Yükselen otoriteryen yönetimler karşısında en büyük silahımız, eğitimli vatandaş yetiştirebilme potansiyelimizdir…

Bugüne kadar, genel olarak teknolojinin ve özellikle de yapay zekânın insanları toplumsal hayatta daha edilgen bir role büründürdüğünü söylemek yanlış olmaz. Yapay zekânın çalışma yaşamını altüst etmesiyle birlikte pek çok kişi ekonomik faaliyetlerde etkin bir rol oynama imkânını kaybetti. Birçok insan edilgen birer tüketici konumuna düştü ve kendi yarattıkları fanuslarda yaşamaya başladı. Ayrıca çok sayıda kişi, içinde yaşadıkları toplumla ve hatta bazı durumlarda aileleriyle anlamlı bir ilişki kurmaktan uzak, yalıtılmış yaşamların kovuğuna çekilmiş durumda.
Yapay zekâ tarafından yaratılmış bu bilgi ve inanç balonunun ayartıcı etkilerinden nasıl kurtulabiliriz? Bu sorunun cevabı elbette balonu patlatmaktan geçiyor; yani bizimkinden temelde farklı olan fikir ve deneyimlere zihnimizi açarak bundan sıyrılmaktan…
Bu, bizden farklı inançlara, değerlere, kültürlere ve yaşam deneyimlerine sahip insanlara temas etmekle başlar. İnsa emeği bu imkânı bize sunar; çünkü empati, açık fikirlilik ve şeffaflık gibi insana özgü nitelikler üzerine inşa edilmiştir, tam da güçlü bir toplum için gerekli olan nitelikler bunlar. İnsan emeğiyle elde edeceğimiz şey sadece daha yüksek gelirler değil, aynı zamanda farklı kültürlere açıklık, farklı ideoloji ve bakış açılarına sahip bireylerle ilişki kurma isteği, oy verme ve gönüllü olma eğiliminin artması ve açık piyasaların ve özgür, demokratik devlet sistemlerinin değerinin kabul edilmesidir. İnsa emeği ekonomik sonuçlardan çok daha fazlasını ifade eder; bu özgür insanların ve toplumların can damarıdır.
İnsan emeği ve demokrasinin geleceği söz konusu olduğunda, dünya genelinde otoriterliğin yükselişini görmezden gelmek mümkün değildir. Georgetown Üniversitesi Eğitim ve İş Gücü Merkezi’nin yeni araştırmasına göre, küresel ölçekte otoriterliğin endişe verici yükselişi tek başına düşünülmemelidir.
Savaş sonrası dünya düzeni, Batı’da demokrasinin ülke ülke tüm dünyaya yayılacağı ve sonunda her yerde tercih edilen yönetim biçimi hâline geleceği beklentisine dayanıyordu. Demokrasi Latin Amerika’ya kadar yayılmış ve hatta Çin’de dahi tutunmaya başlamıştı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi Küba, Kuzey Kore ve diğer yoksul, izole ülkelerde sadece birkaç eski tip otoriter sistemin kalmasıyla demokrasinin yayılmasının kaçınılmazlığını doğrular gibi görünüyordu.
Bugün rüzgâr ters yöne dönüyor gibi görünmektedir. Otoriterlik özellikle de popülist milliyetçilik biçiminde Rusya’ya ve Doğu Avrupa, Asya ve Latin Amerika’nın bazı bölgelerine geri dönmüş durumdadır. Çin ise siyasi ve kültürel söylem üzerindeki devlet kontrolünü sürdürmekte kararlı görünüyor. Ve artık açıkça anlıyoruz ki Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Avrupa bile otoriterliğin çekim gücünden azade değildir.
