Weber’e göre Din – Kapitalizm İlişkisi
Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu’nın yayımlanmasından sonraki yıllarda, ekonomik bir sistem olarak kapitalizmin dünyanın bir başka yerinde ortaya çıkma ihtimalinin niçin düşük olduğunu göstermek üzere dinsel inançlar ve toplumsal yapı arasındaki ilişkiyi analiz etmeye devam etmiştir.
Weber’in bu konudaki en önemli çalışmaları birkaç yıl önce başladığı mantıksal deneyin devamı olan Çin ve Hindistan’daki dinler üzerine araştırmalarıdır.
Tamamlayıcı nitelikteki bu çalışmalar, Weber’in Çin ve Hindistan’ın engellenmiş veya uygun koşullar altındaki toplumsal yapısının dünyanın bu kesiminde kapitalizmin gelişimine katkıda bulunabilecek karakteristiklerini değerlendirerek başlaması bakımından, benzer bir formata sahiptir. Burada örneklemek için onun “Çin’deki Dinler” isimli kitabından alıntılar yapacağız. Nitekim Batı’da kapitalizmin ortaya çıktığı dönemde Doğu’da (Çin’de) da benzer bir gelişmeye yol açabilecek birçok faktör mevcuttu.
İlk olarak büyük bir iç ve dış ticaret vardı. İkinci olarak ülke çapında (1200 yıldan fazla bir süredir) eleme sınavlarının mevcudiyeti ve sürmesi nedeniyle statü kazanma sürecinde alışılmadık ölçüde bir fırsat eşitliği vardı. Üçüncü olarak toplum genel olarak istikrarlı ve sakindi (Weber bu noktada durağanlığı ve ataleti vurgulayan “değişmeyen Çin” mitini büyük ölçüde benimser). Dördüncü olarak Çin’de birçok büyük kent merkezi vardı ve coğrafi hareketlilik nispeten yaygındı. Beşinci olarak ekonomik faaliyetler üzerindeki resmi kısıtlamalar nispeten sınırlıydı. Son olarak Çin’deki bazı teknolojik gelişmeler aynı dönemin Avrupa’sına göre daha ileriydi (barutun kullanılması, astronomi bilgisi, kitap basımı vb.). Weber’in işaret ettiği gibi, tüm bu yapısal faktörler Çin’de bir modern kapitalizm biçiminin gelişmesine yardımcı olabilirdi.
Ancak, Çin’in toplumsal yapısı, dünyanın bu kesiminde bir kapitalizm biçiminin gelişmesini engelleyen bazı karakteristikler de sergilemekteydi. İlk olarak aslında bol miktarda kıymetli metale, özellikle gümüşe sahip olsa bile Çin’de asla uygun bir para sistemi gelişmemişti. İkinci olarak Çin İmparatorluğu’nun erken birliği ve merkezîleşmesi yüzünden kentler asla özerk siyasal birimler hâline gelememişti. Sonuç olarak yerel kapitalist girişimlerin gelişmesi engellendi.
Üçüncü olarak Çin toplumu hukuki/yasal prosedürlerden ziyade özcü bir ahlak yasasının hâkimiyeti altındaydı. Bundan dolayı hukuki yargılar, ortak standartları eşit olarak uygulamaktan ziyade, tarafların belirli niteliklerine ve kutsal sayılan geleneklere dayanmaktaydı. Son olarak Çin bürokrasisi teknik eğitim görmüş uzmanlardan değil klasik eğitim almış kişilerden oluşmaktaydı. Nitekim statü elde etmeyi belirleyen sınavlar adayların edebî bilgilerini ve bir kültür adamına uygun düşünce biçimlerine sahip olup olmadıklarını ölçmekteydi. Bu yüzden eğitimli uzmanlar fikri, Çin deneyimine yabancıydı.
Özetle Weber’e göre, Çin’in toplumsal yapısının bütün bu karakteristikleri Doğulu bir modern kapitalizm biçiminin gelişmesini engellemiştir. Yine de yukarıda sunulan örnekler böyle bir gelişimin ihtimal dâhilinde olduğunu gösterir. Fakat Weber’e göre, bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin Çin’de veya Hindistan’da ortaya çıkma ihtimali oldukça düşüktür, zira “kapitalist ruh”la uyuşabilecek hiçbir dinsel inanç kalıbına rastlanmaz. Ayrıca Weber dinin dönüştürücü gücü olmadan yeni kültürel değerlerin oluşmasının ihtimal dışı olduğuna inanır.
Önceki yüzyılda Çin’de egemen sınıfların, bürokratların dini Konfüçyüsçülüktü. Weber’e göre Konfüçyüsçülük günah anlayışının değil, sadece eksik eğitimden kaynaklanan hatalar düşüncesinin hâkim olduğu bir dindir. Ayrıca, Konfüçyüsçülükte metafizik yoktur; dolayısıyla dünyanın kökenine dair bir sorgulama olmadığı gibi öte-dünya inancı da bulunmaz.
Bu nedenle kutsal ve laik hukuk arasında bir gerilim söz konusu değildir. Weber’e göre Konfüçyüsçülük, bu dünyadaki olaylarla ilgilenen, ancak özellikle bireyselci vurguya sahip rasyonel bir dindir. İyi Konfüçyüsçüler -eğitimli kişiler olarak yetişmelerinden ve diğerleriyle (özellikle ebeveynleriyle) din temelli ilişkilerinden de görüleceği üzere- toplumun durumuyla kendi âdetlerinden daha az ilgilenirler. Weber’in sözleriyle eğitimli bir Çinli “tüm etkinliklerini, bedensel ve diğer hareketlerini nezaket içinde, statü âdetlerine ve âdetlerin emirlerine uygun olarak zarif bir biçimde kontrol altında tutar.” Konfüçyüsçü biri, kurtuluşu öte-dünyada aramaktan ziyade, bu dünyayı bir veri olarak kabul eder ve ona sadece ihtiyatlı bir arzu duyar.
Weber bu analizi neticesinde, Konfüçyüsçülüğün Doğulu bir kapitalist kültüre yol açma ihtimalinin olmadığını öne sürer. Dört yıl sonra “Hindistan’daki Dinler” adlı çalışmasında Hinduizm hakkında da benzer bir tez ileri sürer. Weber, bu karşılaştırmalı araştırmalarla sadece niçin Protestanlığın kapitalist kültürün gelişimiyle ilişkili olduğunu değil, aynı zamanda diğer dinlerin niçin dünyanın başka bölgelerinde benzer gelişmelere yol açmadıklarını göstermeye çalışır.