Felsefe hakkında her şey…

Yalnızlığın tehlikeleri hakkında anlayamadığımız bazı şeyler…

21.11.2022
Yalnızlığın tehlikeleri hakkında anlayamadığımız bazı şeyler…

Yalnızlık üzerine söyleyebileceğimiz tek şey onun çok can yaktığı ise yalnızlığın bizim için yaratabileceği tehlikeleri anlamıyoruz demektir. Özellikle sosyal medya araçlarının ve iletişim ağının son dereye yaygın görülen etkileri var ve bu etkiler olabildiğince yavaş kayboluyor. Covid-19 salgınında içinden geçtiğimiz süreci hatırlayalım: İnsanların çevrim içi buluşmalar düzenleyip evden çalıştıkları zamanlara şahit olduk ve bu gibi durumlar da sosyalleşme alışkanlıklarını değiştirdi, böylece yüz yüze etkileşimin, duygusal temasımızı da sağlayan gücü zayıfladı.

Bu gibi değişimlerin hayatımızı ne kadar etkilediğini fark edebiliyor muyuz? Ve bu olumsuz etkileri ortadan kaldırarak hayatımızı geri almak için neler yapabiliriz?

Yalnızlık halk sağlığı için günden güne artan ve etkisini gitgide şiddetlendiren bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Sosyal bilimler tarafından, yalnız hissetmenin insanlar üzerinde ne gibi fiziksel etkiler bıraktığı hususunda yapılan çalışmalar, ciddi endişe verici sonuçlar ortaya çıkarıyor. Psikolog John Cacioppo, meslektaşı William Patrick ile birlikte kaleme aldığı bir makalede bu durumu şöyle özetliyor:

“Sosyal izolasyonun fiziksel sağlık üzerinde hipertansiyon, hareket eksikliği, aşırı şişmanlık ve sigara kullanımı gibi etkileri söz konusu.”

Yapılan bu tür açıklamalar asıl noktayı kaçırmamıza neden oluyor. Şöyle ki bu açıklamalar yalnızlığın yarattığı zarara ve yıkıma değil, istenmeyen yan etkilerine odaklanıyor. Oysa yalnızlığın yan etkilerini açıklamak yerine onun nasıl bir his olduğunu sorgulamak gerekiyor.

Günümüz teknolojisinin getirdiği detaylı beyin görüntüleme teknikleri, beynin toplumsal dışlanmaya tepki gösteren bölgesinin fiziksel acıyla ilgili bölgeyle aynı olduğunu göstermiştir. Bu da bize yalnızlık hissinin fiziksel acıya eş bir acı yarattığını anlatıyor. Fakat bu keşif, yalnızlığın bizim için neden fiziksel acı verecek kadar kötü olduğu konusunda bilgi vermiyor. Bu durumda cevaplanması gereken sorular şunlar oluyor:

  • Yalnızlık, neden acı veriyor?
  • Yalnızlığın verdiği acı bize nasıl yaşamamız gerektiği hakkında neler anlatıyor?

Bunlar sosyal bilimlerin soruları değil, felsefenin sorularıdır. Bunlar, insan gelişiminin doğası ve sosyal bir varlık olmanın insanı biçimlendirmedeki rolü hakkındaki felsefi sorulardır. Bu sorular, kökleri Nikomakhos’a Etik’i genellikle “dostluk” olarak tercüme ettiğimiz “philia”ya adayan büyük antik Yunan filozofu Aristoteles’e kadar uzanan sorulardır.

Aristoteles, insanların sosyal ihtiyaçları olduğunu ve bu ihtiyaçların giderilmemesinin acı çekmeye yol açtığını fark etmişti. O, “yalnızlık”ı acı çekmek olarak nitelendirmiş ve bu acıdan kurtulmanın temel yolunu da dostluk olarak ortaya koymuştu.

Yalnızlığın neyinin kötü olduğunu ve bunun nasıl onarılabileceğini anlamak için Aristoteles’in dostluk diye adlandırdığı şeyin neden iyi olduğunu anlamamız gerekir.

Aristoteles’in philia görüşü, özellikle bir şeyi doğrular niteliktedir: Biz modernler, dostlarımızı ailelerimizden, romantik ilişkilerimizden, hatta aramızda duygusal bağ bulunmayan ve “sadece cinsel ilişki kurmak için birlikte olduğumuz” kişilerden ayırarak farklı kategorilerde belirleme eğilimindeyizdir. Aristoteles’in dostluk görüşü bizim bu tutumumuzdan daha kapsayıcıdır: O, ailevi ve romantik ilişkileri de farklı dostluk biçimleri olarak kabul eder. Aristoteles’e göre sosyal ilişki dâhilinde bulunduğumuz herkes, yalnızlığı savuşturmak için hayatımızın merkezinde yer alan, bizim gibi, diğer sosyal hayvanlardır.

Ancak Aristoteles de bazı hatalar yapmış görünüyor. Onun philia örneklemi, birbirlerini sağlam karakterlerinden ötürü seven adil, cesur, ölçülü, yüce gönüllü insanların dostluğunu kapsıyor. Ona göre gerçek erdem gibi gerçek dostluk da nadir rastlanan bir şeydir. İlyada, Aşil ve Patroclus’taki arketipler, birbirlerinin dostu olarak birbirlerini sevebilirler. Ama bunların arasında bizim muhtemelen pek de şansımız olmayacaktır.

Şükürler olsun ki durum hiç de öyle değil. Evet, gerçek dostluğu bulabilmek gerçekten de zor olabilir; ama Aristoteles’in düşündüğü biçimde de değil. Şöyle bir dostlarımızı düşündüğümüzde aralarında “erdemli” veya “hayranlık uyandırıcı” diye tanımlayabileceklerimiz olduğunu görürüz. Fakat bunların dışında kalan büyük bir kısmı pek de öyle değildir. Ama onlarla olan dostluğumuzun da gerçek dostluk olduğundan eminizdir. Aristoteles içinse dostluk meritokratik değerler içerir: Erdeme bağlıdır. O dostlukların bir bakıma hercai olması gerektiğini düşünüyordu. Ona göre insanları birbiriyle dost kılan erdemler kaybedildiğinde, bu dostluk orada kesilmeli ve insanlar birbirlerini sevmekten vazgeçmelilerdir. Bu ise bugün düşündüğümüz gerçeğin hemen hemen tam tersidir. Burada tabii ki dostluğun koşulsuz olması gerektiğinden bahsetmiyoruz. Fakat, neden olmasın ki? Hepimiz onlardan pek hoşlanmasak da ailemize ve hatta arkadaşlarımıza karşı da sevgi duymuyor muyuz?.

Aristoteles’in gözden kaçırdığı nokta, birini salt kendisi olduğu için sevmekle onu salt karakteri iyi olduğu için sevmek arasındaki ayrımdır. Kişi, karakteri değildir; kişi, hepsi zamanla değişebilecek tuhaflıklar ve vasıflar, erdemler ve zaaflar topluluğu değildir. İnsan sahip olduğu herhangi bir nitelik tarafından tanımlanamayacak denli özel ve belirgindir. Bu nedenle, kendisi olduğu için sevilmek, erdemleri için sevilmek değildir ve bir dost olarak değer görmekle somut olarak beğenilmek aynı şey değildir.

Kendisi olduğu için sevilmek, herhangi bir niteliğe sahip olduğu için sevilmemek demektir.

Dostluğun değeri, nihayetinde, dost olan insanların birbirlerine kayıtsız şartsız değer vermelerinden kaynaklanır. Şimdi hayatınızdaki önemli dostluklarınızdan birini göz önünde bulundurun: Bu dostluk sizin için bir şekilde önemlidir, çünkü dostunuz sizin için önemlidir ve siz de onun için öylesinizdir. Çünkü gerçek dostlar, salt onları birbirine bağlayan arkadaşlığa değil, birbirlerine de değer verirler.

Bu karşıtlık çözümü zor bir durum olarak görünebilir, ancak bu, dostluğun olağan anlaşmazlık ve kırgınlıklarında daha çok fark edilir. Dostumuz bizi hastanede ziyaret ettiğinde, bunu arkadaşlığımız için yapmasıyla bizim iyiliğimiz için yapması arasında elbette fark vardır. Bizi ziyarete gelirken onun amacının aramızdaki ilişkiyi sürdürmek ya da bize doğrudan bağlılığını göstermek olmadığını, bunların haricinde yalnızca aramızdaki dostluğun öyle gerektirmesinden ötürü geldiğini öğrendiğimizde, incineceğimizi düşünecektir.

Dostluğu anlayabilmek için izleyeceğimiz bu yol, insan hayatının değeri hakkındaki düşüncelerimizin nasıl yönlendirilmesi gerektiği hususunda ciddi değişimlere yol açar. İnsanlar ne gibi değerler taşırlarsa taşısınlar, bu değerlerin o insanlar için önemli olduğu fikri, Aydınlanma felsefesinin en belirgin yaklaşımlarından birisidir. Immanuel Kant burada bahsedilen değeri “eder” yerine “vakar” olarak adlandırır. Ona göre sevgi için yücelik barındıran ve yalnızlığı süpürüp atan şey, eder değil, vakardır.

Böylece, dostluk ile ahlak iç içe geçmiş olur. İnsanlar arasında sevgi bulunmasa da saygı bulunabilir ve dillendirildiği üzere, “çok muhabbet, tez ayrılık getirir.” Ancak burada bahsedilen saygı ve sevgi aynı değeri karşılayan bir kavram çiftidir. Filozof David Velleman’ın da dediği gibi, saygı “asgari gerekir”dir ve sevgi, zorunlu olmayan; ama insani varoluşun eşsiz saygınlığına verilebilecek en münasip karşılıktır.

Bütün bunlar, yalnızlığın neden bu kadar acı çektirdiğini açıklar niteliktedir. Dostsuz kalırsak insani değerimiz kimsece idrak edilemez. Bir insan olarak sahip olduğumuz bu varoluşsal değer layıkınca kıymet göremez ve yalnız başına kalır. Dostsuz olmak, dünyamızın içinde küçülmemiz, kaybolmamız anlamına gelir. Çünkü bizler sevgilerimiz ve tutkularımız için yaratıldık ve onlarsız kaybolmamız kaçınılmazdır.

Bu nedenlerle, yalnızlığın yarattığı sosyal problemler üzerine ciddi biçimde düşünmemiz gerekiyor. Felsefe tarafından öngörülen ve sosyal bilimler tarafından da desteklenecek yalnızlıkla başa çıkma yöntemlerini keşfetmemiz ancak bu şekilde mümkün olacaktır.

John Cacioppo’nun sözleriyle yalnızlık:

“… doyurulması gereken bir açlık gibi hissettirir. Bu ‘açlık’, ‘yemeye’ odaklanarak asla tatmin edilemez. Yapmamız gereken şey başkalarını ‘doyuracak’ kadar uzun bir süre kendi hâlimizin yarattığı sancının dışına çıkmaktır. ”

Başkalarını “doyurun” diyor Cacioppo. Ona göre yalnızlıktan kurtulmanın yolu, ironik bir şekilde, diğerlerinin ihtiyaçlarını karşılamaktan, saygı ve şefkatten sevgiye doğru giden yolu izlemekten geçiyor.

Bu gibi etkileşimler, başkalarının insani varoluşlarını kabul etmemize ve onları da bizim varoluşumuzu kabule davet etmeye yardımcı olarak yalnızlık acısının dinmesine fayda sağlayacaktır. Bu, yalnızlık hissettiğiniz zamanlar sahip olmayı arzuladığınız derin bağlardan bambaşka görünebilir. Ancak aradaki fark nitelikte değil, tavırda ve ölçüdedir. Saygı, şefkat ve sevgi, bir insana verilen önemin ve değerin göstergeleridir. Bunlar aynı tınıda, birlikte söylenebilecek türkülerdir. Yalnızlık üzerine konuşulması gereken şey, biz de içinde olacağımız biçimde, her insanın varoluşunun gerçek değerini ve anlamını kabul etmemizdir.


Kaynak Metnin Yazarı: Kieran Setiya (MIT, Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi)

Çeviri ve Derleme: Sosyolog Ömer YILDIRIM

Bu makale, Sosyolog Ömer YILDIRIM tarafından www.felsefe.gen.tr için derlenerek çevrilmiştir.

Derleme için kaynak metin: What people fail to understand about the dangers of loneliness

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...