek arasındaki temel güven ilişkisi bebeğin kendisini mutlu hissetmesine ve yüzünde gülücüklerin eksik olmamasını sağlar. Büyüdükçe gülme ve gülümseme de daha bilinçli yapılmaya başlar.
Çocukluk döneminde karşıdaki insanların duygularını anlama yolu empatidir. Çocuğun büyümesine ve olgunlaşmasına paralel olarak gelişen bilişsel düzeydeki ilerlemeler çocuktaki empati yapma yeteneğini daha da arttırır.
Sevgi
İnsan yaşamında duygusal anlamda önem taşıyan kavramlardan biri de sevgidir. Bebek dünyaya geldiği andan itibaren sevilme, korunma ihtiyacı hisseder. Çünkü canlılar içerisinde insan yavrusu kadar sevgi ve ilgiye muhtaç başka bir canlı yoktur. Sevgi, özellikle bebeklik ve çocukluk dönemlerinde sağlıklı gelişim için çok önemlidir.
Bebeklik ve çocukluk döneminde en çok anne sevgisine ihtiyaç vardır. Bu dönemde bebek tamamen pasiftir, ihtiyacı olan tek şey sevgidir. Fizyolojik ihtiyaçları karşılanıp, sevgi ihtiyacı karşılanmayan çocuklar yetişkinlik dönemlerinde bunun eksikliğini çok yoğun yaşarlar. Yapılan bilimsel çalışmalar, anne sevgisinden ve ilgisinden mahrum büyüyen çocukların suç işlemeye daha yatkın olduklarını göstermiştir. Temel güven döneminde anne sevgi ve ilgisinin olamaması çocukluk dönemi depresyonlarına bile sebep olmaktadır. Sevgi insanları birbirine yaklaştıran çok önemli bir duygudur.
Korku
Bu dönemde yaşanan duygu biçimlerinden biri de korkudur. Korku, canlıların görünen ya da görünmeyen tehlikeler karşısında gösterdikleri doğal bir tepkidir. Bebeklik döneminde yaşanan korkular öğrenilmemiştir ve bilinçsizdir. Bu dönemde bebekler daha çok karanlıktan, yüksek ses ve ışıktan, fiziksel desteğin kesilmesinden, yalnız kalmaktan, acı duymaktan, yükseğe kaldırılmaktan, yabancı kişi ya da nesnelerden korkarlar. Korktukları anda da bazı tepkilerde bulunurlar. Korktukları nesne, olay ya da kişilerden kaçma, çığlık atma, bağırma, gözlerini kapatma, ağlama tepkileri verirler. Bebeklik dönemde yaşanan korkuların temelinde güvensizlik duygusu hâkimdir. İki yaşına kadar bebek, korktuğunda ya annesine sarılarak ya da yürümeye başladıktan sonra bir eşyanın arkasına saklanarak kendini güven altına almaya çalışır.
Yeni doğmuş bebeklerin, daha büyük bebeklere ve çocuklara oranla daha çok korku tepkisi verdikleri gözlenmiştir. Watson’a göre, yeni doğan bebeklerde iki türlü korku yaşanır. Bunlar, şiddetli sese karşı duyulan korku ve kendini boşlukta hissetme korkusudur.
Korkular yaşa göre artmaktadır. Özellikle 3-6 yaş arası korkular artar. Çocuk büyüdükçe korkuları daha bilişsel bir özellik gösterir. Özellikle güven duygusunu yaşamamış, sevgi ve şefkatten uzak büyütülmüş çocuklar, korkutulan (karanlıktan, öcüden, dilenciye vermekle gibi) çocuklar, baskıcı ve otoriter bir tutum içerisinde büyütülen çocuklar, şiddetin olduğu bir aile ortamında büyüyüp, şiddete maruz kalan çocuklar, şiddet ve korku içeriği olan filmleri izleyen çocuklar, tehdit edilen çocuklar daha çok korkarlar.
Korku, daha sonradan öğrenilen bir duygu olduğu için anne-babaların çocuklarına iyi örnek olması önemlidir. Fareden korkup, çığlık atarak masanın üzerine çıkan annesini gören çocuk da aynı davranışı taklit edecek ve fareden korkmayı öğrenecektir. Bu nedenle anne-babalar bu tür korkuları çocuklarına pek belli etmemeliler.
Öncelikle çocuğun neden korktuğunu tespit edip, kendisinin ve korktuğu ne ise onun önemsendiği mesajının verilmesi gerekmektedir. Yalnız olmadığını, anne-babasının onun yanında olduğu mesajının verilmesi önemlidir. Kendisini güvende hissetmesi için yumuşak bir ses tonu ile dokunarak, korkularıyla ilgili mantıklı açıklamalar yaparak çocuğun rahatlaması sağlanmalıdır. Çocuğun korkusuyla alay edip, korktuğu nesne ya da olayla karşı karşıya getirilmemelidir. Korku bir eğitim aracı olarak kullanılmamalı, aşırı baskı uygulanmamalı, korku filmleri izlemelerine izin verilmemelidir.
Çocuğun yaşadığı korkunun içinde bulunduğu gelişim döneminin bir ürünü mü, yoksa korkuya neden olan özel bir durum mu var, bunun araştırılması çok önemlidir. Uzun süren ve şiddeti gittikçe artan, fobiye dönüşmüş korkuların ortaya çıkması durumunda bir uzman (psikolojik danışman, pedagog veya çocuk psikiyatrı ) desteği mutlaka alınmalıdır.
Öfke
Öfke, uygun ifade edildiğinde son derece doğal ve sağlıklı bir duygudur. Kontrol edilemeyip yıkıcı hâle dönüştüğünde bireyin aile, iş, okul kısacası bütün hayatını olumsuz bir şekilde etkileyen öfke, bebeklik döneminde bile çok sık rastlanan bir heyecan türüdür. Yapmak istediği bir şeyi yapamaması, hareketlerinin kısıtlanması, engellenmesi, oyuncağının elinden alınması, banyo yaptırmak, yemek yemesi için zorlamak, zorlayıcı ve baskılı tuvalet eğitimi, kardeşini kıskanması, çocuğun ihtiyaçlarının karşılanmaması, anne ya da babanın aşırı koruyucu olması çocukta öfke nöbetlerinin yaşanmasına neden olabilir. Bu dönemde bebeğin öfke nöbetleri çok kısa sürer. Öfke kısa bir süre sonra yerini neşeli ve mutlu bir ortama bırakır.
Okul öncesi dönemde dil gelişiminin istenen seviyeye ulaşmasıyla birlikte çocuk duygularını beden dilini kullanarak değil, artık sözel olarak ifade etmeye başlar. Öfkelendiği ve kızdığı durumları daha iyi kavramaya başlayan çocuk, öfkelendiği zaman dikkatleri üzerine çekeceğini, istediklerini bu yolla rahatlıkla yaptırabileceğini öğrenir ve öfkeyi kullanmaya başlar. İstediğini elde edemeyince ağlar, tepinir, başını yerlere vurur, kırar, döker ve öfkesini dışa vurur.
Okul çağında ise olumlu ve olumsuz duyguları daha iyi anlayan çocuk, yavaş yavaş duygularını kontrol etmeyi de öğrenir. Özellikle öfkelendikleri zaman etraflarında bulunan insanların verebilecekleri tepkilerin farkında oldukları için davranışlarını kontrol altında tutabilirler. Okul çağında görülen öfke nöbetlerinin bir sebebi, akademik anlamda yaşadığı sıkıntılara yönelik bir tepki olabilir.
Anne-babalara çocuklarının öfke nöbetlerinin büyümemesi noktasında büyük görevler düşmektedir. Aslında yapılabilecek en sağlıklı iş, çocuğun öfkelenmesine neden olan durumları tespit etmektir. Neden bulununca, çözüm yolları üretmek de kolaylaşacaktır. Çocuklara isteklerini, duygu ve düşüncelerini öfke nöbeti şeklinde değil de daha ılımlı ifade etme yolları öğretilmelidir. Yaratıcı aktivitelerle ya da sporla uğraşmalarını sağlamak faydalı olacaktır.
Anne-babaların olumsuz tutum ve hırçınlıkların geçici bir durum olduğunu bilerek sabırlı davranmaları ancak, çocuktaki öfkeyi ortadan kaldırmak için de her istediğini yapmaktan da kaçınmaları gerektiğini bilmeleri gerekmektedir. Bu yaşlardaki öfke, aslında çocuğun içinde yaşadığı sosyal çevrede kendisine bir yer edinmek için yaptığı çabalamalardır. Bu nedenle gereksiz zorlamalarla, baskı ya da tehditlerle öfkenin giderilmeyeceğini bilmek, çocuğa karşı soğukkanlı bir yaklaşımla, sinirlenmeden yardımcı olmak en doğru olan davranıştır. Ancak bütün destekleyici çabalara rağmen çocuğun öfke nöbetleri hâlâ geçmiyorsa, çocuğun ve anne-babanın profesyonel yardım alması faydalı olacaktır.
Kıskançlık
Bütün insanların yaşadığı evrensel bir duygu olan kıskançlık, derecesine göre olumlu ya da olumsuz etkiler yaratan bir duygudur. Sevilen bir kişinin ya da bir nesnenin bir başkası ile paylaşılmak istenmemesi, sevilen birisinin bir başkasıyla daha fazla ilgilenmesi sonucunda ortaya çıkan bu duygu, uç noktalarda yaşanırsa ve karşıdaki kişiye ya da bireyin kendisine zarar verecek boyuta ulaşmışsa profesyonel destek gerektirir.
Yeni doğan bebekte kıskançlık tepkisi yoktur. Ancak bir bebek annesinin kucağında başka bir bebeği görünce kıskançlık tepkileri gösterir. Anne-babanın ilgisinin bir başkasına veya başka bir çocuğa yönelmiş olması, bu dönemde kıskançlığın ortaya çıkmasına neden olur. Özellikle de erken çocukluk döneminde yeni bir kardeşin dünyaya gelmesi ve anne ya da babanın bilinçli ya da bilinçsiz ayrımcı yaklaşımları kıskançlığa neden olabilir.
Kıskançlık çocuklarda 2-3 ve 10-12 yaşları arasında daha fazla görülür. Temelde güvensizlikten kaynaklanan kıskançlık, çocukların kendileriyle ve çevrelerinde bulunan insanlarla olumlu ve dengeli ilişkiler kurmasına engel olur.
Bu duyguyu çok yoğun yaşayan çocuklar alışmış olduğu ilginin başkasına yönelmesiyle hayal kırıklığı yaşar ve ilgiyi elinden alan kişiye karşı kin, öfke, nefret ve öç alma duyguları hisseder. Kaybettiği ilgiyi tekrar geri kazanabilmek için bazen daha kötü ve olumsuz davranışlar sergiler.
Çocuğun sosyal çevresi değiştikçe kıskanacağı kişilerde de değişiklik olur. Okul döneminde kendinden daha başarılı, sevilen, liderlik vasfı taşıyan, popüler olan arkadaşlarını kıskanan çocuk, öğretmeninin ilgisini çekmek, gözüne girmek için arkadaşlarının üzerine suç atar, yalan bile söyleyebilir.
Bu olumsuzlukların yaşanmaması için anne-babanın çocuğa karşı olan tutum ve davranışlarına dikkat etmesi gerekmektedir. Çocuğun ihtiyacı olan sevgi ve ilgi yeteri kadar ve zamanında verilmelidir. Her çocuğun kendine özgü özellikleri olduğunu unutmadan, çocuklar arasında karşılaştırma yapılmamalıdır. Okullarda öğretmenler de çocukların birbirlerini kıskanmalarına sebep olabilecek davranışlardan uzak durmalıdırlar.
İnatçılık
Bireyin geçerli, makul, kabul edilir bir sebep olmadan bir hareket ya da bir olayda ısrar etmesi, verdiği kararda ayak diremesidir. Bu durum özellikle çocuğun kendi varlığının farkına vardığı ve bunu çevresine kabul ettirmek için çevreden gelen uyaranlara karşı direnç gösterdiği 3-6 yaşları arasında daha yoğundur. Bu yaşlarda görülen inatçılık normal gelişim özelliği olarak kabul edilir.
