Metafiziğin imkânı problemi
Aristoteles, varlığı varlık olmak bakımından ele alıp onun ilk ilkelerini ortaya koyarken bir yandan da soyut nesneler ile Tanrı’nın varoluşunu gündeme getirir. Orta Çağ boyunca da onun açtığı yoldan ilerlenmiş ve metafizikle varlığı Tanrı üzerinden ele alan bir araştırma anlaşılmış olduğu için, ona modern felsefede bilimi temele alan filozoflar tarafından zaman zaman karşı çıkılmıştır.
Söz konusu karşı çıkış ya da metafizik eleştirilerinde, metafizik sözcüğünü, ilk felsefeyle ilgili olan esere veya Fizik adlı eserden sonra gelen kitaba işaret edecek bir anlamdan ziyade, fizik veya doğal varlık alanının ötesinde kalan bir doğaüstü alanla ilgili, büyük ölçüde din kalıntısı olan spekülatif ya da karanlık bir felsefe anlamında değerlendirme olgusu bulunur. Söz konusu eleştiri çizgisinin başında ise “bütün teoloji ve metafizik kitaplarının çöpe atılıp yakılmasını” talep etmiş olan Hume bulunur. Onun eleştirisi, sonradan Auguste Comte’un (1798-1857) pozitivizmine ve analitik felsefeye ilham vermiş olduğu için büyük önem taşır.
Hume, metafiziğin kapsamı içinde kalan konuların ne deneysel bilim ne de saf aklın kavramları kullanılarak bilenemeyeceğini söylüyordu. Meşhur nedensellik eleştirisi üzerinden doğal alandan doğaüstü alana nedensel akıl yürütmeyle geçilemeyeceğini gösteren Hume’a göre, metafizikçiler, söz gelimi Aristoteles, Aquinalı Thomas (1224-1274) ve Locke tam tamına fiilen imkânsız olan böyle bir işle meşgul olmuşlardı. Bu yüzden, metafizik, onun bakış açısından bir imkânsızlık üzerine bina edilmiş, insanları yoldan çıkarmaya yönelik, modasının geçtiğini söyleyebileceğimiz bir projeye işaret eder.
Aynı şekilde pozitivizmin kurucusu Comte açısından da metafizik, din ya da teolojinin bir uzantısı veya kalıntısından başka bir şey değildir. Onun eleştirisi belli bir ideolojiyi, katışıksız bir bilim ideolojisini yansıtan bir eleştiri olmak durumundadır. Gerçekten de Comte metafiziği entelektüel ilerlemenin tarihindeki bir evre olarak değerlendirmişti. O, bilginin standart örneği olarak ampirik bilimi görmüş, bilimin gözlemlenebilir olgular arasındaki yasalı ilişkileri araştırdığı için güvenilir bir yol gösterici olduğunu kabul etmişti. Bu yüzden, metafiziğin imkânsız olduğunu söyledi. Bunun nedeni, onun gözünde bilginin deneyime dayanması, var olmayan bir alana ilişkin salt akla dayalı bir bilginin yanılsamadan başka bir şey olmamasıdır. İnsan zihninin sadece olgun olmayan bir evresinde ortaya çıkan metafizik düşünüş, Comte’a göre, ilerlemenin önünde bir engel teşkil eder; o, işte bu yüzden yok olmaya veya edilmeye mahkûmdur.
Bilim ya da epistemoloji temelli metafizik eleştirisinin bir diğer önemli uğrağı da on sekizinci yüzyılda Kant olmuştur. Hume’un ardılı olan Kant’ın eleştirisi, bununla birlikte Hume ve Comte’un eleştirisinden farklılık gösterir. Kant, onlardan farklı olarak aklın ya da rasyonel faaliyetin bilimde asla tüketilemeyeceğini kabul etmişti. O da bilime inanç besleyen biriydi, bu yüzden Newton fiziğini felsefi olarak temellendirdi. Kant, bizim bilimsel bilgiye erişme sürecinde dış dünyadan birtakım duyumlar aldığımızı, bilginin deneyim üzerine yükselebileceğini kabul etti. Ona göre, insan sadece algıladığı şeyleri, onun ifadesiyle fenomenleri bilebilir. Bilim alanındaki veya fizik dünya ile ilgili bu bilgi, üstelik doğru ve kesin bir bilgi olmak durumundadır. İkinci olarak da bu bilgi duyumlar veya deneyim ile aklın kolektif çalışmasının eseri olarak ortaya çıkar.
Ama metafizik alana, yani numenler alanına geçildiğinde, akıl ile deneyimin işbirliğinin ürünü olan bilgi imkânsız hale gelir. Kant işte bu temel üzerinde, metafiziği genel metafizik ve özel metafizik olarak ikiye ayırmış, genel metafiziği ontolojiyle özdeşleştirirken özel metafiziği rasyonel teoloji, rasyonel psikoloji ve rasyonel kozmoloji olarak üç bölümde toplamıştı. Başka bir deyişle, metafizik alanla, yani duyuların ötesinde kalan numenler alanıyla ilgili sorular, üç başlık altında toplanabilir:
- Tanrı ile ilgili sorular,
- Ruh ile ilgili sorular ve nihayet,
- Evrenin başı sonu veya maddenin yapısı ile ilgili sorular.
Bu soruların ilgili olduğu üç konu veya varlık alanından her üçü de duyuların ötesinde kalır. Duyuların ötesinde kaldıkları için, bu konularla ilgili olarak bizim elimizde duyusal malzeme olamaz. Bu ise metafizik alanla ilgili bilgi için gerekli duyusal malzemeden yoksun bulunduğumuz anlamına gelir.
Antinomi, biri tez, diğeri antitez olacak şekilde, birbiriyle tutarsızlık ilişkisi içinde bulunan iki önermeden meydana gelen önerme çiftidir.
Oysa bilgi, akıl ile duyuların ortak çalışmasının ürünü olmak durumundadır. Duyular çalışmayınca veya gözlem olmayınca, akıl metafizik alana geçtiğinde bir başına kalır. Akıl bu alanda, Kant’ın deyimiyle antinomilere, yani çelişkilere düşer. Söz gelimi idealist birinin aklı “Tanrı’nın var olduğu”, “ruhun ölümsüz olduğu”, “evrenin bir başlangıcının bulunduğu” iddialarıyla öne çıkabilir. Buna karşın materyalist birinin aklı kendisini “Tanrı’nın olmadığı”, “ruhun ölümlü olduğu” ve “evrenin bir başlangıcının olmadığı” iddialarıyla ifade edebilir. Hangisi haklıdır, hangisinin iddiaları doğrudur? Kant, bu konularda sağlam bir karar verilemeyeceğini söylemiştir. Karar vermek için elimizde sağlam delillerin, geçerli bilgimizin olması gerekir. Ama burada bilgi yok. Metafizik alanla, yani duyuların ötesinde kalan alanla ilgili bilgimiz olamaz. Öyleyse insan bilgisi, fenomenlerin bilgisiyle sınırlıdır; o, numenleri bilemez. Kant, önce burada susmak gerektiğini ifade etmiştir. Fakat sözüne, öyle sanılır ki, kendisi de sadık kalamamıştır. Nitekim meşhur sözlerinden bir başkasında “İnanca yer açmak için bilgiyi sınırlandırdım” demiştir.
Kaynak: FELSEFE, s. 55-57, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2487 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1458