Felsefe hakkında her şey…

Aşkın metafiziği: Aşk yalnızca fiziksel bir insanlık durumu mudur?

12.12.2024
Aşkın metafiziği: Aşk yalnızca fiziksel bir insanlık durumu mudur?

Çoğu insan aşkın bilinç boyutu ile fiziksel boyutu arasındaki derin ayrımı hissetmiştir. Bu ayrımdan ötürü bilim, tüm hormonal değişimleri, kokuların kimyasını ve aşkın sosyal bağlamını tanımlayabilseydi bile, kimin kime âşık olacağını yine de doğru olarak tahmin edemezdi.

Zihni beyinden ayıran metafiziksel düalizm, fiziksel aşk ile bilinç arasındaki farkı açıklayabilir diye düşünüyorum. Aslında burada, âşık olmanın zihinsel bir durum olarak, davranışçılık, tip-özdeşliği kuramı ve fizikalizm de dâhil olmak üzere tüm materyalist zihin teorilerine bir karşı çıkış olduğunu iddia etmek niyetindeyim. En azından zihinsel ve fiziksel özellikler konusunda düalist olmanız gerektiğini, aksi takdirde aşkın bilincini anlamaya çalışırken çok büyük zorluklarla karşılaşacağınızı iddia edeceğim. Burada aşkın bilinç durumunu metafiziksel olarak anlayabilmek için Kartezyen düalizmden ziyade Donald Davidson’ın anormal monizm görüşüne bakmakta fayda olacağı kanaatindeyim.

Descartes, her birimizin fiziksel bir beyne ve fiziksel olmayan bir zihne sahip olduğumuzu ve bu ikisinin beynin epifiz bezi adı verilen bir bölümünde etkileşim halinde bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu “Kartezyen düalizm” uzun süre hâkim felsefi görüş olarak kalmıştır. Gilbert Ryle “The Concept of the Mind” (Zihin Kavramı) adlı kitabında bu görüşe “makinedeki hayalet dogması” diyerek karşı çıkmıştır. Bunun yerine, zihnin davranışın bir yönü olduğu ve zihinsel olayların belirli koşullar altında uyaranlara verilen bir yanıtla üretilen refleksler olarak görüldüğü davranışçılık yaklaşımını tercih etmiştir.

Düalist bir bakış açısından, davranışçılığın bir problemi olarak aşk deneyimininin açıklanamaması belirmektedir. Âşık birinin deneyimi, yalnızca davranışlarının dış gözlemleri yoluyla tam olarak kavranamaz; iç gözlemi de hesaba katmak ve bilince içeriden bakmak gerekir; çünkü aşk kavramı temel bir ‘fiziki sistem hayaleti’dir.

İlgili konu: Aşk felsefesi

Zihinsel durumların ilişkili beyin durumlarıyla özdeş olduğunu savunan ve tip-özdeşliği kuramı olarak adlandırılan materyalizm çeşidi de problemli görünüyor. Örneğin Saul Kripke, “Naming and Necessity” (1972) adlı eserinde beyin durumları ile zihinsel durumlar arasındaki tekabüliyette bir olumsallık unsuru olduğunu ve bunun gerçekten özdeş oldukları fikriyle çeliştiğini ileri sürmüştür. Eğer öyle olsalardı, tüm olası dünyalarda zorunlu olarak özdeş olurlardı; ancak durum böyle görünmüyor. Aslında, herhangi bir zihinsel olayın sadece fiziksel bir olay olduğunu savunan hiçbir fiziksel monizmin bilinçli olmanın nasıl bir durum olduğunu açıklayamayacağı iddia edilebilir.

David Chalmers “Philosophy of Mind: Classical and Contemporary Readings” adlı kitabında bu konu hakkında şöyle yazmıştır:

“Bilincin temel sorunu deneyim sorunudur. İnsanların öznel deneyimleri vardır. ‘Ben olmak’ gibi bir şey vardır. Bu anlamda bir varlığın bilinçli olduğunu söyleyebiliriz. Bir zihinsel durum, o durumda olmanın nasıl bir şey olduğu konusunda bilinç içermektedir.”

Burada asıl sorulması gereken soru şudur: Deneyimlerimiz, onları destekleyen beyin durumları veya faaliyetleriyle nasıl ilişkilidir?