İnatçılık saldırganlığın pasif şeklidir. Bu durumun oluşmasında annenin farkında olmadan katkısı da olmaktadır. Özellikle 0-2 yaş arasında annenin tuvalet eğitimi ve yemek yedirme konularındaki ısrarı, olumsuz ve katı tavrı başka alanlara da kayarsa çocukta inatçı bir yapının oluşmasına sebep olur.
Çocuğun ihtiyaçlarını zamanında karşılamak, kızgın ve sinirli olduğu zaman tartışmaya girmemek, otoriter ve baskıcı bir anlayışa sahip olmamak çocuktaki inatçılığı azaltacaktır. İnat anında çocuğun dikkati başka yönlere çekilmeye çalışılmalı, çocuğun istekleri, inatlaştığı zaman değil, normal davranış gösterdiğinde yerine getirilmelidir.
Utangaçlık
Bir yaşındaki bebeklerin yabancı birisini gördükleri zaman saklanma davranışları utanma duygusunun başlangıcı olarak kabul edilir. İki yaşına doğru bu durum ortadan kalkmaya, bebekte görülen utangaçlık tepkisi ortadan kalmaya başlar. Özgüveni yeterince gelişmemiş olan çocuklar utangaç bir tavır sergilerler. Yanlış bir şey yapmaktan ve söylemekten, yardım istemekten utanırlar. Çocuklara sürekli “Akıllı çocukları herkes sever.”, “Uslu ol herkes sana aferin desin.” gibi telkinler vermek çocuğun utangaç olmasına sebep olabilir.
Utangaçlığı ortadan kaldırabilmek için; çocuk üzerinde fazla baskı yapmamak, yaptığı yanlış davranışlardan daha çok olumlu davranışları görmek ve bu davranışları ödüllendirmek gerekir. Çocuğun öz güven duygusu, ihtiyaçları zamanında karşılanarak, tek başına yapacağı sorumluluklar verilerek sağlanmalıdır.
Saldırganlık
Çocukta daha çok engellenme duygusuna tepki olarak ortaya çıkan, olumsuz duygularını bastıramayıp, çevresindeki eşyalara veya başkalarına zarar verme şeklinde görülen olumsuz bir tepkidir. Saldırganlık insan doğasının bir sonucu olsa da birey, bu dürtüyü denetlemeyi ve toplum içerisinde kabul edilebilir bir hâle getirmeyi öğrenir.
Bu tepkini oluşmasında anne-babanın tutumları önemli bir rol oynar. Çünkü çocuk dayağı, şiddeti, saldırganlığı ailesi içerisinde normal bir davranış gibi algılarsa, saldırgan davranışları sergileme oranı daha da artar. Ayrıca kalıtsal olarak saldırgan kişilik özelliğine yatkın olanlarda bu tepki fazlasıyla görülür. Temelde saldırgan çocuklar kendilerine güveni olmayan çocuklardır. Dikkat çekmek ve kendilerini ispat etmek için saldırgan davranışlar sergileyebilirler.
Çocuk, saldırgan davranış gösterdiği zaman, bu davranışın olağan sonuçları hakkında çocukla konuşulmalı, enerjisini olumlu yönde harcaması sağlanmalı, saldırganlaşıyor diye her istediği yapılmamalı, saldırgan davranışa kesinlikle saldırganlıkla cevap verilmemelidir. Kitle iletişim araçlarının, özellikle televizyon ve bilgisayar oyunlarının saldırganlığı pekiştirdiği unutulmamalı, çocuklar televizyon ve bilgisayarın esiri hâline getirilmemelidir.
Yukarıda bahsedilen bütün duygular 0-12 yaş arasında gelişim döneminin özelliklerine uygun bir şekilde birey tarafından yaşanmaya başlanır, daha sonraki dönemlerin özelliklerine göre, yoğunluklarında bir artma ya da azalma meydana gelerek hayatın sonuna kadar varlığını korur.
Kaynak: ATA-AÖF, GELİŞİM PSİKOLOJİSİ, Yrd. Doç. Dr. Arzu GÜLBAHÇE