Monizm Bağlamında Kötülük
Evreni armonik bir bütün olarak gören monizmin kötülükle ilgili en yaygın açıklamasına göre, kötülük sadece görüntüden ibarettir ve aslında daha bütüncül bir bağlamda bakılabildiğinde o da iyidir.
Tikel olarak bakıldığında kötülük gibi görünen şeyler de aslında tümel iyi(lik)lerdir.* Bu açıdan Hick, kötülüğün monizm bağlamında tartışılabilmesi için seçilebilecek en uygun ortamın Spinoza’nın düşünce sisteminin olduğunu düşünür:86
“Spinoza, varlığı sonsuz ve mükemmel bir bütün olarak görür, her şeyin ebedi, sınırsız Tanrısal doğadan “mantıksal bir zorunluluk”la çıktığını ve her sınırlı varlığın bu sınırsız mükemmellik içerisinde gereken yerini koruduğunu, kötülük olarak algıladığımız şeyin ise, sadece “sınırlı bakış açımızın yanılgısı”ndan başka bir şey olmadığını iddia eder”.87
Spinoza’ya göre insanların kötülük konusundaki yanılgıları iki nedenle oluyor;
- Ya evrende Platon’un idealarına benzer bir şekilde “genel ilkelerin” (general ideas) olduğunu ve varlıkların da onlara uygun olmaları gerektiğini düşünürler ki, Spinoza’ya göre aslında böyle normlardan sözedilemez;88
- Ya da evrendeki varlıkların, kendimize yönelik fayda sağlama amaçlı (utility to ourselves) varkılındığı yanılgısından yola çıkarak, kendi
çıkarlarımızı dikkate alarak değerlendiririz ki, ona göre evrende mutlak bir zorunluluk olduğu için, böyle bir amaç da söz konusu değildir.89
“Meydana gelen her şeyin kendileri için yapılmış olduğu kanısında olduktan sonra, insanlar kendileri için en faydalı olduğuna hükmettikleri şeylere var olanların içinde en iyisi gözüyle bakmak zorunda kaldılar ve kendilerine en çok hoş görünen şeylere onlar en yetkin gözüyle baktılar; bu da onları her şeyin tabiatını açıklamak iddiasında bulundukları iyilik-kötülük, düzen-karışıklık, sıcak-soğuk, güzel-çirkin fikirlerine şekil vermeye götürdü. Başka yönden kendilerini hür görmeleri suretiyle övme ve yerme, erdem ve düşüklük (rezillik) fikirlerine ulaştılar… İnsanlar o halde sağlığa yarayan ve Tanrı’ya tapınmaya yardım eden her şeye iyilik derler ve bunların aksine de kötülük derler…”90
Spinoza’ya göre kötülüğü objektif bir varlık olarak değil, olumsuz anlamda anlamalıyız: “Kötülük, gerçekte iyiliğin azlığıdır… Daha az bir kötülük, aynı sebepten dolayı bir iyiliktir.”91 Bu nedenle de kötülüğün müspet realitesi yoktur.
Kısacası, Spinoza`ya göre, âlemde bunca kötülük nedir? denildiğinde, o, bunun izafilikten kaynaklandığının söyler. Çünkü ona göre var olan her şey, her şeye gücü yeten Tanrı tarafından meydana getirilmektedir. Tanrı, aynı zamanda en yetkin varlıktır. Yâni, temelde her şey kendi tabiatı gereği yetkindir, ama kişilerin duyumlarına göre birisi için iyi gözüken aynı şey, diğer kimse için kötü gözükebilir. Dolayısıyla, Tanrı`nın yarattığı her şey tabiatı itibariyle iyidir, ancak kişilerin duyumlarına göre, bu, iyi veya kötü diye nitelendirilmektedir.92
Spinoza’nın kısaca değindiğimiz öğretisinin çekici ve gerçeğe benzer olduğunun yanı sıra, onun yanlışlarını da görmek zor değildir. Örneğin, Spinoza’nın ortaya attığı, kötülüğün yetersiz ilkelere bağlı olarak ortaya çıktığı görüşü, kötülüğü daha az tehlikeli ve zararsız kılmaz. Nitekim, acı ve ıstıraplar, bâzılarının iddia ettiği gibi insan irâdesine dayalı ise, kötüdür. Fakat bunlar Spinoza’nın dediği gibi, mantıksal bir zorunlulukla oluyor ve aksinin olması imkânsızsa, o zaman daha büyük kötülüklerdir. Onların sofistike anlamda illüzyon olduğunu varsaysak bile, onlar bizim aktüel yaşantımızda gerçekliklerini belli ediyorlar ve rüya ya da halüsinasyon gibi değiller. Nihâi anlamda yanılsama olsalar bile, armonik sistem içerisinde kaçınılmaz olgular olarak var olmaları onların kötü olmasını biraz da artırır.93
Hick’e göre, Spinoza’nın iddialarının teodise adına pek fazla önemi yoktur. Zira, o bize, zulümler, hastalıklar, acılar vb. kötülükler hakkında, onların metafiziksel zorunluluk olduğunun dışında, pek fazla bir şey söylemiyor.94 Kötülüğün yanılsama olduğu konusunda Spinoza’yla düşünsel birlikteliği paylaşan bir diğer yaklaşım, Mary Baker Eddy’inin temsilcisi olduğu, “Hıristiyan Bilimi”nin (Christian Science) yaklaşımıdır. Ona göre de, kötülüğün realitesi yoktur. O ne “şahıs”, ne “yer” ne de “şey”dir; sadece olarak maddesel zihnin yanılsaması sonucu oluşan inançtır. Kötülük yanlış inançtır. Onun hiçbir gerçek temeli yoktur. Eğer Tanrı’nın “herşey” (allness) olduğu anlaşılsaydı, kötülüğün “hiçbir şey”liği (nothingness) de anlaşılmış olurdu. Hatta ona göre, kötülüklerin “hiçbir şey” oluşunu anlamakla, hastalıkları ve acıları bile yenebiliriz. “Acı çeken biri, çektiği acıya olan inancının gerçek olmadığını anlarsa, zira maddenin duygusu yoktur ve buna göre de maddede acının var olduğu yanlış inançtır, o, daha fazla nasıl acı çekebilir ki?”95
Hick’e göre, her ne kadar Hıristiyan Bilimi’nin ileri sürdüğü iddiaların karmaşık ve belirsiz olması nedeniyle felsefi eleştirisinin yapılması zor ise de, yine de onun teodise için oluşturduğu değeri sorgulanabilir. Bu doktrinin en zayıf tarafı, kötülüğün doğasında (özünde, in substance) bâzı değişiklikler yapmasına rağmen, kötülüğü yine de kötü olarak bırakmasındadır. Hick, haklı olarak “günah ve acı, ıstırap ve ölüm gibi kötülükler “yanılsama” bile olsalar, bu yanılsamaların gerçek olduğu kesindir” diye itiraz eder. Onlar yanılsamalar bile olsa, kötü yanılsamalardır. Kötülüğün insana gerçek gibi gözüken yanılsama olduğu konusunda Marry Eddy’inin iddiaları doğru olsalar bile, aynı zamanda onlar tecrübe alanımıza giren ve ortadan kaldırılmayı bekleyen gerçek olgulardır. 96 Hıristiyan Bilimciler buna göz yummak pahasına, sorunu çözmeye çalışmışlar. Kaldı ki, aynı sorunu “kötülüğün varlığını yok sayma” iddiasından kalkarak çözmeye çalışan Augustine’ci teodiseciler bile, günah ve acının yanılsama olduğu gibi saçma bir sonuca varmaktan kaçınmışlar.97
Kötülüğün reel varlığını inkar etmek problemi çözmek değil, ondan kaçıştır98. Dünyada iyilikler var ise, kötülükler de bize aittirler. “Yağmurun yağması toprak örtüsünün istediği miktarda ise iyidir. Eğer buradaki “iyilik” sözünün bir anlamı varsa sel felaketi için de “kötü” demenin bir anlamı olmak lazım gelir”.99
Kötülüğün yanılsama olduğuna ilişkin yaklaşımlara bir diğer benzer eleştiri de ondokuzuncu yüzyılın tanınmış Alman filozofu Hegel’den gelmektedir: “Çatışma ve şer, hayâlden doğan olumsuz olgular olarak görülemezler. Aksine, tamâmen gerçeklikleri olan olgulardır ki, felsefi açıdan hayrın ve tekâmülün basamaklarını oluştururlar. Çatışma ilerlemenin kanunudur. Olumlu nitelikler ve özellikler, âlemin kargaşası içinde olgunlaşır ve oluşurlar. Birey yalnızca zahmet, zorluk ve zorunluluk içinde yücelik doruğuna erişebilir. Güçlük ve zahmet mâkul (akla uygun) bir olgudur, yaşama belirtisidir ve olgunlaşmanın, ıslah sürecinin harekete geçiricisidir…”100 Tennant`a göre de, kötülüğün illüzyon olduğu ile ilgili düşünceler anlamsızdır. Aslında onun illüzyon olduğunu farzetsek bile, bu bizi onun kötü sonuçlarından kurtarmayacağı gibi daha büyük problemlere yol açmaktadır.