Bazı uyarıcıları tanımlayabilsek ve bunları ortaya çıkan beyin durumlarına bağlayabilsek ve hatta beynin iç durumlarını izleyip açıklayabilsek bile, âşık olmanın nasıl bir şey olduğunu açıklamakta yine de büyük zorluklar yaşayacağız. Her türlü fiziksel monizm yalnızca yapıları ve işlevleri ve bunların nedensel düzenini açıklayabilir; ancak bilincin kendisini ya da âşık olmanın nasıl bir his olduğunu açıklayamaz.

Bilince bakışımızda sevgi ve özgürlük algımızın derin içsel çelişkiler barındırdığını görebiliriz. İnsanlar olarak, “âşık olmak” metaforu her ne kadar aksini düşündürse de özgürlüğe ve kimi seveceğimizi seçmekte özgür olduğumuza inanırız. Eğer aynı zamanda bilincin fizikalist ve dolayısıyla determinist bir bakış açısıyla açıklanabileceğini iddia ediyorsanız insanların bireysel iradesini açıklamak güç olacaktır. Sonuç olarak, aşkta olduğu kadar aşk dışında da seçim yapma özgürlüğünü elde tutabilmek için düalist bir bakış açısını sürdürmemiz gerekir; ancak diğer taraftan fiziksel açıklamayı ve deterministik yasaları da inkâr edemeyiz.

Donald Davidson “Mental Events” (1970) adlı eserinde bilincin açıklanmasındaki iç çelişkileri bir araya getirmeye çalışmıştır. Bu kitabında Davidson şunu sorar:

“Algılama, hatırlama, karar verme ve edimde bulunma gibi zihinsel olaylar fiziksel teorinin nomolojik (genel fiziksel ve mantıksal yasalarla ilgili veya bunları ifade eden) alanına girmeye direnç gösterir. Bu gerçeği zihinsel olayların fiziksel dünyadaki nedensel rolüyle nasıl uzlaştırabiliriz?”

Davidson bu bulmacayı çözmek, bilinci materyalizmden kurtarmak için şu formülü geliştirir:

  1. Zihinsel ile fiziksel arasında nedensel etkileşim olmak zorundadır;
  2. Nedenselliğin olduğu yerde yasa da olmalıdır. Neden ve sonuç olarak birbiriyle bağlantılı olan durumlar, katı deterministik yasalara tabidir;
  3. Zihinsel olanı açıklayabilecek deterministik yasalar yoktur; eğer olsaydı özgür iradeden söz etmek olanaksız olurdu.

Davidson bu son, üçüncü görüşü ‘zihinsel olanın anomalizmi’ olarak adlandırmaktadır. Davidson, görünüşte çelişkili olan bu üç ifadeyi içerdiği için teorisini ‘anormal monizm’ olarak tanımlar. Zihinsel-fiziksel nedensel etkileşim yasalara tabi olmalıdır; ancak özgür irade diye bir şey varsa hiçbir yasa zihinsel olayları tamamen belirleyemez.

Davidson’ın teorisindeki anahtar kelime ‘supervenience’dır. Felsefe literatüründe bu sözcük genel olarak farklı iki özellik kümesi (örneğin zihinsel ve fiziksel özellikler) arasında, ancak ve ancak bir şey‘in birinci kümeye ait özelliklerindeki her değişiklik, ikinci kümeye ait özelliklerdeki bir değişikliği gerektiriyorsa ve bu değişiklikten kaynaklanıyorsa geçerli olan asimetrik ontolojik bağımlılık ilişkisini ifade eder. Özdeşlik kuramını reddederken fizikalizmi savunmak isteyen filozoflar tarafından sık sık supervenience‘a başvurulmuştur. Zihinsel özellikleri fiziksel özelliklerle birebir özdeşleştirmek mümkün olmasa da zihinsel özellikler yine de fiziksel özelliklerden etkilenebilir ve dolayısıyla fiziksel özelliklerde temellenebilir. Dolayısıyla, fiziksel olarak birbirine benzeyen iki şey zihinsel olarak farklı olamaz ve bir varlığın zihinsel özellikleri fiziksel özellikleri tarafından belirlenebilir.

Davidson zihinsel özelliklerin beyin olaylarını etkilediğini düşünür; ancak bu zihinsel faaliyeti deterministik kılmaz. Supervenience, zihinsel olanın fiziksel olana indirgenebilirliğini gerektirmez.

Aslında Davidson, zihinsel ve fiziksel olan arasında böyle bir ‘tip-özdeşliğinin’ imkânsız olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla, tip-özdeşliği yerine, her zihinsel olay belirli bir beyin olayının ‘belirteç-özdeşliği’ olarak temsilidir; öyle ki beynin benzer durumları benzer deneyimlere yol açacaktır; ancak deneyim beyin durumuyla özdeş değildir. Açıktır ki düşünceler ya da âşık olma hissi gibi zihinsel olaylar, fiziksel olayların sahip olmadığı özelliklere ya da niteliklere sahiptir ve bunun tersi de geçerlidir. Dolayısıyla zihinsel ve fiziksel olan farklı şeylerdir.

Bununla birlikte Davidson, Descartes tarafından öne sürülen zihin ve beden ‘töz düalizmi’ni reddetmektedir. Bunun yerine, hem zihinsel hem de fiziksel olayların fiziksel bir özü paylaştığı; ancak farklı özelliklere ve yüklemlere sahip olduğu bir tür ”özsel düalizm’‘i savunuyor gibi görünür. Davidson şöyle der:

“Anormal monizm, tüm fenomenlerin fiziksel olduğu iddiasıyla materyalizme benzemekte; ancak genellikle materyalizm için gerekli olduğu düşünülen, zihinsel fenomenlere tamamen fiziksel açıklamalar getirilmesi tezini reddetmektedir.”

Davidson bir tür düalist midir? Davidson’ın teorisini monist olarak tanımlamasının; ancak zihinsel ve fiziksel özellikler arasındaki farkları bu kadar açık bir şekilde vurgulamasının çelişkili göründüğü iddia edilebilir. Tekçi bir fiziksel dünyayı savunduğu söylenebilir; ancak öte yandan “zihinsel ve fiziksel arasında kategorik bir fark” olduğunu da kabul etmesi gerekir. Anormal monizmi, zihinsel olanın fiziksel olandan yalnızca kavramsal olarak farklı olduğu, ancak ontolojik olarak bağımsız olmadığı bir tür indirgemeci olmayan materyalizm olarak düşünmek gerekir.

Davidson’ın anormal monizm teorisi aşk çalışmaları için aydınlatıcıdır. Aşk deneyimi, aşkın doğa bilimlerinde bulunan fiziksel açıklamalarından farklıdır. Aşk bilincinin öznel ve nesnel açıklamaları arasında Chalmers’ın deyimiyle “tanımlayıcı bir boşluk” vardır. Davidson şöyle der:

“Zihinsel olaylar fizik bilimi tarafından açıklanamaz.”

Dolayısıyla aşkı açıklamak için en azından bir özsel düalist olmanız gerekir.

Özgür irade aynı zamanda aşkın yalnızca fiziksel kanunlarla açıklanamayacağı anlamına gelir. Bu nedenle, en yüksek fizik bilimi bile bilim insanlarının tüm fiziksel faktörleri ve davranışsal verileri bilseler bile hangi çiftin eşleşeceğini kesin olarak hesaplamalarına izin vermeyecektir.

Aşkın zihinsel durumlarının fiziksel olanla etkileşime girdiğine şüphe yoktur; çünkü zihinsel olan insan yaşamında ayrı, bağımsız bir yapı değildir; fakat fiziksel durumları etkiler ve bu da aşkın özgürlük yanını ortaya koyar.

Aşk aynı zamanda bir bilinç olgusudur. Tabiri caizse zihinsel bir olaydır. Bu nedenle doğa bilimleri tarafından tam olarak açıklanamaz ve hatta bu bilimlerden çıkarsanamaz. Bunun nedeni, ontolojik olarak aynı olsalar bile, zihinsel ve fiziksel olanın yüklemlerinin/özelliklerinin kategorik olarak farklı olmasıdır. İşte bu nedenle hiçbir teknoloji, gerçek aşkı aramanızda size yardımcı olmayacaktır.

Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...