Macit Gökberk’in felsefe anlayışı
Macit Gökberk, felsefeyi doğrudan tanımlamamış, dolaylı yollardan felsefeden ne anladığını belirtmiştir. 1947’de yayınladığı Leibniz’in Alman Dili Üzerine Görüşleri adlı yazısında, felsefenin başlıca işlerinden biri, çağın kültürüne bilincini duyurmak, bu bilinci sistemli bir aydınlığa ulaştırıp kültürün gücünü artırmak olduğunu bildirmiştir. Bunalımlı dönemlerde felsefenin bu görevi, bütün varlığımızı kucaklamaya kadar gider. Çünkü felsefe, gerçeğin şu veya bu yanını araştırmaz, varlığın bütününü kavramak ister ve en son olana kadar sokulmayı dener. Felsefeden yalnız teorik bir aydınlanma değil, pratik düzenimizin ışığa çıkan yollarını da bize göstermesini bekleriz. Başka bir deyişle, felsefe hayata kılavuzluk etmelidir (Gökberk 1997/7, 82).
Felsefe ile çağ arasındaki ilişkiyi, 1948’de yayınlanan Kant ve Herder’in Tarih Anlayışları adlı çalışmasında da kurmuştur. Ona göre felsefe, çağın bilincini açığa çıkarmak ve hayata rehberlik etmekle görevlendirilmiştir.
“Felsefe, lüks değildir. Biz bir gereksinme yüzünden felsefe yaparız; çünkü yaşamımızın anlamı karanlıktır. Bugün bu karanlığı en sıradan insan bile duyuyor. Eskiden din, inan bu karanlığa ışık getiriyordu. Bugün bir aydınlanma çağında yaşıyoruz: Yaşam bilmecesine din ve geleneklerin bulduğu yanıtlar gönüllerimizi artık kandıramıyor. Bugünün insanı ışığını artık kendisi bulmak zorundadır. Bireysel yaşamlar üzerine çöken bu karanlığın içine uluslar ve kültür çevreleri de çekilmiştir.” (Gökberk 1997a, 55).
Adı geçen kitabın sonraki sayfalarında felsefe ile kültür arasındaki ilişkiyi yeniden dile getirmiştir.
Gökberk’e göre felsefe sistemleri soyut düşünmenin değil, hayatın mahsulleridir. Bunların gerisinde, kendi hayat denemeleri ile yüklü, çevresine ve geçmişine derin bağlar ile bağlı, bu çevre ve geçmişin ortaya koymuş olduğu kültür değerleri ile örülmüş insan özelliği ve biricikliği ile bulunur (M. Gökberk, parantez içinde Dilthey adını yazarak, bu görüşün Dilthey’a ait olduğu izlenimini vermiştir. Dilthey’ a ilişkin kaynak bildirmemiştir).
Tarihin yürüyüşü içinde sayısız öznelerin yapıcı aktlarından meydana gelip işlenen, ama sonra tek tek benlerden çözülüp ayrılarak nesnelleşen başarılar ve eserler, tek şuurun karşısına verilmiş bir kültür olarak çıkarlar. Bu nesnel kültürün yapısı ferdin manevi yapısına her yandan sokulup siner, onun düşünüş, duyuş ve devlet ile toplum içindeki yaşayışının formunu belirler. Gerçi başka başka tarih devrelerinde ve kültürlerde yaşayan fertlerin manevi kuruluşlarında aynı bir değer yönü ağır basıp bunları aynı bir tip içinde birleştirir (Gökberk 1948, 10).
Gökberk’in ilk çalışmalarında, felsefeden ne anladığına ilişkin görüşleri şu şekilde özetlenebilir:
Felsefe, çağın kültürüne bilinci duyurmak, kültürün gücünü artırmak, bunalım dönemlerinde bütün varlığımızı kucaklamak, sadece teorik aydınlanma değil pratik düzenin ışığına açılan yolları göstermek, hayata rehberlik etmek, karanlık bir anlama sahip hayatı aydınlatmak, din yeterli olmadığından hayatı anlamlandırmak, bugünün insanına ışığını kendi bulmasında yardımcı olmak için kültürel yapı içinde oluşan, ferdin belirlenmesi görevlerini yerine getirmektedir.
Gökberk, Batı Anadolu’nun Yetiştirdiği Filozoflar adlı 1960 yılında yayınladığı yazıda, felsefeyi başlatan unsurun tutum ve yol olduğunu belirtmiştir (Gökberk 1960, 75). Gökberk’e göre felsefeyi başlattığı kabul edilen Thales öncesi, mit temelli şemayı insan kendisi düşünüp meydana getirmemiş, onu hazır bulmuştur (Gökberk 1960, 76). Thales’le ortaya çıkan, insanın dünya karşısındaki durumunu düşünce ile belirlemek, dünya içindeki tutumunu değişmez bir şema diye anlamayıp bu tutumu düşünme ile bulup temellendirmektir. İnsanın, dünyasını, buradaki yerini, rolünü kendi aklıyla bulup aydınlanmasıdır. Bununla da insanoğlu hürlüğe ulaşmıştır (Gökberk 1960, 77). Thales’in yaptığı işte önemli olan, bu sonuca birey olarak varmasıdır, yoksa bulduğu şeyin doğru ya da yanlış olması önemli değil (Gökberk 1960, 78). Ana maddeyi, arkhenin ne olduğunu araştırmak, varlığın tabiatını yapısını araştırmak demektir. Değişme ve oluşun dayandığı ilkeyi keşfetme çabası felsefenin temelinde yer almaktadır (Gökberk 1960, 78). Asıl gerçek nedir? gerçek insan nedir ve ne olmalıdır? soruları Yunan felsefesinin ağırlık merkezini oluşturmuştur (Gökberk 1960, 79). Gökberk, felsefenin ortaya çıkışını, bir tutum farklılığı olarak görmektedir. Mitik yapının terk edilmesi ve insan, dünyadaki yerini aklıyla temellendirmesi felsefenin kökeni olarak görülmektedir. Ayrıca felsefenin varlık, ana madde, köken sorunlarıyla ilgilendiği belirtilmiştir.
Felsefenin Evrimi (1979) adlı kitabın Önsöz’ünde felsefe anlayışına ilişkin ipuçları vermiştir. Felsefe tarihi neden gerekli? sorusunu cevaplamak için, felsefe nedir? sorusunu öne çıkarmış ve bu sorunun yanıtının kolay olmadığını belirtmiştir. Ona göre felsefe, felsefeye özgü olan, iyi, doğru, güzel nedir gibi bir takım soruları, özel bir tutumla ele alır. Felsefede görülen tutum da, hep temele kadar gitmek, sonuna kadar gitmek çabasıdır (Gökberk 1979, 1). Felsefenin bütün tarihi boyunca uzayıp giden bu çabalar, felsefe tarihinin konusunu oluşturur. Felsefenin ne olduğu da, ancak bu sürüp giden çalışmaların -sorunlarla uğraşıp didinmelerintümünü kavramakla, bunları toplu bir bakışta düzenlemekle anlaşılabilmektedir (Gökberk 1979, 1). Ona göre felsefe tarihi, felsefeyi oluşturan belli başlı filozofların sürüp giden bir tartışması şeklinde de görülebilir. Sorunların ortaya konuluşu ile bunların çözüm denemeleri, bu filozofların yapıtlarında gerçekleşmiştir. Felsefenin tarih boyunca evrimi, gerçekte, bu kaynakların kendisinden, öğrenilebilir. Bunlar bize felsefenin, büyük ustalarının eliyle nasıl işlendiğini, nasıl yapıldığını, doğrudan doğruya gösterirler; dolaysıyla bize felsefede yaratıcılığın yollarını açarlar (Gökberk 1979, 1). İyi, doğru, güzel gibi sorular, özel tutum, temele kadar gitmek, felsefe tarihi, felsefenin özellikleri olarak öne çıkarılmıştır.
Macit Gökberk, felsefe hakkındaki görüşlerini, felsefede özgünlük bağlamında da dile getirmiştir. Yapılan bir söyleşide, felsefede yaratıcılıktan, felsefenin demirbaş sorularına ışık tutma ve onların güçlüklerini çözme çabalarını anladığını ve yaratıcılıkla ilgili olan özgünlük de, felsefeye yeni sorunlar getirmek olduğunu belirtmiştir (Gökberk 1982, 21-22). Ona göre, özgün felsefe üretebilmek için, felsefe tarihinin büyük doruklarını bilmek gerekir. Felsefe tarihinde belki bir gelişme yoktur; fakat Platon, Augustinus, Descartes, Kant gibi doruklar vardır. Bunlar felsefe yapmış, yaratmış olan doruklardır; ancak bunları bilerek felsefe özgün olabilir. Felsefe kolektif bir çalışmadır (philosophia perennis) (Gökberk 1982, 22-23). Bir başka söyleşisinde, felsefenin gelişmesi için önkoşul olan özgürlükten sonra gerekli olanlar belirtilmiştir. Gerekliliklerden biri, Batı felsefesinin ortaya koyduğu bilgi dağarcığının içine girmek elde edilen bilgilerle felsefe yapmaktır. Özgün felsefe ortaya koyabilmek için, belli bir bilgi birikimine sahip olmak yanında, bu bilgi birikimi kullanacak bir zeka, bir aklı işletme alışkanlığı da olmalıdır. Bu aşamadan sonra, felsefeyi ortaya koymuş, oluşturmuş büyük düşünürlerin yapıtlarına -felsefenin nesnelleştiği bu yapıtlara- dayanarak, onlarla birlikte düşünerek, birlikte felsefe yapılabilir (Gökberk 1983/1, 12). Özgünlük bağlamında felsefe, felsefenin doruklarıyla ilişkilendirilmiş, doruktakilerin takip edilmesi ve aklı işletme alışkanlığı temeline dayandırılmıştır. Ona göre, sadece ve sadece felsefenin ana kaynaklarına gitmek, büyük filozofların eserlerini okumak, okumak ve okuyarak onlar gibi düşünmek. Felsefede, yapıcı, yaratıcı olan tek yol, felsefeyi yaratmış olan bu büyük ustalarla birlikte düşünmek, birlikte düşünebilmek için de onların nasıl düşündüğünü kavramaktır. Ayrıca bilimler ile sanatlardan faydalanmak da gerekir (Gökberk 1982, 30). Bu veriler, felsefe öğrenme ve yapmanın, felsefe tarihi öğrenmeyle örtüştürüldüğü sonucuna götürmektedir.
Kaynak: TÜRKİYE’DE FELSEFENİN GELİŞİMİ I, s. 71-76, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2456 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1428