Felsefe hakkında her şey…

Kant’ın Numen-Fenomen Ayrımı ve Bilgi Anlayışı, Numen Nedir, Fenomen Nedir?

05.11.2019
8.329

Eğer pembe çerçeveli gözlükler takıyorsanız, görsel deneyiminizin her yönü renklenecektir.

Onları takıyor olduğunuzu unutabilirsiniz, ama onlar hâlâ gördüklerinizi etkilemeye devam eder. Immanuel Kant (1724-1804), hepimizin dünyayı bunun gibi bir filtreden geçirerek anladığına ve böyle yaşadığına inanıyordu. Filtre, insan zihnidir. Her şeyi nasıl deneyimleyeceğimizi belirler ve o deneyime belirli bir şekil yükler. Algıladığımız her şey zaman ve mekan içinde gerçekleşir ve her değişimin bir nedeni vardır. Ancak Kant’a göre bunun sebebi, gerçekliğin nihai halinin böyle olması değildir: Bu zihinlerimizin bir katkısıdır. Dünyanın olduğu biçimine doğrudan erişimimiz yoktur. Gözlükleri çıkartıp şeyleri gerçekte oldukları gibi göremeyiz. Bu filtreye bağlıyız ve onsuz herhangi bir şeyi deneyimlemek tamamıyla olanaksız olurdu. Tek yapabileceğimiz, onun orada olduğunun farkına varmak ve deneyimlediğimiz şeyi nasıl etkilediğini ve renklendirdiğini anlamaktır.

Kant’ın zihni oldukça düzenli ve mantıklıydı. Hayatı da öyleydi. Hiç evlenmedi ve her gününü katı bir düzene göre yaşadı. Hiç vakit kaybetmemek için uşağından onu sabah beşte uyandırmasını istemişti. Uyandıktan sonra biraz çay içer, bir pipo tüttürür ve işe koyulurdu. Oldukça üretken biriydi ve hayatı boyunca çok sayıda kitap ve makale yazdı. Daha sonra üniversitede ders verirdi. Öğleden sonra 16.30’da —her gün tamı tamına aynı saatte— yürüyüşe çıkar, caddeyi bir baştan bir başa tam sekiz kez turlardı. Öyle ki evinin olduğu Königsberg (bugünkü Kaliningrad) kasabasının sakinleri, saatlerini onun yürüyüş zamanına göre ayarlarlardı.

Çoğu filozof gibi o da zamanını gerçeklikle ilişkimizi anlamaya çalışmakla geçirdi. Bu, özünde metafiziğin konusudur. Kant da gelmiş geçmiş en büyük metafizikçilerden biriydi. Özellikle düşüncenin sınırlarıyla, bilebileceğimiz ve anlayabileceğimiz şeylerin sınırlarıyla ilgileniyordu. Bu onun için bir saplantıydı. En ünlü kitabı “Saf Aklın Eleştirisi”nde (1781), bu sınırları mantıksal olanın sınırlarını zorlayarak keşfetti. Bu kitabı okuması oldukça zordu: Kant’ın kendisi de kitabı kuru ve muğlak olarak tanımlıyordu, haklıydı da. Pek az insan kitabın tamamını anladığını iddia edebilir. Eserdeki akıl yürütmenin çoğu karmaşık ve ağır bir jargona sahiptir. Onu okumak, nereye gittiğimizi kestiremediğiniz ve gün ışığını nadiren gördüğünüz bir sözcük ormanında ilerlemeye benzer. Yine de ana argüman yeterince açıktır.

Gerçeklik neye benzer? Kant, şeylerin nasıl olduğuna yönelik eksiksiz bir resme hiçbir zaman sahip olamayacağımızı düşünmüştür. Kant’ın “noumena” dünyası dediği, görünüşlerin ardındaki şey (o her neyse) hakkında asla doğrudan bir şeyi öğrenemeyeceğiz. Bazen “noumenon” (tekil) sözcüğünü ve bazen de “noumena” (çoğul) sözcüğünü kullansa da bunu yapmamalıydı (Bu, Hegel’in de vurguladığı bir noktaydı): Gerçekliğin tek mi, yoksa çoğul mu olduğunu bilemeyiz. Açıkçası, bu noumenal dünya hakkında hiç ama hiçbir şey bilemeyiz; en azından, onun hakkında doğrudan bir bilgi edinemeyiz. Öte yandan çevremizdeki, duyularımız aracılığıyla deneyimlediğimiz dünyayı, fenomenler dünyasını bilebiliriz.

Pencereden dışarı bakın. Görebileceğiniz fenomenler dünyasıdır çimenler, arabalar, gökyüzü, binalar vesaire. Noumenal dünyayı değil, yalnızca fenomenler dünyasını görebilirsiniz; ancak noumenal dünya, tüm deneyimimizin arkasında gizlenmektedir. O, daha derin bir seviyede var olandır. O halde, var olanın bazı yönleri daima kavrayışımızın ötesinde olacaktır. Yine de gayretli saf anlamda bilimsel yaklaşımdan elde edebileceğimizden daha çok şey anlayabiliriz. “Saf Aklın Eleştirisi”nde Kant’ın kendi önüne koyduğu ana soru şuydu: “Sentetik a priori bilgi nasıl mümkündür?” Bu soru muhtemelen sizin için hiçbir anlam ifade etmiyordur. Ana fikir, ilk bakışta göründüğü kadar zor değildir. Açıklanacak ilk sözcük “sentetik”tir. Kant’ın felsefi dilinde “sentetik,” “analitik”in karşıtıdır. “Analitik”, tanımı gereği doğru anlamına gelir. Dolayısıyla sözgelimi “tüm babalar erkektir” ifadesi tanımı gereği doğrudur. Bunun anlamı, bu cümlenin doğru olduğunu gerçek adamlar hakkında herhangi bir gözlem yapmadan bilebilmenizdir. Hepsinin erkek olduğunu kontrol etmeye ihtiyacınız yoktur, zira erkek olmasalardı, baba olmazlardı. Bu sonuca varmak için hiçbir saha araştırmasına gerek yoktur, bunu koltukta oturduğunuz yerden çıkarabilirsiniz. “Babalar” sözcüğü, erkek fikrini içerir. Bu durum, “tüm memeliler yavrusunu emzirir” cümlesine benzer. Yine memelilerin yavrularını emzirdiklerini bilmek için —bu, memeli tanımının bir parçası olduğundan— herhangi bir memeliyi incelemeniz gerekmez. Memeliye benzeyen ancak yavrusunu emzirmeyen bir şey bulduysanız, onun bir memeli olamayacağını bilirdiniz. Analitik ifadeler gerçekte sadece tanımlar hakkındadır, bu yüzden bize yeni bilgi vermezler. Onlar bir sözcüğü tanımladığımız halinde var olduğunu farz ettiğimiz şeyi açıklar. Sentetik bilgi ise, tam tersine, deneyim ve gözlem gerektirir ve bize yeni bilgi verir. Bu, kullandığımız sembollerin veya sözcüklerin anlamında basitçe içerilmeyen bir şeydir. Örneğin limonların ekşi bir tadı olduğunu biliriz; ne var ki bunu ancak onları tattıktan sonra (ya da birisi, limon tatma deneyimini bizimle paylaştığı için) biliriz. Limonların ekşi bir tadı olduğu, tanımı gereği doğru değildir. Bu, deneyim aracılığıyla öğrenilen bir şeydir. Başka bir sentetik ifade, “tüm kediler kuyrukludur” şeklinde olabilir. Bu da, doğru olup olmadığını keşfetmek için araştırmanız gereken bir şeydir. Bakana ve görene kadar bir şey diyemezsiniz. Aslına bakarsanız bazı kediler, Manx kedileri, kuyruklu değildir. Bazı kediler kuyruklarını kaybetmiş olsalar da hâlâ kedidir. O halde tüm kedilerin kuyruklu olup olmadığı sorusu dünyayla ilgili bir olgu meselesidir. “Kedi”nin tanımıyla ilgili değildir. Söz konusu ifade, meselenin sadece tanım olduğu ve bu yüzden de analitik bir ifade olan. “tüm kediler memelidir” cümlesinden bir hayli farklıdır.

Öyleyse sentetik apriori bilginin yeri neresidir? A priori bilgi gördüğümüz gibi deneyimden bağımsız bilgidir. Onu deneyimin öncesinde, yani deneyimini yaşamadan önce biliriz. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda, herhangi bir şeyi bütünüyle a priori bilip bilmediğimiz hakkında bir tartışma vardı. Kabaca söylemek gerekirse, (Locke gibi) empiristler bilmediğimizi düşünürken, (Descartes gibi) rasyonalistler bildiğimizi düşünüyordu. Locke doğuştan bilginin olmadığını ve bir çocuğun zihninin boş bir levha olduğunu ifade ettiğinde a priori bilginin olmadığını öne sürüyordu. Bu, insana “a priori” ile ‘analitik”in aynı anlama geldiği izlenimini verir (ki bazı filozoflar için bu terimler birbirinin yerine kullanılabilirdi). Ama Kant için böyle değildi. O, dünyaya dair hakikati açığa çıkaran, bununla birlikte deneyimden bağımsız olarak ulaşılan bilginin mümkün olduğunu düşünüyordu. İşte bu yüzden, bu durumu tanımlamak için özel bir kategoriyi sentetik a priori bilgiyi öne sürdü.

Sentetik a priori bilgiye ilişkin Kant’ın kendisinin de kullandığı bir örnek, 7+5=12 eşitliğiydi. Birçok filozofun, bu türden doğruların analitik, matematiksel sembollerin tanımıyla ilgili bir mesele olduğunu düşünmesine karşın, Kant 7+5’in 12’ye eşit Olduğunu a priori olarak bilebileceğimize inandı (dünyadaki nesnelere ya da gözlemlere karşı bunu sınamaya ihtiyaç duymayız). Aynı zamanda yeni bir bilgi de verir, yani sentetik bir ifadedir. Eğer Kant haklıysa, bu bir devrimdir. Ondan önce gerçekliğin doğasını araştıran filozoflar, gerçekliği basitçe, deneyimimize neden olan kavrayarnayacağımız bir şey olarak ele aldılar. O zamanki zorluk, hakkında salt tahminden öte anlamlı bir şey söylemek için söz konusu gerçekliğe nasıl erişebileceğimizdi. Onun büyük içgörüsü, zihinlerimizin tüm deneyimimize renk veren özelliklerini aklın gücüyle keşfedebilecek olmamızdı. Koltukta oturup da derin derin düşünürken, gerçeklik hakkında_ doğru olması gereken, ancak sadece tanım gereği doğru olmayan keşifler yapabiliriz: Onlar bilgilendirici olabilirler. Kant, mantıksal argüman vasıtasıyla, dünyanın zorunlu olarak bize pembe görünmesi gerektiğini kanıtlamaya denk bir şey yaptığına inandı. Yalnızca pembe çerçeveli gözlükler taktığımızı kanıtlamadı, aynı zamanda bu gözlüklerin tüm deneyime kattığı, pembenin çeşitli tonlarıyla ilgili yeni keşifler de yaptı.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 3. Sınıf “Çağdaş Felsefe Tarihi” Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...