Para Felsefesi
Para Felsefesi, paranın soyut bir değer ölçüsü olarak kullanıldığı alışveriş biçimlerine özel vurgu yaparak insanlar arasındaki alışveriş ilişkilerinin toplumsal sonuçlarını araştıran bir çalışmadır.
Simmel’in diğer tüm çalışmaları gibi Para Felsefesi de etkileşim biçimlerinin toplumsal ilişkilerin doğasını nasıl etkilediğini içeriklerinden bağımsız olarak açıklama girişimidir. Simmel bu konuyu ilk kez 1889 başında “Para Psikolojisi” başlıklı makalesinde ele alsa bile bu konudaki düşüncelerini tam olarak Para Felsefesi’nin 1907 tarihli ikinci baskısına kadar ortaya koymamıştır.
Para Felsefesi, esasında felsefî bir eser olmasına rağmen çok parlak sosyolojik analizleri de haizdir. Ancak bu analizler genellikle Simmel’in felsefî metninin derinliklerinde gömülüdür ve oradan çıkartılmayı beklemektedir. Kitaptaki felsefi kısımlar sosyologlar için, teorik önermelerin türetilebileceği ön kabuller sağlayabildikleri ölçüde kullanışlıdır. Aksine, felsefeciler için sosyolojik kısımlar daha derin bir ontoloji sergiledikleri ölçüde ilginçtir. Felsefe ve sosyoloji arasındaki bu geçişkenlik, Para Felsefesi’ni Simmel’in diğer birçok yazısından hem daha muğlak hem de daha tutkulu bir çalışma kılar.
Konu Başlıkları
Bir Toplumsal Form Olarak Alışveriş
Para Felsefesi adlı eserinde Simmel yine toplumsal bir “form”u ortaya koymaya çabalar. Her etkileşim alışveriş olmasa da alışveriş evrensel bir etkileşim biçimidir. Simmel, toplumsal alışverişi analiz ederken genelde ekonomik alışverişe, özelde parasal alışverişlere odaklanır. Bütün ekonomik alışverişler paranın kullanılmasını gerektirmese de para bir alışveriş aracı olarak zamanla giderek daha fazla kullanılmaya başlanmıştır. Simmel’e göre, bu tarihsel eğilim toplumsal farklılaşma sürecini yansıtır, ancak daha fazlasını içerir çünkü para aynı zamanda farklılaşma sürecinin ardındaki temel sebeptir. Bu yüzden Para Felsefesi’nin sosyolojik kısımları toplumsal ilişkilerde artan para kullanımının toplumsal hayat üzerindeki dönüştürücü etkilerini analize ayrılır.
Simmel, farklılaşma sürecini bir alışveriş perspektifinden analiz etmeye çalışırken bazı felsefi kabuller geliştirir ve bu kabulleri modern dünyanın sosyolojik analiziyle ilişkilendirir. Zira Simmel de tıpkı dostu ve entelektüel koruyucusu Weber gibi, sadece modern hayat tarzlarını değil, bunların tarihsel kökenlerini de anlamaya çalışır. Ancak Weber’den farklı olarak ayrıntılı tarihsel analizlere girmez, ayrıntılı sınıflamalar geliştirmeye de çalışmaz. Onun çalışmalarında daha ziyade, insanlar ve toplumsal evren hakkındaki belirli felsefi görüşler belirli bir toplumsal formun özelliklerini anlama çabasıyla ilişkilendirilmeye çalışılır. Bu nedenle, Simmel’in para ve alışveriş analizini açıklamadan önce bu analizin felsefî bağlamına bakmak gerekir.