“Zira eğer benim ıstırap çektiğimi söylemem aptalca bir şey (anlamsız) ise, bu mânâda benim acılarım zar zor hafifletilmiş gözükebilir, fakat diğer bir taraftan da, benim hem acı çekmem hem de onun hakkında yanlış kanaate sâhip olmam durumu daha da kötü kılmaktadır”. 101 Öyle görünüyor ki, kötülüğün yanılsama olduğuyla ilgili iddialar, onlara yöneltilen eleştirilere oranla daha güçsüz kalmaktalar. Zira iddia olunanın aksine, kötülükler insan yaşamının varoluşsal boyutunda kendilerini tüm gerçeklikleriyle hissettirmekte, diğer bir taraftan da onların yanılsama olma iddiası doğru olsa bile problemi çözmeyeceği açıktır. Çünkü kötülükler en az mantıklı açıklamalar gerektirdiği kadar (belki de daha fazla), acilen çözülmeyi ve etkilerinin yok olunmasını bekleyen insâni realitelerdir.
KAYNAKÇA
* Kötünün payını elden geldiğince sınırlandırmaya çaba harcayan, hatta kötülüğün var olmadığını
ve sadece bizim bir yanılsamamız olduğunu ortaya çıkarmaya çalışan teoriler “felsefi
iyimserlik” olarak bilinmektedir. Felsefi iyimserlik ilk olarak Grek düşünüşünün başında,
Heraklit’in derin anlamlı eserlerinde görülmektedir. Heraklit, karşıtların karşılıklı ilintisinden söz
etmekte ve iyi ile kötünün karşılıklı olarak birbirlerini şart koşup yok edilemez bir birlik
oluşturduklarını ileri sürmektedir. Heraklit, “iyi ve kötü birdir” demiştir. Buna göre eğer biz,
belirli şeyleri “kötü” diye reddedersek ve bunu yaparken “iyi” olanın farkında olmazsak
kendimizi aldatmış oluruz. Felsefi iyimserliğin gelişimi adeta Yeniçağda gelişmiş, 17. ve 18.
yüzyıllarda Spinoza ve Leibniz’in büyük felsefi sistemlerinde tepe noktalarına ulaşmıştır.
Spinoza, aşağıdaki formülle ifâde edilebilecek bir anlayışla “salt iyimserliği” temsil etmiştir.
“Kötülük yoktur ve dünya mükemmeldir.” Spinoza, Kısa Risâlesinde şöyle demektedir: “Bütün
varlıklar ve bütün eserler tabiatın içinde mevcutturlar ve mükemmeldirler.” (“Felsefi iyimserlik”
ve “felsefi kötümserlik” teorileri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.: Werner, Kötülük, s. 13-41,
45-58).
86 Hick, Evil, s. 17.
87 Hick, Evil, s. 17.
88 Hick, Evil, s. 19.
89 Hick, Evil, s. 20.
90 Baruch Spinoza, Etika, Çev. Hilmi Ziya Ülken, İstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1965, s. 72;
Hüsamettin Erdem, Bir Tanrı-Âlem Münasebeti Olarak Panteizm ve Vahdet-i Vücut, Ankara,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1990, s. 23-24.
91 Spinoza, Etika, s. 353.
92 M. Kazım Arıcan, Panteizm, Ateizm ve Panenteizm Bağlamında Spinoza`nın Tanrı
Anlayışı, İstanbul, İz Yayıncılık, 2004, 146.
93 Hick, Evil, s. 23.
94Hick, Evil, s. 23.
95 Hick, Evil, s. 24.
96 Bkz.: Warren E. Steinkraus, Taking Religious Claims Seriously: A Philosophy of Religion,
Ed. Michael H. Mitias, Amsterdam-Atlanta, Rodopi, 1998, s. 125-126.
97 Hick, Evil, s. 25.
98 J. J. Smart, J. J. Haldane, Atheism and Theism, Cambridge, Blackwell Publishers, 1998, s.
183.
99Aydın, Din Felsefesi, s. 152.
100 Bkz.: Murtaza Mutahhari, Adl-i İlâhî, Çev. ve notlaştıran Hüseyin Hatemi, İstanbul, İşâret
Yayınları, 1998, s. 189.
101 Smart, Philosophers and Religious Truth, s. 154.