Felsefe hakkında her şey…

Macit Gökberk’in felsefe tarihi çalışmaları

09.11.2022
1.018
Macit Gökberk’in felsefe tarihi çalışmaları

Macit GökberkFelsefenin Evrimi (1979) adlı kitabının ön sözünde felsefe anlayışına ilişkin ipuçları vermiştir. Felsefe tarihi neden gerekli? sorusunu cevaplamak için, felsefe nedir? sorusunu öne çıkarmış ve bu sorunun yanıtının kolay olmadığını belirtmiştir. Ona göre felsefe, felsefeye özgü olan, iyi, doğru, güzel nedir gibi bir takım soruları, özel bir tutumla ele alır. Felsefede görülen tutum da, hep temele kadar gitmek, sonuna kadar gitmek çabasıdır (Gökberk 1979, 1). Felsefenin bütün tarihi boyunca uzayıp giden bu çabalar, felsefe tarihinin konusunu oluşturur. Felsefenin ne olduğu da, ancak bu sürüp giden çalışmaların -sorunlarla uğraşıp didinmelerin- tümünü kavramakla, bunları toplu bir bakışta düzenlemekle anlaşılabilmektedir (Gökberk 1979, 1).

Ona göre felsefe tarihi, felsefeyi oluşturan belli başlı filozofların sürüp giden bir tartışması şeklinde de görülebilir. Sorunların ortaya konuluşu ile bunların çözüm denemeleri, bu filozofların yapıtlarında gerçekleşmiştir. Felsefenin tarih boyunca evrimi, gerçekte, bu kaynakların kendisinden, öğrenilebilir. Bunlar bize felsefenin, büyük ustalarının eliyle nasıl işlendiğini, nasıl yapıldığını, doğrudan doğruya gösterirler; dolayısıyla bize felsefede yaratıcılığın yollarını açarlar (Gökberk 1979, 1). İyi, doğru, güzel gibi araştırma alanları, özel tutum, temele kadar gitmek, felsefe tarihi, felsefenin özellikleri olarak öne çıkarılmıştır. Böylelikle felsefe tarihinde nelerin aranması gerektiğini açıklamaktadır.

Türkiye’de, 1961 yılından bu yana, en çok okunan Felsefe Tarihi yazarı olan Macit Gökberk, adı geçen kitabında nasıl bir felsefe tarihi anlayışıyla bu kitabı yazdığına ilişkin bir açıklama yapmamıştır. O, Nicolai Hartmann’ın “Problemler Tarihi Görüşü” başlıklı yazısında, felsefe tarihi anlayışına ilişkin ip uçları vermiştir.

19. yüzyıl felsefe tarihinin klasikleştiği dönem olarak kabul edilir (Gökberk 1963, 123). Hartmann, dönemin felsefe tarihlerinden şüphe edilmesi gerektiğini düşünmüştür (Gökberk 1963, 123). Hegel’i takiben yazılan felsefe tarihleri, istenilen başarılara ulaşamamışlardır (Gökberk 1963, 124). Hartmann’a göre başarısızlık nedeni, sistem ve öğretilerin sonsuz bir çokluğu olarak okuyucu karşısına çıkmalarıdır. Doğruları bulmak bir yana umutsuzluğa düşülmektedir (Gökberk 1963, 124). Felsefe tarihinin klasik yazarları, başlıca düşünceleri, öğretileri, görüşleri ve sistemleri ele almışlardır. Her düşünür için şu soruları sormuşlardır: Ne öğretti, gerçekten göz önünde bulundurduğu neydi, ne gibi bütüncül bir görüşe varmak istiyordu? Neyi gördü, neyi kavradı, neyi bildi, geriye ne gibi kazançlar bıraktı? (Gökberk 1963, 124). Felsefe tarihinin bu büyük ustalarının, filozofların düşünce yapılarını yeniden kurmaktan başka bir şey yapmadıkları elbette söylenemez. Onlar bağlantıları, karşıtlıkları, bağlılıkları yönelim ve eğilimleri, bunların birbirleri üzerindeki etkilerini de işlemişlerdir. Eleştirel düşüncelere de yer vermişlerdir. (Gökberk 1963, 124).

Hepsinde ortak olan, ele aldıkları sistemlerin büyüsüne kapılmış olmalarıdır. Bunlar kendi düşüncelerini inceledikleri büyük düşünürün tutsağı yaparak, özgürlüklerinden olmuşlardır. Bir sistem için tutarlı olmayan her düşünce gözlerinde uygunsuzdur; tarihe bile aykırıdır; dolayısıyla reddedilebilir. Böyle bir felsefe tarihçiliği de, ancak dünya tasavvurları ile sistemlerin bir sıralamasını ortaya koyabilirdi (Gökberk 1963, 124). Hartmann’a göre sistemler, felsefenin yanılmalarıdırlar. Sistemler, felsefede gelip geçici olan, hiç olmazsa şüpheli sayılabilecek yerlerdir. Sistem biçiminde bize anlatılanlar, insanın bilgilerinin değil, yanılmalarının tarihidir. Böyle anlaşılan ve anlatılan bir felsefe tarihi de bilimin güvenilir gidişinden yoksundur. Kant’ın dediği gibi, el yordamıyla etrafı yoklamadır (Gökberk 1963, 124-125). Hartmann’a göre bu tutum yeni değildir. Söz konusu tutum, Eski çağdaki doksografi ve komantatörlere kadar geri giden ve felsefeye popüler yaklaşımdan doğmuştur (Gökberk 1963, 125).

Hartmann, felsefe tarihinde sistemden çok, problemlerin ele alınmasını önermiştir. Felsefe tarihi boyunca sistem düşüncesi yanında bir de problem düşünceleri göze çarpar. Bu iki ayrı düşünce iki ayrı tutuma dayanır ve tutumlar doğruluk kavramı çerçevesinde değerlendirilir (Gökberk 1963, 125). Felsefede durum daha da zordur. Çünkü felsefe, özü gereği, bütüne, son olana, ilkeye, demek ki, sınırlı bilgi ile en az kavranılabilene yönelir. Bundan dolayı da felsefe, öteden beri, hep bütünlemeğe, yapıntı ve fanteziye kaçmıştır. Düşünürlerin çoğu, daha önce kafalarında kurdukları dünya tasarımından kalkmış, objelerini bu tasarım bağlantıları içine zorla yerleştirmişlerdir. Böyle kurulan düşünce yapıları felsefe sistemleridirler (Gökberk 1963, 125-126).

Hartmann’a göre felsefe tarihçiliği konusunda ikinci bir yaklaşım daha vardır. Problemleri esas alan, onları çözümleyen, araştıran, içlerine nüfuz eden, her şeyi kanıtlama çabasında olan bir anlayıştır (Gökberk 1963, 126). Sistem filozofları, sistemin tutarlılığı esas alırlar, sisteme uymayan problemleri reddederler. Diğer gruptakiler ise problemin tutarlılığını esas alırlar. Amaçları problemleri tutarlı bir şekilde çözmektir (Gökberk 1963, 126). Bu filozofların birbirinden keskin bir şekilde ayrılmalarına neden olan şu sorudur: Düşünmede esas olan düşünce yapısının birliği midir, yoksa bilgi midir? Bu soruya getirilen açıklamalara bakıldığında, sistemlerin yıkılıp gittiği, problem hakkındaki bilgilerin kalıcı olduğu görülmektedir (Gökberk 1963, 127).

Bir problem bir defa bulunduğunda, gerçekten çözülünceye kadar çözüm denemelerinin içinde yer alır. Felsefe problemleri çok derinlere uzandıklarından, kolay kolay çözülemezler. Bununla birlikte problem hakkında çeşitli çağlarda ve kafalarda ortaya çıkan görüşler içten içe birbirlerine bağlıdırlar (Gökberk 1963, 127). Ruh, iyi, adalet, cevher gibi sorunlar, keyfi, insan tarafından yapılmış şeyler değildir. Bunlar savuşturulamayan, kendilerini boyuna kabule zorlayan, belli bir zamana, belli bir ilgi yönüne bağlı olmayan ana sorunlardır (Gökberk 1963, 127). Hartmann, tarihi düşüncenin önünde üç ön yargının bulunduğunu belirtmiştir: 1. Bir düşünürün öğrettiği her şey eşit değildir. 2. Fichte’nin şu sözüyle ilişkilendirilmiştir: “Ne türlü bir felsefe seçeceğimiz, ne türlü bir insan olduğumuza bağlıdır”. Ayrıca “Felsefe çağının çocuğudur” düşüncesi de felsefeyi çağına bağlayarak öznel bir uğraş haline getirir 3. Sistemlerdeki önemli olan her özelliğin felsefe dışı bir kaynaktan geldiği anlayışı (Gökberk 1963, 130-131). Bu önyargılardan kurtulmak gerekmektedir ve bunun için de problemlerle uğraşılmalıdır.

Hartmann’ın sorusu şu olmuştur: Klasik felsefe yazarlığı neden hem felsefenin kendisi hem de öğretilmesi bakımından kandırıcı olamamıştır? Neden bir şaşırmaya yol açmıştır? Ortaya konan felsefe tarihleri hiçte felsefenin gerçek tarihiyle ilişkili değildirler. Yazılmış olan şeyler, düşüncelerin, görüşlerin kanıların, tasarım biçimleri ile bunların engin hayat bağlantılarında köklenmiş olan motiflerinin tarihidir. Bunlar da, insanlar ve çağlar bakımından pek rölatif olan şeylerin tarihidir. Bütün bunların felsefenin gerçek tarihi olduğuna inanılmıştır (Gökberk 1963, 131). Felsefenin tarihini bir bilgi dalının, bir bilimin tarihini yazar gibi yazmak gerekirdi; oysa felsefe tarihi, din tarihi ya da sanat tarihi gibi yazılmıştır. Onun için bilginin kendisindeki ilerlemeyi araştırma pek cılız kalmıştır. (Gökberk 1963, 131).

Tarihçiler, felsefenin ne olduğunu bilmiyorlar ve felsefede asıl amacın bilmek olduğunu unutmuşlar gibidir. Oysa felsefe tarihinin ne olduğu, felsefeden ne anlaşılmakta olduğuna bağlıdır. 19. yy tarihçileri sistem yapıları ve kanılardan kurulmuş öğretileri, felsefenin özü saymışlardır. Dikkatlerini düşünce zenginliklerine, derin görüşlere, orijinal açılara, dünya tasavvurlarının tarih içindeki etkilerine yöneltmişlerdir. Problemlerin tarih içindeki önemleri üzerinde durmamışlardır (Gökberk 1963, 131-132). Hartmann, kendi felsefe tarihi anlayışını, düşünürlerin, ne düşünmüş, ne sanmış, ne öğrenmiş, ne istemiş olduklarını anlamak değil, onların ne bildiklerini yeniden bilmek şeklinde tanımlamıştır (Gökberk 1963, 132). Bu bağlamda felsefenin problemleriyle ilgisi ve kazançların analizi, felsefe tarihinin konusunu oluşturmalıdır (Gökberk 1963, 132).

Tarihçiyi kendi görüşlerinin dışına çıkaracak yöntemler vardır. Ancak burada dört güçlük bulunmaktadır: 1. Sistemlerin bu kadar değişmesi içinde bu kadar doğruluk var mı? 2. Bu değişmenin arka planında bir sürekliliği bulabilir miyiz? 3. Felsefe bakımından elimizde sağlam doğruluk olmadığına göre, felsefenin tarihindeki doğruluk ile yanılmayı ne ile ayıracağız. 4. Her devir ve her tarihçi için doğruluk ile yanılma başka başka değil mi? Bununla da bir rölativizme düşmüş olmuyor mu? (Gökberk 1963, 133-134). Birinci önyargının aşılması için yapılması gerekenler: Yanılmalar yumağından doğrunun ipliklerini birer birer ayırıp çözmek; doğruyu eklentisinden, takıntısından ayıklamak; bilgi alanında elde edilmiş kazançların zincirini belirlemektir. Bu da bir philosophia perennistir (felsefenin sürekliliği ve doğallığı), felsefe yapmanın zamanlar ve mekanlar üstünde kalan birliği ile sürekliliğidir (Gökberk 1963, 134). İkinci önyargının aşılması için gerekli olan, bilginin sürekliliğine güvendir. Teorilerle el yordamıyla yol alınırken, bilgiler birbirlerine yakın olduklarından güvenilir bir ortam sağlarlar (Gökberk 1963, 134-135). Üçüncü önyargının aşılması şöyle mümkündür: Diğer alanlarda olduğu gibi felsefe tarihinde ölçü bulmak imkansızdır. Bununla birlikte yalın ve tutarlı kavrayışlar, ölçü olarak kullanılabilirler. (Gökberk 1963, 135). Dördüncü önyargının aşılması için, felsefe tarihide bilginin oluşumunu araştırmak, doğruya yaklaşmak bakımından çok elverişlidir. Gerçi bu rölativizmi ortadan kaldırmaz ama yumuşatır. (Gökberk 1963, 135-136). Felsefe tarihçiliğindeki güçlüklerin nasıl aşılması gerektiği ortaya konulmuştur. Gökberk, Hartmann’nın felsefe tarihi görüşünden hareketle, felsefe tarihini problemler tarihi olarak kabul etmek gerektiğini düşünmektedir. Problemler tarihi açısından önemli olan, filozofların bildikleridir, düşündükleri değildir (Gökberk 1963, 136). Gökberk bu anlayışı, Felsefe Tarihi kitabında uygulamıştır.

Kaynak: TÜRKİYE’DE FELSEFENİN GELİŞİMİ I, s. 60-68, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2456 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1428

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...