Simmel’in İnsan Doğası üzerine Kabulleri
Simmel Para Felsefesi’ne, insanların amaçlı varlıklar olduklarını ve amaçlarına ulaşmaya çalışırken çevrelerini etkilediklerini öne sürerek başlar. Daha önce -çatışma üzerine makalesinde- gördüğümüz gibi Simmel, bu özelliğin insanlar arasındaki çatışmayı, hayvanlar arasındaki çatışmalardan farklı kıldığını vurgular. Simmel Para Felsefesi’nde şu yaklaşımı benimser: İnsanların hedefleri biyolojik dürtülerine ve toplumsal ihtiyaçlarına göre farklılıklar sergilese de her eylem insanın hedeflerine ulaşma girişimlerinde çevresini yönlendirebilme yeteneğini yansıtır. Bireyler bunu yaparken çeşitli ‘araçlar’ kullanırlar, ancak bunlar maddi araçlardan ibaret değildir. Daha ziyade insanlar, amaçlarına ulaşmak için, dil ve para gibi daha kompleks, sembolik araçlar kullanırlar. Simmel’e göre genelde, daha fazla araca sahip oldukça insanların çevreyi yönlendirme kapasiteleri artar ve olayların akışını daha fazla etkileyebilirler. Ayrıca araçların kullanımı, bir malı satın almak için parayı kullanmamızda olduğu gibi, birçok olayı daha kapsamlı toplumsal ilişkiler zincirleri oluşturabilecek biçimde ilişkilendirmemizi mümkün kılar. Örneğin satıcıya para ödenir; para sanayicinin kârı hâline gelir, işçi ücretlerine dönüşür.
Simmel’e göre para, genellik kazandığı için nihai bir toplumsal araçtır: İnsanlar onu hedeflerine ulaşmak ve dolayısıyla çevrelerini düzenlemek için çok farklı biçimlerde kullanabilirler. Bu, paranın başka türlü ilişki içinde olmayacak birçok olay ve insanı potansiyel olarak birbirine bağlayabilmesi demektir. Böylece, paranın kullanılması, dolaylı olarak bireylerin içinde yer alabilecekleri grupların miktarında büyük bir artışı mümkün kılacaktır. Para bu yüzden, toplumsal farklılaşmanın ardındaki temel bir itici güçtür.
İlişkili bir başka kabule göre, insanlar kendi dünyalarını (1) içsel/öznel ve (2) dışsal/ nesnel bir duruma ayrıştırma kapasitesine sahiplerdir. Bu ayrışma sadece dürtüler doğrudan doyurulamadığında -yani çevre, engeller yarattığında- yaşanır. İnsanlar bu engeller karşısında öznel deneyimlerini çevrelerindeki, ihtiyaç veya güdünün karşılanmasının kaynağını oluşturan nesnelerden ayırmaya başlarlar. Zira Simmel’in Para Felsefesi’nde vurguladığı gibi:
Nesneleri, sadece doğrudan kullanamadığımız ve sahip olamadığımız sürece, yani arzularımıza direndikleri ölçüde arzularız. Arzularımızın içeriği bize direndiği sürece bir arzu nesnesi hâline gelir, ancak sadece etkileyemememiz anlamında değil, sahip olunmayan bir şey olarak bize uzaklığı ölçüsünde de…
Değer, bu özne/nesne ayrışmasına bağlı olarak oluşur. Simmel, Marx’ın aksine, bir nesnenin değerinin, onu üretmek için gerekli “emek gücü”nde değil, arzulanma ve ulaşılamama derecesinde -yani kıt ve uzaktaki nesnelere ulaşma çabalarında- yattığını vurgular. Değer, bu yüzden, insanların temel bir kapasitesiyle yani öznel bir dünyayı nesnel bir dünyadan ayırma yeteneğiyle ve nesneleri elde etmedeki nispi güçlükle bağlantılıdır. Simmel’e göre, top-lumsal düzen örüntüleri bu özne-nesne ayrılığını büyük ölçüde sağlar. Onlar engeller ve güçlükler oluştururlar, bazı nesnelere talep yaratır ve nesnelerin dolaşım biçimini belirlerler ve malların iktisadi olarak üretimi ve piyasada satılmaları insanlar arasındaki daha genel bir süreç olan özne-nesne ayrılığının sadece özel bir örneğidir. Para, piyasalar ve üretici kuruluşlar ortaya çıkmadan çok önce de kolayca elde edilemeyen nesneleri arzulayan insanlar vardı. Nitekim gerek piyasada gerekse hayatın daha genel alanında değer, bir arzu nesnesinin elde edilme güçlüğünün pozitif bir fonksiyonudur.
Para, Simmel’in gösterdiği gibi değerin yaratılması ve yaygınlaşmasını hızlandırır, zira değerlerin (yani, bir meta ya da hizmetin “ne kadar değerli” olduğunun) çabuk hesaplanması için ortak bir ölçü sağlar. Ayrıca, bir “araç” olarak para nesneleri edinmeyi büyük ölçüde kolaylaştırır ve para dolaşımdayken ve herhangi biranda değerleri hesaplamakta kullanılırken, çevredeki tüm nesneler parasal değerlerine göre değerlendirilmeye başlanır. Simmel, Marx’tan farklı olarak, bunu olumsuz bir süreç olarak değil, insan doğasının bir özelliği olan çevrelerindeki nesneler için değerler yaratma kapasitesi ve ihtiyacının bir yansıması olarak görür.
İnsan doğası hakkındaki bir başka kabul Simmel’in ‘dünyaya bakış’ tartışmasında bulunabilir. Ona göre, insanlar kendi dünyalarında doğal olarak bir istikrar ve düzen ararlar. Nesnelerin yerini ve onlarla ilişkilerini bilmeye çalışırlar. Örneğin Simmel’e göre, insanlar totemleri ve dinsel ritüelleri doğaüstü güçlerle ilişkilerini düzenlemek için geliştirirler; benzer şekilde, paranın standart bir değer ölçüsü olarak gelişmesi insanların dünyaya bakışlarında düzen ve istikrar arama eğilimlerinin bir başka tezahürüdür. Onlar parayı geliştirerek nesneleri karşılıklı değerlerine göre kolayca karşılaştırabilir ve böylece çevreleri hakkında bir ‘düzen duygusu’ geliştirirler.
Özetle paranın gelişimi, Simmel’e göre insanın temel doğasının bir ifadesi ve uzantısıdır. Para, amaçlı eylemlerde bir tür araçtır; o, insanların özne-nesne ayrımı kapasitelerinde içkin bir değer ifade biçimi ve insanların dünyaya bakışlarında istikrar ve düzen sağlamalarının bir aracıdır. Bu doğuştan eğilimlerin tümü, çoğu insan eyleminin ardındaki itici güçtür ve bu yüzden alışveriş bir temel etkileşim biçimidir. Zira alışveriş, bir başkasını elde etmek için bir değer nesnesini feda etmekten başka bir şey değildir. Para bu süreci büyük ölçüde kolaylaştırır, çünkü o mübadele edilen nesnelerin değerlerini hesaplamak için ortak bir referans noktası sağlar.
Toplumsal Alışverişte Para
Simmel’e göre toplumsal alışveriş şunları gerektirir:
- Kişinin sahip olmadığı değerli bir nesneyi arzulaması,
- Bir başka kişinin bu değerli nesneye sahip olması,
- Arzulanan nesneyi elde etmek için karşılığında diğer kişiye bir değer nesnesi sunulması,
- Değerli nesnenin sahibinin bu teklifi kabul etmesi.
Simmel’in bu toplumsal alışveriş tasvirine bazı hususların eklenmesi gerekir. İlk olarak değer durumlarla bağlantılıdır ve nihayetinde bireyin dürtüleri ve ihtiyaçlarıyla ilişkilidir. Kuşkusuz, değerli olarak tanımlanan şey tipik olarak kültürel ve toplumsal örüntüler tarafından kuşatılır, ancak bir nesnenin ne kadar değerli olduğu hem kişinin ihtiyaçlarının yoğunluğuna hem de nesnenin kıtlığına bağlı olacaktır. İkinci olarak çoğu alışveriş bir nesneye duyulan ihtiyacın şiddetinin gizlendiği ve bir nesneye ulaşılabilirliğin gerçekte olandan daha kısıtlı gösterilmeye çalışıldığı durumları yönlendirme çabalarını içerir. Bu yüzden, her alışverişte içkin olarak çoğu kez diğer toplumsal ilişki biçimleri içinde kendini açığa vuran temel bir gerilim, örneğin çatışma potansiyeli mevcuttur. Üçüncü olarak bir nesneye sahip olmak onun değerini azaltırken, kişinin sahip olmadığı nesnelerin değeri artacaktır. Dördüncü olarak alışveriş sadece her iki taraf verilen nesnenin alınandan daha az değerli olduğu duygusu taşıdığında ortaya çıkacaktır. Burada şaşırtıcı olan, Simmel’in, insanların daha az değerli bir mala karşılık daha değerli bir mal vermek zorunda kaldıkları eşitsiz alışverişlerin sonuçlarını ayrıntılı olarak ele almamasıdır. O, basitçe, alışveriş anında her bir tarafın değerde bir artış olduğunu düşündüğünü varsayar. Kısacası insanlar, verdiklerinden daha fazla değer elde ettiklerini düşünmediklerinde alışveriş gerçekleşmeyecektir Beşinci olarak, bireyler kadar kolektif birimler de alışveriş ilişkileri içinde yer alırlar ve bu yüzden yukarıda sıralanan dörtlü sürece tabidirler. Altıncı olarak, bir aktörün elindeki kaynaklar daha kolay değiştirilebilir hâle geldikçe -yani birçok alışveriş biçiminde kullanılabildiğinde- aktörün seçenekleri ve gücü artacaktır. Zira bir aktör alışveriş için bir başka mala bağlı olmadığında, elindeki kaynakları kolayca geri çekebildiğinde ve bir başkasıyla kolayca değiştirebildiğinde, bir alışverişi yönlendirmekte önemli bir güce sahip olacaktır.
Parayla alışveriş, bu genel toplumsal ilişki biçiminin sadece özel bir örneğidir. Ancak o çok özel bir örnektir. Zira para toplumsal ilişkilerde değer oluşumunun başat aracı hâline geldiğinde toplumsal ilişkilerin özellikleri ve dinamikleri dönüşür. Mantık, ahlak ve estetik gibi diğer kriterlerin yerine parasal bir ölçü biriminin geçmesi kesinlikle uzun dönemli tarihsel bir eğilimdir. Bu tarihsel eğilim, önceden değindiğimiz gibi, bir değişim aracı olarak paranın hem nedeni hem de sonucudur. Para alışverişleri kolaylaştırmak ve insanların temel ihtiyaçlarını tam olarak karşılamak için ortaya çıkmıştır. Ancak bir kez yerleştiğinde, para kullanımı toplumsal ilişkilerin yapısını dönüştürecek güce kavuşur. Para Felsefesi, paranın toplumsal ilişkileri değiştirecek bir güce nasıl sahip olduğunu araştırırken özellikle sosyolojik bir çalışmaya dönüşür.
Paranın Toplumsal Sonuçları
Simmel’in çoğu çalışmasında örtük bir işlevselcilik vardır. O birçok kez şu soruyu sorar: Bir toplumsal formun genel toplumsal bütün açısından sonuçları nelerdir veya hangi işlevleri yerine getirir? İşlevselcilik Simmel’in çatışma analizinde oldukça açıktır, ayrıca para analizinde de yer alır. Zira o paranın toplumsal örüntüler açısından hangi sonuçlara sahip olduğunu araştırırken birbiriyle ilişkili iki sorunun cevabını arar: (1) Paranın bir bütün olarak toplumun yapısı açısından sonuçları ve (2) paranın bireyler açısından sonuçları.
Simmel, bu iki soruyu cevaplandırırken, uzun süren uğraşısına birkaç sorun daha ekler. Onun paranın toplum ve birey açısından sonuçları hakkındaki analizini konumlandırabilmek için bunlara kısaca değinmek uygun olacaktır. Simmel’in tüm çalışmalarında egemen bir tema, bireylerin gruplara bağlılıkları ile bu gruplar karşısındaki bağımsızlıkları arasındaki diyalektiktir. Simmel bir yandan bireylere farklı seçenekler arasından tercih yapmaları imkânı tanıyan toplumsal ilişkilere övgüler düzerken, öte yandan bireylerin toplumun kolektif karakterine yabancılaşmaları karşısında bir ölçüde dehşete kapılır (ancak, kendi dönemindeki diğer teorisyenler ölçüsünde değil). Bu tema, Simmel’in çalışmasındaki bir başka ilgiyle bağlantılıdır: Toplumun artan rasyonelleşmesi veya onun deyimiyle toplumsal hayatın “nesnelleşmesi”. Toplumsal ilişkiler, geleneksel ve dinsel içeriklerini yitirirken, hukuk, akıl, mantık ve para gibi kişisel olmayan standartlarla iç içe geçerler. Bu standartların uygulanması bireysel özgürlüğü ve toplumsal adaleti artırır, ancak aynı zamanda hayatı daha az duygusal ve daha az kuşatıcı kılar. Para, ilişkileri rasyonel hesaplamalara indirger, dinsel semboller ve yerleşik geleneklere bağlılıkların sağladığı duygusal bağları yıkar. Simmel’in paranın bireyler ve toplumsal bütünler açısından işlevleri hakkındaki analizine, bu iki tema bağlamında bakılmalıdır.
Para ve Toplumsal Bütün
Simmel, Weber gibi ancak daha az sistematik bir biçimde, toplumsal ilişkilerin rasyonelleşmesi veya nesnelleşmesi yönündeki genel tarihsel eğilimle ilgilenir. Genelde insanlar hem birbirleriyle hem de doğal çevreleriyle ilişkilerini sembolleştirme eğilimindedirler. Geçmişte bu sembolleştirme totemlerle ve daha sonra yasalarla yapılmıştır.
İnsanlar, daha yakınlarda, fiziksel varlıklarla ve birbirleriyle ilişkilerini parasal terimler içinde ifade etmeye başlamışlar ve sonuçta çevrelerindeki nesneler kadar diğer insanlarla da yakın ve dolaysız ilişkilerini yitirmişlerdir. Bu yüzden, para toplumsal ilişkilerin nihai nesnel sembolizasyonunu temsil eder. O, maddi varlıklardan farklı olarak hiçbir içkin değere sahip değildir. Para sadece değerleri temsil eder ve bir nesnenin değerini bir başka nesneyle ilişki içinde ifade etmek amacıyla kullanılır. İlk para biçimleri (örneğin kıymetli metaller ve taşlar) içkin bir değere sahipken, evrimci eğilim sadece değişim değerlerini ifade eden kâğıt para ve kredi kullanma yönündedir. Kâğıt para ve kredi egemen konuma gelirken toplumsal ilişkiler, en azından aşağıdaki biçimlerde, kapsamlı bir değişime uğrar:
a) Paranın kullanılması, aktörlerin karşılıklı değerleri daha hızlı hesaplamalarını mümkün kılar. İnsanlar nesnelerin -metaların ve emeğin- karşılıklı değerlerini belirlemekte kullanılacak standartlar üzerinde her seferinde anlaşma ve pazarlık yapmak zorunda kalmazlar. Sonuçta, alışverişlerin hızı çarpıcı bir biçimde artar. İnsanlar daha hızlı toplumsal ilişkiler kurarlar.
b) Para, toplumsal etkileşim ve alışveriş oranını artırdığı için, ayrıca değeri de artırır. Önceden değindiğimiz gibi, Simmel insanların vazgeçebileceklerinden fazlasını alabilecekleri duygusu taşımadıkça alışverişe girmediklerini düşünür. Bu yüzden, değişim oranı arttıkça insanların değer birikimleri artacaktır. İnsanlar, ihtiyaç ve arzularını gerçekleşebileceklerine daha fazla inanacaklardır.
c) Paranın likit ve yaygın bir kaynak olarak kullanımı toplumsal ilişkilerde daha büyük sürekliliği mümkün kılar. Para toplumsal ilişkilerde, çoğu kez insanların mübadele etmek için sadece gıda ürünleri veya değerli taşlar gibi mallara sahip olmalarında yaşanan boşlukların oluşmasını engeller. Karşılıklı değerler kolayca hesaplanabileceği için, para insanlara neredeyse her şeyi mübadele edebilecekleri seçenekler sunar. Potansiyel olarak tüm bireyler alışverişlere katılabileceği için toplumsal ilişkilerde daha fazla süreklilik vardır.
d) İlişkili bir eğilim içinde, para ayrıca çeşitli toplumsal bağların yaratılmasını mümkün kılar. İnsanlar para sayesinde doğumla katıldıkları gruplardan başka gruplara da girebilir ve böylece, daha sınırlı bir değişim aracının mümkün kıldığından çok daha farklı gruplarla ilişkiler kurarlar.
e) Para, ayrıca, uzak mesafelerdeki insanlar arasında alışverişlerin gelişimine katkıda bulunur. Etkileşim somut nesnelerin değişimini gerektirdiği durumlarda, insanların birbirlerinden ne kadar uzak olabilecekleri ve bir alışverişler dizisine ne kadar aktörün katılabileceği konusunda sınırlılıklar oluşur. Ancak bu sınırlılıklar para sayesinde ortadan kalkar. Uluslar mübadele ilişkisine girebilirler; asla birbirini görmeyen insanlar -sözgelimi bir fabrika işçisi ve bu fabrikada üretilen malları tüketenler- bir alışverişler dizisi içinde dolaylı bağlantı içinde olabilirler, zira bir mal veya meta için yapılan ödemenin bir kısmı sonunda işçi ücretlerine dönüşecektir. Dolayısıyla para toplumsal organizasyonun etki alanını büyük ölçüde genişletir ve ilgili organizasyonun yüz yüze ilişkilerin veya takasın ötesine geçmesini mümkün kılar. Parayla giderek daha fazla sayıda insan doğrudan ve dolaylı bağlantılar içine girebilir.
f) Para ayrıca, bir güveni temsil etmesi anlamında, toplumsal dayanışmayı artırır. İnsanlar parayla mal veya hizmetleri satın aldıklarında, onun gelecekte bir tarihte başka mal veya hizmetleri satın almak için kullanılabileceğine itimat ederler. Paranın gelecekteki ihtiyaçları karşılayacağına bu üstü örtülü güven insanların topluma inançları ve bağlılıklarını pekiştirir.
g) Aynı mantık çizgisi içinde, para merkezî otoritenin gücünü artırır; zira para kullanımı, toplumsal istikrarı ve merkezi otoritenin paranın güvenirliğini teminat altına almasını gerektirir. Paranın istikrarını koruması için alışveriş ilişkilerinde yönetime bel bağlanması, hükümetin gücünü artırır. Ayrıca, para sayesinde merkezî hükümetin halktan vergi alması çok daha kolaylaşır. Sadece mülkiyetin vergilendirilebildiği koşullarda, uzak bir merkezî hükümetin vergi konusundaki etkililiğini kısıtlayan faktörler vardı; çünkü mülkiyet hakkındaki bilgiler eksikti ve mülkiyet, örneğin toprak, merkezî hükümetin gücünü artırmak için kullanılabilecek değerlere kolayca dönüştürülemiyordu. Örneğin bir hükümetin idari kadrosunu oluşturanların hizmetlerini/emeklerini mülkiyetle satın almak her zaman kolay olmuyordu. Fakat likit bir kaynak olarak vergi-para, etkin merkezî otorite için gerekli mal ve hizmetleri satın almayı pratik bir hâle getiriyordu.
h) Paranın vergilendirilmesiyle yeni bir toplumsal dayanışma temeli gelişir. Parasal vergilendirme sistemine tâbi oldukları için, tüm sosyal tabakalar ve diğer kolektiviteler en azından ortak bir çıkara sahiplerdir: Merkezî hükümetin dayattığı vergilerin kontrolü ve düzenlemesi. Bu ortak çıkar farklı grupları hükümetin vergilendirici güçleri karşısında bir araya getirir.
i) Para kullanımı çoğu kez fiilen tüm etkileşim alanlarına yayılır. Değerleri karşılaştırmanın etkin bir aracı olarak para başka, daha az etkili hesaplama biçimlerinin yerini alır. Ancak, para tüm toplumsal ilişkilere nüfuz etmeye başlarken, kişisel değer alanlarında onun etkisine karşı direnç artar. Parasal işlemlerde ‘kişisel unsur’u sürdürme çabaları artar ve parayı kullanmanın uygun olmadığı durumlarla ilgili -yeni- normlar yerleşmeye başlar. Örneğin, başlık parası geleneği zamanla ortadan kalkar; nüfuz sağlamak için kişisel ikna (razı etme) yerine paradan yararlanmanın çirkin bir davranış olduğu düşünülür.
j) Etkileşimler, değerleri para olarak ifade edilirken nicelleştirilirler. Sonuç olarak ahlaki kısıtlamalar azalır, zira bazı şeyler kişi sadece para sahibi olduğunda mümkün hâle gelir. Para böylece, Durkheim’ın ifadesiyle anomiyi artırır. Para, insanları gelenek ve ahlaki otoritenin kısıtlamalarından kurtarır; bireysel özlemler ve arzuları kısıtlamanın zorlaştığı bir sistem yaratır. Bu yüzden, sapma ve “patoloji” paranın yaygın etkileşim aracı olduğu sistemlerde daha muhtemeldir.
Para ve Birey
Simmel’e göre, toplumsal etkileşimlerde paranın yaygın olarak kullanılması bireyler açısından da bazı sonuçlara sahiptir. Bunların çoğu, bireylerin kısıtlamalardan kurtulmaları ile toplumsal gruplara yabancılaşmaları ve onlardan uzaklaşmaları arasındaki içkin gerilimi yansıtır. Para insanlara yeni seçim imkânları ve seçenekler sunar, ancak aynı zamanda onların toplumsal ortamlarındaki ilişkileri kişisellikten uzaklaştırır. Simmel’e göre, paranın bireyler açısından sonuçları şöyle sıralanabilir:
a) Bir araç olarak para, belirli faaliyetlerle sınırlı değildir; bu yüzden insanlara oldukça farklı etkinlikleri sürdürme fırsatı sağlar. Bu nedenledir ki parayı temel alışveriş aracı olarak kullanan bir toplumdaki bireyler parayı kullanmayan bir toplumdaki bireylerden oldukça fazla seçim özgürlüğüne sahiplerdir.
b) Benzer bir eğilim içinde, para insanlara kendilerini ifade etmeleri için birçok seçenek sunar. Sonuç olarak paranın kendini ifade etmekte kullanılması artık ihtiyaçlarını karşılama kısıtlaması altında olmayan bir nüfus içinde çeşitliliğe yol açar.
c) Ayrıca para kişinin benlik algısı ile kendini-ifade nesneleri arasında bir mesafe yaratır. Parayla nesneler kolayca elde edilir, bir kenara atılır ve bu yüzden, nesnelere uzun süreli bağlılıklar gelişmez.
d) Para kişinin çok farklı tipte toplumsal ilişki biçimlerine girmesine yardımcı olur. Örneğin kişi, örgütlere üyelik aidatını ödeyerek veya belirli tipte insanlarla ilişkiler kurmayı sağlayan farklı aktivitelere para ödeyerek bu ilişkileri satın alabilir. Bu yüzden, para çok çeşitli toplumsal ilişkileri ve grup üyeliklerini teşvik eder. Ancak aynı zamanda yakın bağlılıklardan uzaklaştırır. Bağlılıkları artırır, ancak aynı zamanda bireylerin etkinliklerini atomlaştırır, onları yalnızlaştırır ve duygusal bağlılıklardan uzaklaştırır. Simmel, bu genel eğilimin özellikle para-ücretin mümkün kıldığı iş bölümü aracılığıyla cisimleştiğini, ancak çoğu kez bireyleri diğerlerine ve işlerine yabancılaştırarak yalnızlaştırdığını düşünür.
e) Para ayrıca, insanları kişisel olarak tanıma gerekliliğini büyük ölçüde ortadan kaldırır; çünkü onlar adına paraları ‘konuşmaktadır’. Paranın olmadığı sistemlerde, toplumsal ilişkiler diğerleri hakkındaki mahrem bilgilere bağlı olarak gelişir ve insanlar arasındaki düzenlemeler her bireyin özel karakteristikleri çerçevesinde şekillenir. Ancak, parasal etkileşim arttıkça bireyleri kişisel olarak tanıma ihtiyacı azalır.
Nitekim Simmel’in paranın sonuçları analizinde, para hem birey hem de toplum açısından karışık bir nimet olarak görülür. Para daha fazla özgürlük imkânı yaratır ve bireyleri ilişkilendirecek yeni ve çeşitli yollar sağlar; ancak aynı zamanda tecrit eder, atomlaştırır ve hatta bireyleri kendi toplumsal ortamlarındaki kişiler ve nesnelere yabancılaştırır. Para, bireyler arasındaki toplumsal ilişkilerin doğasını değiştirir ve bu nedenle paranın sonuçlarının analizi kesinlikle sosyolojik araştırma konusudur.
Simmel’in paranın sonuçlarıyla ilişkili bu analizinde, aslında daha genel bir alışveriş, farklılaşma ve bireyselleşme modeli yer almaktadır. Toplumsal farklılaşma bireyler ve gruplar arasındaki toplumsal ilişkilerin sıklığını, oranını, hızını ve potansiyel etki alanını artırır; zira daha farklı türden birimler ve bu yüzden birçok çeşitli toplumsal münasebet için daha fazla fırsat vardır. Toplumsal ilişkilerin miktarında artış alışverişleri kolaylaştırmak için para gibi nesnel veya rasyonel sembolik araçların kullanılması yönünde baskı yaratır; karşılıklı olarak paranın kullanılması toplumsal bağların sıklığında sürekli artışı mümkün kılar, zira para her aktörün elindeki kaynakların değerini belirlemesini ve toplumsal işlemleri sürdürmesini kolaylaştırır. Paranın kullanıldığı alışverişlerin artması farklılaşmayı yeniden besler, bu da para aracılığıyla gerçekleşen toplumsal bağların sıklığı, oranı, hızı ve etki alanını artırır. Bu süreçler insanların sürekli daha fazla bireyselleşmesine yol açar yani, birey farklı gruplara kişiliğinin sadece küçük bir parçasıyla katılır, farklı gruplarla ilişkileri ve toplumdan yabancılaşma potansiyeli artar. Ancak, bireyleşme yönündeki bu ana eğilimler, etkileşimin sıklığı ve oranının yanı sıra, toplumsal farklılaşmanın temelinde yatan para kullanımında artışa da önemli katkılarda bulunur.