Risk toplumu kuramı
Günümüz toplumlarının bilgi, sanayi ötesi ve postmodern toplumlar olarak nitelendirilmeleri yanında, son yıllarda sıkça kullanılan bir başka kavram da “risk toplumu” kavramıdır. “Risk toplumu” kavramı ilk olarak Alman sosyolog Ulrich Beck tarafından 1986’da Almanca yayınlanan ve daha sonra 1992’de İngilizceye “Risk Society: Towards a New Modernity” ismiyle çevrilen eserinde kullanılmıştır (Rosa&Freudenburg, 2006).
Öte yandan İngiliz sosyolog Anthony Giddens’ın da risk toplumu konusunda önemli çalışmaları olduğu bilinmektedir. Risk toplumu tezinin iki temel yaklaşımını ileri süren Ulrich Beck ve Anthony Giddens, risk ve geç modernite konularındaki yaklaşımlarını birbirlerinden ayrı olarak geliştirmekle birlikte, her iki kuramcının çalışmalarında ortak birtakım yönler bulunmaktadır. Örneğin, her iki kuramcı da modernleşme süreci sonunda ortaya çıkan risk kavramını günümüzde merkezî bir ilgi alanı olarak görmektedirler. Riskler, geç modernite döneminde özelliklerini değiştirerek zaman ve mekân boyutlarında büyük etkiler yaratmaktadır.
Beck ve Giddens, geç modernite döneminde belirsizlik ve güvensizliğe karşı gösterilen başlıca tepki olarak düşünümsellik kavramını ön plana çıkararak, riskin daha çok politik yönü üzerinde durmuşlardır. Her iki kuramcı da, halktan kimselerin riske bakış açıları üzerinde durarak özellikle bu kimselerin uzmanlara, devlete ve sanayiye gösterdikleri tepkileri ele almaktadırlar. Giddens ve Beck, zayıf bir toplumsal yapılaşmacı yaklaşım çerçevesinde risk konusunu ele alırlarken, dikkatlerini riskin nasıl üretildiği, makro düzeyde toplumda riskin üstesinden nasıl gelindiği, riskin toplumsal ve politik alanda yaptığı etkiler üzerine yöneltmektedirler (Lupton, 1999: 81).
Risk toplumu, özellikle Soğuk Savaş dönemi sonrası toplumların değişen güvenlik ve risk algılamasını anlamaya yönelik olarak geliştirilen yaklaşımlardan biridir. Temelde modernliği ve modernliğin bir sonucu olarak Sanayi Devrimi’nden 200 yıl sonra ortaya çıkmaya başlayan çevresel, ekonomik ve güvenliğe ilişkin yeni riskleri ele alan Beck’in bu yaklaşımı literatürde önemli bir yere sahiptir. Tehditlerin ve mağduriyetlerin değişen kitlesel boyutuna vurgu yapan risk toplumu yaklaşımı, özellikle yayılmacı bir ekonomi anlayışıyla alternatifsizmiş gibi gösterilen sanayi temelli modernleşmenin, yine modernliğin kendi dinamikleri tarafından ters yüz edilmesine dayanmaktadır (Bahar, 2009: 31).
Beck’e göre, “Çevresel kazalar, toplumdaki geleneksel gelir ve refah eşitsizliğini kırmıştır. Bu alanlarda çağdaş dünya, herkese eşit biçimde zarar veren nükleer ve kimyasal kirlenme ile karşı karşıyadır. Bu risk ve zarardan payını alanlar, gelir ve refahla ilgisi olmayan yeni kalıp ve eşitsizliklerin oluşturduğu toplumsal kategorilerden oluşmaktadır.” Beck, bilgi toplumunu bekleyen küresel risklerden bahsederken yeni bir toplumsal yapıya da işaret etmektedir (Şen & Koç, 2002: 933). Bu görüşlerden açıkça anlaşılacağı gibi, Beck için küreselleşmenin itici gücü modernizasyondur. Küresel riskler ise, küresel sanayileşmenin sonunda ortaya çıkmaktadır. Riskin kendisi de küreselleşmektedir. Riskin küreselleşmesi, yani dünyanın tehdit altında olması küreselleşme sürecinin hızını artırmaktadır. Beck’in küreselleşme olgusunun kavramlaşmasına katkısı bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Risk küreselleşmektedir, çünkü risk dünya üzerindeki herkes için eşittir. Dünya üzerindeki bireylerin tümünü, mekân ya da sınıf farkı gözetmeksizin aynı ölçüde etkilemekte ve hiçbir sınır tanımamaktadır. Gıda üretim zinciri, insanları birbirine bağlamakta, havadaki asit yağmurları ülke sınırlarını hiç hissettirmeden aşmaktadır. Riskli ülkeler için karşılıklı tehdit içermesi, ayrıca mekânsal olarak sınırlanamaması küreselleşme bilincinin artışına katkıda bulunmaktadır. Risk yaratan faaliyetlerin kontrolü, ulus devletlerin gücünü aşmaktadır. Riskli faaliyetleri engelleyebilmenin tek yolu, uluslar üstü yaptırım gücü yüksek örgütler oluşturmaktır. Ülkelerin bir araya gelip çeşitli risk içeren faaliyetlere çözüm bulmak için yaptıkları stratejik silahsızlanma tartışmaları, dünya zirveleri, atıkların azaltılması, CFC’lerin (Kloroflorokarbon) kullanımının yasaklanması ve nükleer silahlarla ilgili anlaşmalar bu tür çabalara birer örnektir (Beck, 1992; Eşkinat, 1998: 89).
Diğer taraftan bugün dünyada doğası değişen ve küreselleşen riskin giderek daha fazla kullanılır hâle gelmesi, kurumsallaşmış çevresel risklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla yüksek teknolojik düzeyde beliren, “risk iklimi” giderek herkesi kapsamakta ve kimsenin kaçışına izin vermemektedir. Dünya toplumu farklı gruplar, farklı ve eşit olmayan tehditler nedeniyle “ortak riskler” altında bulunmaktadır. Örneğin; Afrika eski komünist ülkeleri, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu gibi çok parçalı bölgeler yeniden yapılanmaya yönelmekte ve dünya genelinde sivil toplumlar için tehdit oluşturmaktadır. Terör tehdidi ile yaşamak, toplumsal yaşamın “sigorta edilemez” bir konusudur. Beck, çalışmasında “Dünya Risk Toplumu” dediği yapıda “nükleer tehlike, iklim değişimi, Asya ekonomilerinin çöküşü ve yiyeceklerin anatomik yapısının değiştirilmesi gibi sigorta edilemez risklerin ortaya çıktığını” ifade etmektedir (Beck, 1986: 227; Şen& Koç, 2002: 933).
Beck, risk içeren faaliyetlerin zararlı etkilerinin tıpkı bir bumerang gibi geldiği yere geri döndüğünü anlatmaktadır (Bumerang, özellikle Avustralya yerlileri, eski Mısırlılar ve Avrupalılar ve Hindistan’ın bazı yörelerindeki kabileler tarafından silah olarak kullanılan yassı bir kesite sahip eğri bir sopadır. Bazıları düz olarak fırlatıldığı yönde ilerler, bazıları ise havada bir dairevi yörünge çizerek tekrar geri gelirler). Modernizasyonun başlangıç dönemlerinde, güçlü ve zengin olanlar kendilerini zararlı etkilerden korumanın bir yolunu bulmuşlardır. Günümüzde ise riskli faaliyet ne kadar uzaklaştırılırsa uzaklaştırılsın, etkileri gelişmiş merkezleri vurmak üzere geri gelebilmektedir. Bu, özellikle sınaî tarımda görülmektedir. Hormonlu gübre ile üretilen ürünler, tüm dünyada tüketilmektedir. Burada da, küreselleşme ile ilgili yerel ve evrensel çelişkisi ortaya çıkmaktadır. Riske neden olan ve riske kurban olan, aynı kişi olmaktadır. Küresel nükleer savaşın galibi bulunmamaktadır (Beck, 1992: 38; Eşkinat, 1998: 90).
Risk, sadece üretim konusunda ortaya çıkmamaktadır. Üretilenleri zararlı hâle sokabildiği gibi, yer aldığı çevrede mülkiyet konusu nesnelerin değerlerinin düşmesine, hatta o ülke devletinin meşruiyetinin sarsılmasına bile yol açabilmektedir. Beck, belirli bir bölgede ekolojik tehdit içeren bir değişiklik nedeni ile, mülk fiyatlarının düşmesini ekolojik istimlak olarak tanımlamaktadır. Ekolojik istimlak, tarımsal toprağın, ormanların, denizlerin ürün verme kapasitelerini, para kazanma fırsatlarını azaltabileceği gibi buna izin veren hükümetlerin ya da bu teknolojiyi getiren firmaların meşruiyetinin sorgulanmasına da neden olabilmektedir (Beck, 1992; Eşkinat, 1998: 90).
Aynı derecede riske hedef olan bir dünya toplumu ortaya çıkmaktadır. Bu olgu insanlar arasındaki eşitsizliği bir açıdan azaltmaktadır, çünkü risk sınıf farkı gözetmemektedir. Sıfır toplamlı istismar ilişkileri ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan, burada Beck, aykırı bir formülasyonla, gelişmekte olan ülkelerin sanayileşme isteğinin, riski göze almalarına neden olduğunu açıklamaktadır. Uluslararası sınıf sisteminden söz etmektedir. Sınaî üretimin yol açtığı zararlar konusunda bilinç arttıkça, gelişmiş ülke toplumları bunların kapatılması yönünde baskı yapabilmektedirler. Yeni sanayileşen ülkeler ise, ekonomik bağımsızlıklarını elde edebilmek uğruna riski ülkelerine davet edebilmektedirler. Bu sistem, temiz sanayilerin ileri toplumlarda kalmasına neden olurken, tehlikeli ve çevreyi kirleten sanayilerin üçüncü dünya ülkelerine ihraç edilmesine yol açmaktadır. Gelişmemiş ülkelerde riskli faaliyetlerle ilgili yasal önlemler ya yoktur ya da yeterli değildir. Bu ülkelerin insanları, zararlar konusunda yeterince bilgilendirilmemiş olmakta ya da zararlı faaliyetlerin engellenmesi için kamuoyu oluşturmak güç olabilmektedir. Uluslar üstü firmaların yöneticileri ise sahip oldukları sermayenin, gelişmekte olan ülkeler için önemini bilmekte, felaket meydana geldiğinde, yasal önlemlere karşı kaynaklarını öne sürmektedirler. Ancak, sermaye sahiplerinin karşı koyamadıkları tehlike bumerang etkisidir. Riskli faaliyetlerin zararları bulaşıcıdır; toksinler, tarımsal ürün satan ülkelerden ithal edilen gıda maddeleri ile geri gelmektedir. Sülfür emisyonu, yağmuru aside dönüştürmektedir. Gelişmiş ülkelerden ihraç edilen atom reaktörleri, radyoaktif madde içeren sızıntılara neden olmakta ya da bu reaktörlerin ürünleri nükleer silah üretme gücünü gelişmekte olan ülkeler için de olanaklı kılmaktadır. Bumerang etkisi, zengini de fakiri de aynı kefeye koymaktadır. Giderek artan riskler, dünya toplumunu tehlike toplumuna dönüştürmektedir (Beck, 1992; Eşkinat, 1998: 92).
Kaynak: SOSYOLOJİDE YAKIN DÖNEM GELİŞMELER, s. 83-86, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 3852 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 2659