Felsefe hakkında her şey…

Ekonomik küreselleşme

04.12.2022
382

Küreselleşmenin ekonomik boyutu, diğer boyutlarına bir zemin oluşturması bakımından özel önem taşımaktadır. Sanayileşmenin insanlık tarihinde bir devrim niteliğinde olduğunu biliyoruz. Seri üretime bağlı olarak ortaya çıkan gereksinmeler ve tüketimin sınırsız olarak teşvik edildiği kapitalist sistemde, büyüme için de bir sınır bulunmamaktadır. Bu durum, yeni sermaye birikimi ve sermaye sahiplerinin oluşumunu getirmiştir. İlk zamanlarda modern ulus-devlet yapısı içerisinde “devlet” de ekonomik işleyişte bir unsur olarak yer aldı. Hatta devlet, özel sektör karşısında en büyük işletmeciler arasında yer aldı. Bu yapı içerisinde sermaye de “ulusal” nitelikleri ağır basan bir unsur olmuştur.

Giderek hızla artan üretimin ülke içinde tüketimi doğal olarak mümkün değildir. Bu durum, ulus sınırlarını aşan yeni arayışları gündeme getirmiştir. Bilhassa küresel aktörler diye bahsedilen Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler bu arayışlara önayak olmuşlardır. Giderek devletlerin, özel şirketler lehine ekonomik faaliyetlerden çekilmesi gerçekleşmiştir. Dolayısıyla özel kuruluşlar ve şirketler bu arayışların öncüsü olmuşlardır. Meselâ, merkezi ABD’de olan Coca-Cola’nın Çin ve daha büyük boyutta üçüncü dünya ülkelerine girişi bu çerçevede düşünülebilir. Dolayısıyla sermayenin büyümesi bağlamında kapitalizmin, gelişen yeni küresel koşullara bir ayak uydurması söz konusudur. Bir başka deyişle, küreselleşme ekonomik anlamda kapitalizmin yeni gelişen formu olarak da nitelendirilebilmiştir. Bu bağlamda “küreselleşme, kapitalist dünya sisteminin merkezlerinin dünya ekonomisini kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirme çabasının devamı” (Somel, 2002: 150) olarak da görülebilmektedir.

Sanayileşmenin temerküz ettiği Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da küreselleşmeye giden süreçte önemli gelişmeler yaşanmıştır. Büyük işletmeler bu ülkelerde kurulmuştur. Bu, birçok hammaddenin Batı’ya taşınması, işlenmesi, işlenen malların yine dış pazara satılması işlemlerinin maliyetlerini gündeme getirmiştir. Batı’da sanayi işletmelerinde doğan işgücü ihtiyacı için, üçüncü dünya ülkelerinden ciddi bir işçi göçü olmuştur. Nitekim 1950’den sonra Türkiye’den başta Almanya olmak üzere Avrupa’ya doğru olan işçi akını bunun bir sonucudur. Ayrıca sanayileşme sonrası oluşan ekolojik sorunlar; diğerleriyle birleşince Batılı devletler, üçüncü dünya ülkelerinde yeni yapılanmalara gitmeye başlamışlardır. Bu yapılanma, şirketlerin yönetim merkezlerini değiştirmeden, ağlarını genişletmelerine imkan sağladığı gibi, Batı ülkelerinde sanayileşme sonrası yaşanan politik, kültürel ve ekolojik sorunları Batı dışına kaydırmıştır.

Bugün ulus aşırı şirketler çok farklı ülkelerde yatırımlar yapmakta; şirketlerin farklı şubelerini bir merkezden yönetmektedirler. Bir Amerikalı yatırımcı İstanbul Menkul Kıymetler Borsası‘nda (İ.M.K.B.) yatırım yapmakta, bir Japon markası ürünün Türkiye’de üretimlerini gerçekleştirmekte ve diğer ülkelere satmakta, bir banka hesabındaki para, dünyanın her yerine ânında aktarılabilmektedir. Tüm bu gelişmeler ekonomik anlamda dünya ülkelerini birbirlerine yakınlaştırmakta, yerli ve yabancı yatırımlar birbiri içine geçmekte, şirketleri daha hızlı ve akışkan hale getirmektedir. Dolayısıyla üretim, işgücü, satın alma bağlamında ulus-devlet sınırlarının ekonomik anlamda aşılıp küreselleştiğini söyleyebiliriz.

Kaynak: DİN SOSYOLOJİSİ, s. 113-114, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2061 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1095

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...