Elbette bu çekim büyük orada korku temellidir; değişim korkusu, üstünlüğü yitirme korkusu, ötekine duyulan korku. Otoriter liderler ve onların uşakları, örgüt kimliğine ve dayanışmasına başvurarak ve farklı görünenleri birer tehdit olarak tanımlayarak bu korkuyu istismar ederler. Otoritenin sadece yukarıdan inmediğini kabul etmeliyiz; bu en azından başlangıçta böyle değildir. Bu, herkesin az ya da çok etkilenebileceği bireysel bir dünya görüşünü ifade eder. Otoriterlik üzerine yapılan araştırmalar, insanları güçlü liderlik tarzlarını tercih etmeye yönelten psikolojik eğilimler arasında uyma ve sosyal dayanışma tercihlerinin de yer aldığı fikrini desteklemektedir. Başka bir deyişle, grup içi dayanışmayı daha fazla tercih eden bireyler, çeşitlilik karşısında kendilerini tehdit altında hissetmeye, yabancılara karşı hoşgörüsüz davranmaya ve otoriter liderleri destekleyerek buna mukabele etmeye daha meyillidirler.
Grup birlikteliğine yönelik eğilimiyle otoriterlik, liberal demokrasi ve onun korumak üzere tasarlandığı ifade, inanç ve yaşam biçimi çeşitliliği için açık bir tehdittir. İnsanları iş hayatına hazırlayan aynı eğitim sistemi, demokratik yaşam biçimimizin korunmasında da rol oynayabilir. On yıllar öncesine dayanan ve dünya genelinde yapılan çok sayıda araştırma, yüksek eğitim seviyesinin otoriterlikle ters orantılı olduğunu göstermiştir.
Günümüzde, üniversite mezunu olmayan insanların neredeyse üçte biri “güçlü bir lidere” sahip olmanın ülkeleri için iyi olacağına inanırken lisans derecesine sahip olanlarda bu oran sadece %13‘tür. Pew Araştırma Merkezi’nin 2017 yılında yaptığı bir çalışmaya göre, lise ve daha alt düzeyde diplomaya sahip kişilerin yaklaşık dörtte biri “ülkemizi yönetmek için askerî idare iyi bir yoldur” diye düşünmektedir. Üniversite mezunlarının ise sadece %7‘si bu görüşü desteklemektedir.
Eğitim otoriter eğilimleri ortadan kaldırabilir mi? En iyi hâliyle yüksek öğrenim, bağımsız düşünceyi ve yerleşik ortodoksinin eleştirel bir şekilde ele alınmasını desteklemeyi amaçlar. Tüm bunlar, otoritelerden gelen bilgi ve görüşlerin körü körüne kabul edilmesiyle keskin bir tezat oluşturmaktadır. Yüksek öğrenim aynı zamanda insanları farklı fikirlere ve kültürlere açık hâle getirerek farklılıkların insanların inandıkları kadar kötü ya da tehlikeli olmadığını gösterir. Eğitim, insanların soyut demokrasi ve eşitlik ilkelerini ve toplumdaki zorluk ve farklılıklarla nasıl başa çıkılacağını daha iyi anlamalarına yardımcı olur. Eğitim aynı zamanda demokrasiye sivil katılım için gerekli olan kişiler arası iletişim becerilerinin geliştirilmesine de katkı sunar.
Yüksek eğitim seviyesine sahip kişilerin çocuk yetiştirme alayışlarında otoriter olma olasılıkları diğerlerine göre çok daha düşüktür. Daha hoşgörülü, bağımsız ve araştırmacı çocuklar yetiştirme yönündeki katkısı, eğitimin toplum üzerindeki en büyük etkisi olabilir.
Elbette örgün eğitim tek başına denklemi değiştiremez; ancak makam sahiplerinin fikirlerini ve bakış açılarını eleştirel bir gözle değerlendirebilen, iyi bilgilendirilmiş vatandaşların yokluğunda sonuçlar ürkütücü olacaktır. Devlet yöneticileri “gerçekler” icat ettiğinde veya düpedüz yalan söylediğinde, bilimsel kanıtları reddettiğinde ve tarih konusunda dehşet verici bir cehalet sergilediğinde, kendi eleştirel düşünme kapasitelerini geliştiremeyenler için bunların doğurabileceği sonuçlar oldukça ağır olacaktır.
Dolayısıyla, daha iyi eğitimli bir nüfusun ortak refaha en büyük katkısı, eğitimli vatandaşların demokratik yaşam biçimimize yönelik tehditlere karşı en iyi savunma aracı olmasıdır. Demokrasinin uzun vadede gelişmesi için daha fazla insanın daha yüksek eğitim seviyelerine ulaşmasına ihtiyacımız vardır.
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım