Felsefe hakkında her şey…

İnsan Haklarının Temellendirilmesi, Dayanak Noktası

13.11.2019
2.025

Kimi zaman R. Rorty gibi düşünürlerin insan haklarının teorik ya da rasyonel bir temellendirmesinin yapılamayacağı, buna gerek de olmadığı gibi karşı düşüncelerle karşılaşsak da insan haklarına yönelik itirazlar sıkça bir temellendirme ya da haklı çıkarma işlemini gerekli kılmaktadır.

“Neden insan hakları?”, “İnsan haklarını niçin korumamız gerekir?” türünden sorular bir temellendirme gereksiniminin sordurduğu sorulardır. Diğer birçok düşünce gibi insan hakları düşüncesi ya da idesi de bu türden taleplerle karşılaşmaktadır. İnsan haklarının bilgisel temelleriyle ilgili çalışanlardan, insan haklarının felsefi temelleriyle ilgilenenlerin başta gelen uğraşılarından birisi bu talebi karşılamaktır. Başka bir deyişle, temellendirme, neden insanların kimi temel hakları olduğunun, bu hakların nereden çıktığının -sonuçta da bu hakların korunmaması durumunda insan olmanın nasıl zarar göreceğinin- gösterilmesidir.

Temellendirme, temellendirilen ilke ya da önermenin temelinin, yani çıkarıldığı ya da türetildiği yerin gösterilmesi demektir.

Yapılması beklenen bir “temellendirme”, insan hakları ilke ya da normlarının temellerinin gösterilmesi ise bu her şeyden önce bunların kaynaklarının ya da nereden türetildiklerinin gösterilmesiyle yapılabilir. Bu aynı zamanda “evrensel olduğu” düşünülen bu ilkelerin öyle olmayanlardan farkını da ortaya koymuş olacaktır. Bu türden bir temellendirme görüşü, insan hakları normlarının epistemolojik ve değersel özelliklerini hesaba katarak onları diğer kültürel normlardan ayıran İoanna Kuçuradi tarafından yapılmaktadır. Ona göre, kültürel normlar adını verdiği normlar, “belirli doğal-toplumsal koşullar ve farklı kültürlerin insan anlayışları”ndan deneyle, bir çeşit indüksiyonla türetilir. Kuşaktan kuşağa aktarılan geleneksel- göreneksel (kültürel) normların büyük çoğunluğu bu türden normlardır. Bilgisel-değersel özellikleriyle bunlardan ayrılan diğer tür normlar ise “insanın içinde bulunduğu en az iki farklı tarihsel durumun, insanın bazı yapısal olanaklarının değerinin bilgisi ışığında (ya da insan onuru dediğimizin ışığında) karşılaştırılmasıyla türetiliyor”. Bu ikinci türden normların tipik bir örneği -”işkence yapmamak gerekir”, “ırk ayrımı yapmamak gerekir” gibi- insan hakları normlarıdır. İnsan haklarının “evrensel” olmaları, yani insan olan herkes için belirli bir şekilde davranmayı talep etmeleri, insan haklarının bu kaynaklarından ileri gelir. Bu normlar kültürel normlar gibi değişik ve değişken olan deneysel (yerel) koşullardan değil, “Belirli tarihsel koşullarda, insanın bazı doğal olanaklarının bilgisinden” türetilmektedirler (Kuçuradi 2007, s. 62-66).

“Neden insan hakları” sorusunu insan hakları normlarının farklı kaynak ve özelliklerini göstermekten ziyade, “İnsan haklarına neden saygı göstermeliyiz?”, “İnsan haklarına saygı göstermezsek bunun sonuçları ne olur?” biçiminde anlayanlar, insan haklarını haklı çıkarmaya -bu bağlamda temellendirme yerine haklı çıkarma, haklılaştırma teriminin kullanılması daha uygundur-, insan haklarını korumanın gerekçelerini sunmaya çalışmaktadırlar. Bunlara sadece iki örnek vermek gerekirse ilk olarak, Sonuççuluk ya da eylemlerin getirdikleri sonuçlara bakarak onların doğruluğuna-yanlışlığına karar veren görüşe bakılabilir. Faydacılık tipik bir Sonuççu etik kuramdır. Buna göre, bir eylem sonuçta mümkün olduğunca çok insanın iyiliğini ve mutluluğunu sağlıyorsa o eylem doğrudur. Bu ilke insan haklarına uygulanarak çıkarım zinciri şu şekilde ortaya konmaktadır:

1. Eylemlerimiz ve kurumlarımız aracılığıyla insan mutluluğunu ve iyiliğini (well-being) artırmalı, azaltmamalıyız.

2. İnsan hakları, insanların keyişi ve zahmete değer buldukları şeyleri gerçekleştirmeye çalışmalarına imkân vererek onların yaşamsal ihtiyaçlarını ve temel çıkarlarını korur.

3. İnsan haklarına saygısızlık ve bu hakları ihlal etmek hem kurbanlarına hem de onların yakınlarına zarar verir. Ayrıca herkesin insan haklarına saygı duyulmasını bekleyebilme güvenine de zarar verir. İnsan hakları ihlalleri kişilerin acı çekmesine ve genel güvensizliğe yol açar.

4. Bu nedenle eylemlerimiz ve kurumlarımız aracılığıyla insan haklarına saygı duymalıyız (Orend 2002, s. 89-90).

Bu temellendirme zincirini doğrulamak için Sonuççular, tarihte yaşananlara ve bugün insan haklarına saygı gösterilen toplumlarda yaşayan insanların durumu ile hak ihlallerinin yoğun bir biçimde yaşandığı toplumların durumuna dikkati çekerler. Bu örneklerden hareketle de insan haklarının korunduğu bir toplumda yaşamanın hepimiz için daha iyi olacağı sonucuna varırlar.

Başka bir temellendirme görüşü ise Michael Walzer’ın dar (thin) ve geniş (thick) anlamda ahlak ayrımına dayanan insan hakları temellendirmesidir. Bu görüş esasen tüm kültürlerin farklı ahlaksal pratikleri yanında, tüm kültürlerde ortak bazı değer veya ilkelerinin de olduğunu göstermeye çalışan, yani bir anlamda “evrensel bir etiğin” varlığını temellendirmeye çalışan bir görüştür. Bu evrensel çekirdek ise ona göre genellikle -öldürme, vahşete yol açma, büyük haksızlıklara sebep olma, işkence yapma gibi- negatif normlardan ya da yasaklardan oluşmaktadır. Walzer, bu yasakların ya da negatif ilkelerin tüm toplumlarda olduğunu ileri sürmektedir.

Walzer’e göre yaşama ve özgürlükle ilgili haklar, dünyadaki tüm ahlaklarca paylaşılan bu dar ve minimal ahlaklılık ilkelerinin özünde bulunan evrensel ve negatif yasaklarla- cinayet işlememe, işkence yapmama ve büyük zalimliklere girişmeme gibi- karşılıklı ilişki içindedir. Son analizde, insan hakları, böyle davranışlarla karşı karşıya kalmamamız gerektiği konusunda, hepimizin taşıdığı çekirdek ve temel değerlerdir (Orend 2002, s. 76-77).

İnsan hakları normları, kültürel normlar gibi değişik ve değişken olan deneysel (yerel) koşullardan değil, “Belirli tarihsel koşullarda, insanın bazı doğal olanaklarının bilgisinden” türetilmektedirler.

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...