Mutluluk ve İyilik İlişkisi
Ahlaki eylemde bulunurken insanın amacının mutluluk olduğu, bütün insanların mutluluk aradıkları, her insanın onu gönülden istediği, arzu ve tercih ettiği, ona ulaşmaya çabaladığı bir gerçekliktir
Mutluluk, insanın kendi kendisiyle çevresiyle uyum ve barış içinde olması, kendine ve topluma yararlı olan eğilimlerini gerçekleştirebilmesi, kendi hayatını ve başkalarının hayatını iyiye, doğruya, güzele yöneltme çabalarında başarılı olduğunu bilmekten kaynaklanan iç huzuruna ulaşabilmesidir. Mutluluk ahlakı, İlk Çağdan günümüze kadar birçok filozof tarafından farklı biçimlerde ortaya konmuştur. Bu görüşlerin ortak noktası ahlaki davranışlarımızın temelini mutluluk kavramının oluşturmasıdır.
Mutluluk başka bir amacın aracı değil de bütün amaçların ve iyilerin en yetkini olarak tanımlanır. Filozoflar, mutluluğu iyilik, yarar ve haz kavramı ile ilişkilendirerek ele almaktadırlar. Örneğin, “İnsan her şeyin ölçüsüdür” sözüyle ahlakta bireye bağlı öznelliği ilk öne süren Sofistler, sosyal koşullar değiştikçe farklı zaman ve toplumlarda farklı ahlak kurallarının geçerli olacağı öngörüsünden hareketle bireysel iyiliği dolayısıyla bireysel mutluluğu savunmuşlardır.
Hem bireysel hem de toplumsal iyiyi savunan ve iyiyi en üstün insani değer olarak gören Antik Çağ Yunan filozoflarından Sokrates, Platon, Aristo’ya göre en üstün iyi erdemdir. Onlar, mutluluğun maddi kazanımlarla değil; yiğitlik, bilgilik, adaletlilik, doğruluk, cesaretlilik, ölçülülük, dürüstlük gibi erdemlerin kazanılmasıyla gerçekleşeceğini söylerler. Ancak bu erdemler tek başına kazanılamaz. Erdemler inzivada değil, toplumsal hayatta ortaya çıkar. Bu nedenle kişi inzivaya çekilmek yerine yaşadığı topluma katılmaya, insanlarla iyi ilişkiler kurmaya muhtaçtır. Sokrates’tin ahlak felsefesinden etkilenen Diogenes (Diyojen, M Ö 412-320) ise bu görüşün tam tersini savunur. Bir fıçı içinde yaşadığı söylenen Diogenes, özel mülkiyeti, evliliği, dini, lüks yaşamı, zenginliği vb. şeyleri değersiz görür. İnsanın amacının mutluluk olduğunu ve bu mutluluğun da kendine yetme, sadelik, var olan toplumsal kurallara ve dünya nimetlerine kayıtsızlıkla, onlara sırtımızı dönmekle elde edilebileceğini söyler.
Ahlaki iyiliğin, ahlaki davranışın sonucunda oluşan hazda olduğunu söyleyen Aristippos, bedensel hazların en yüksek iyi ve mutluluk olduğunu ileri sürerken; Epikuros ise bedensel hazların bir doyum sınırı olmadığından insana acı verdiğini söyler. Anlık olan bedensel hazlara karşılık bilgelik, ölçülülük gibi sürekliliği olan zihinsel hazların ruhu dengede tutarak insanı mutlu ettiğini kabul eder. Ona göre ruhsal arınma ve dengeye sahip birisi, zengin veya lezzetli yemek yiyen birisinden daha mutludur.
M Ö 336-264 yılları arasında kurulmuş ve Hellenistik dönemde etkili olmuş Stoa okuluna göre de yaşamın amacı mutluluktur. Biricik iyi olan, doğal yaşamdır. İnsan doğal düzene boyun eğerse, dünyanın gidişini olduğu gibi benimserse, kendisini gereksiz sıkıntı ve tedirginliklerden kurtarır. İnsan için yapılması gereken şey, akla uygun olmayan duygular, tutkular karşısında, bağımsızlığını kazanmaktır. İnsan kendini bu olumsuz duygulardan kurtarabilirse bilge insana özgü huzur ve mutluluğa kavuşabilir. En yüksek iyi ve gerçek mutluluğun önce kendini sonra Tanrı’yı bilmek erdemiyle gerçekleşebileceği, Orta Çağ düşüncesinde de önemli bir yer tutar. Rönesans dönemine gelindiğinde ise bu dönemin hümanist ve materyalist anlayışı, Avrupa’da en yüksek iyinin dünyadan alınacak maddi hazlara bağlı olan mutluluk anlayışını hâkim kılmıştır. İnsanın ahlaki eylemde bulunurken amacının ne olduğu sorusunu “ödeve uygun hareket etmiş olmak” şeklinde cevaplayan filozoflar da olmuştur. Örneğin, Kant haz, yarar ve mutluluk gözeten bütün bu görüşlere karşı çıkar. Ona göre bir eylem hiçbir bir beklenti ve çıkar içerisine girmeden sadece ödev duygusuyla yapılırsa iyidir.