İdealizmin Siyasal Anlamı Nedir?
Kuşkusuz Platon’un idealizmin kurucusu olmasında, kendi bireysel yaşam öyküsünün ve aristokrat aile geçmişinin rolü büyüktür. Aristokrat sınıfın yönetim kademelerindeki belirleyici ve baskın rolü kadar, kölelerle ilişkilerindeki efendilik ve hiyerarşik tahakküm, Platon’un İdealar Kuramı’nın özünü belli bir ölçüde belirlemiş olabilir.
İdealar dünyasıyla algı dünyası arasındaki töz-ilinek ilişkisi, keskin bir aristokrat ruhun dışa vurumu olarak okunabilir. Nasıl ki efendi kölesine üstünse, ideaları kavramamıza elveren akılsal düşünme yetimiz, algılama yetimize üstündür. Tıpkı ruhun bedene üstünlüğünde olduğu gibi. Fakat sorun sanıldığından daha karmaşıktır. Değeri hiçbir Atinalıyla karşılaştıramayacak Sokrates’i mahkûm edenler, aynı cahil ve basiretsiz efendiler, yani aristokratlar değil miydi?
Atina sokaklarında küstah bir cahillik ve kendini beğenmişlikle dolaşan bu aristokratların efendilikleri ve politik iktidarları, tikel, göreli ve rastlantısal tarihsel bir geçmişe, yani soya dayanmaktaydı. İşte bu cahil küstahlıkla kendi tikel ve göreli çıkarlarının peşinde koşan aristokratlar sürüsü, ne felsefi ve ne de politik açıdan iyilik ve doğruluğu kavrayamadılar ve kavrayamazlar.
Platon ahlaki ve politik sorunları çözmek için başka bir yola başvurur ve tıpkı hocası Sokrates gibi bilgiyle erdemi özdeş kılar. Aslında bilgi, hakiki anlamdaki bilgi evrensel ve zorunlu bilgidir. Bilgi gelip geçici bir algı ya da deneyim değil daha kalıcı ve derin bir yaşantı ve değerdir. Herkes bu dünyada belli deneyimlere ve bu deneyimlerle biçimlenen belli düşünce ve yargılara sahiptir. Gerçekliği bilme yolunda bu deneyimler bazen ve hatta çoğu kez yanıltıcıdır. Algılarımızın içeriğini oluşturan deneyimler, bize tikel ve göreli bireysel gerçekliği verir. Düşüncelerimizin içeriğini oluşturan kavramlar ise, bize evrensel ve zorunlu bağlantıları verir. Göreli bireysel gerçeklik maddi gerçeklikken, zorunlu kavramsal gerçeklik ideal gerçekliktir.
Felsefi bir eğitimden geçmemiş bir insan, kavramları evrensel içeriğiyle tanımlamaktan çok, tikel ve göreli bireysel örnekleriyle anlamaya çalışır. İşte Sokrates ve daha belirgin olarak Platon’un yapmaya çalıştığı şey, bir soyutlama ya da kavrama örnek vermenin, onu düşünmek ve tanımlamak olmadığıdır. Böylece bu soyutlamaların, bu düşüncelerin ne anlama geldiğini felsefi diyalektikle sorgulamak, bütün iyi şeylerdeki iyiliğin, bütün doğru şeylerdeki doğruluğun ne olduğunu saptamak gerekir. Platon için ancak böylesine bir felsefi sorgulama ve araştırma sonrasında edinilen bilgi, gerçek bir erdemin ve dolayısıyla politik yaşamın zemini olabilir.
Platon felsefi sorgulama ve araştırmanın, zorlu bir eğitim sürecinden sonra edinilebileceğini düşünür. İnsanlar doğuştan çeşitli ilgi alanlarına yönelimli ve yetenekli olabilir, fakat eğitim olmadan bu yönelim ve yeteneklerin gelişmesi ve olgunlaşması mümkün değildir. O hâlde Platon açısından devletin ilk yapması gereken, kendi yurttaşlarını herhangi bir ön ayrıma tabi tutmadan yönelim ve yeteneklerine göre eğitmesidir. Ancak bu eğitim sürecinin ve onun doruğu olan felsefe eğitiminden sonra, toplumu ve devleti kimin yöneteceğine karar verilmelidir. En azından Platon’un ideal devleti için bu ilke vazgeçilmez bir değer taşır.
Bu durumda aristokratların doğuştan getirdiklerine inandıkları soyluluk ve erdemlilik, eğitimsizlikten kaynaklanan bir cahillik ve küstahlık ile birlikte düşünüldüğünde sahiciliğini ve gerçek anlamını yitirecektir. Devletin yönetimi demokratik oylamaya değil ‘akademik’ ciddiyete dayanmalıdır. Bu anlamda siyaset sanatı da her sanat gibi, çoğunluğun kararına değil eğitimin ciddiyetine göre biçimlenmelidir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM