Felsefe hakkında her şey…

İbn-i Rüşd’ün Varlık Felsefesi Anlayışı

05.11.2019
3.672
İbn-i Rüşd’ün Varlık Felsefesi Anlayışı

Bir bütün olarak bakıldığında İbn Rüşd’ün kendi düşünce sistemini “insan gerçeği” ekseninde temellendirdiği görülür.

Ona göre her varolanın (mevcûd) mahiyetini belirleyip onu başka varolanlardan ayıran bir özel işlevi (fiil) ile gaye-sebebi bulunmaktadır. Bu bağlamda insanın mahiyetini belirleyen ve onu diğer varolanlardan ayıran da ona özgü aklî fiilleridir.

Akıl sahibi oluşu insanı yalnızca diğer varolanlardan ayırmakla kalmaz, aynı zamanda onu ayrıcalıklı bir konuma yerleştirir. İbn Rüşd’ün deyimiyle “insan özüyle (zât) değil, ancak özüyle birlikte bulunan akıl sebebiyle insandır ve varlık sahnesindeki her şeyden daha değerlidir.” (İbn Rüşd, 1980a: 560-561): Filozofumuzun “varolan nesnelerin düzen ve tertibini düşünüp kavramaktan (idrak) öte bir şey değildir” (İbn Rüşd, 1980a: 526) şeklinde ifade ettiği aklın, biri nazarî (teorik), diğeri amelî (pratik) olmak üzere iki işlevi bulunduğu hatırlanırsa (İbn Rüşd, 1950: 60-70), insanın varlık gayesinin, nazarî ve amelî yetkinliğe ulaşmak olduğu kendiliğinden anlaşılır. Bunlardan ilki “gerçek/ doğru bilgi” (el-ilmü’l-hakk), diğeri ise “gerçek/iyi amel” (el-amelü’l-hakk) ile gerçekleşir. (İbn Rüşd, 1964: 241; 1992: 99-100): Bu ise tesadüfen/kendiliğinden olacak bir şey değil, tam tersine bir zihniyet ve yöntem sorunudur.

İbn Rüşd’ün ilim zihniyeti ve yöntem ilkeleri bağlamında dikkat çektiği hususlar şöylece sıralanabilir: (a) Her tür zihinsel faaliyetin amacı, yalnızca “gerçeğe ulaşma isteği” (talebü’l-hakk) olmalıdır; bir insanın “gerçek anlamda bilgin” (elâlim bimâ hüve âlim) olabilmesi için sadece gerçeği elde etrmesi yetmez, aynı zamanda onu başkalarıyla paylaşıp onları da aydınlatması gerekir. (b) Bu yolda karşılaşılabilecek olan hiçbir engel, hakikat arayıcısını yolundan alıkoymamalı; o, kendine düşen görevi ilmî sorumluluk anlayışıyla yerine getirmelidir. (c) İnsanlığın, hakikati arama adına felsefe ve bilim alanında bugüne kadar ortaya koyduğu yöntem, bilgi ve tecrübe birikimi asla göz ardı edilmemelidir. (d) Gerçek aranırken yöntem, görüş ve düşüncelerinden yararlanılabilecek olan kimselerin hangi inanca sahip oldukları, hangi din ve mezhebe mensup bulunduklarının hiçbir önemi yoktur.

Bütün bunlar, İbn Rüşd’e göre insanın varlık gayesinin “hakikat” olduğu; hakikatin elde edilmesi bir yana onun sadece amaçlanmasının dahi insan için ne denli önem taşıdığını göstermektedir. Nitekim o, ünlü düşünür Gazzâlî’nin eleştirileri karşısında filozofları savunurken şöyle der: “Onların amacı sadece hakikati bilmektir. fiayet bu amaçları dışında hiçbir şeyleri bulunmasaydı, tek başına bu bile onların övülmeleri için yeterdi.” (İbn Rüşd, 1980a: 547)

Konuya genel bir giriş mahiyetinde dile getirilen bu hususların yanısıra İbn Rüşd, “varolan” (mevcûd) teriminin birçok anlamından, “insan zihni tarafından tasavvur edilsin veya edilmesin zihin dışında bir özü (zât) ve mahiyeti bulunan şey olarak varolan” ile “bu varolanın dış dünyadaki durumuna uygun olarak insan zihninde oluşan tasavvuru anlamında varolan” şeklinde ikisini öne çıkarmış olmasından kalkarak, ona göre “hakîkat”ın varlık (ontoloji), bilgi (epistemoloji) ve ahlak (ethik) ile alakalı üç boyutunun bulunduğu söylenebilir ki burada varlık ve bilgi boyutu üzerinde durulacaktır.

İbn Rüşd, “varlık” (vücûd) terimi yerine, “hüviyyet” (kimlik), “zât” (öz), “şey” ve “vâhid” (bir) terimleriyle eşanlamlı saydığı “mevcûd” (var, varolan) terimini kullanmayı yeğler. Yukarıda dile getirildiği gibi filozofumuza göre “varolan” terimi öncelikle dış dünyada bir özü (zât) ve mahiyeti bulunan şeyleri; ikinci olarak da bunları n varolma durumlarının “zihindeki kavram”larını (tasavvur) gösterir. O, bunlardan ilkine “öz anlamında varolan”, diğerine de “doğru (sâdık) anlamında varolan” demektedir. Doğru anlamında varolandan söz edilebilmesi için öz anlamında varolanı n mutlaka bulunması gerektiği halde bunun tersi sözkonusu değildir. Ayrıca öz anlamında varolanlar (tikeller) için “mevcûd”un eşanlamlısı olan “hüviyyet”, “zât” ve “bir” terimleri kullanılabilir iken doğru anlamında varolanlar (tümeller) için bu terimler kullanılamaz. Bu ise İbn Rüşd’ün “varlık” (vücûd) yerine “varolan” (mevcûd) terimini kullanmasının bilinçli bir tercihe dayandığını göstermektedir: Böylece o, bir yandan varlık-nelik (vücûd-mâhiyet) ilişkisine dair tartışmada İbn Sînâ’dan farklı düşündüğünü, diğer yandan da varlık ile bilgi yahut ontoloji ile epistemoloji arasındaki ilişkiye dair yaklaşımını ortaya koymuş olmaktadır.

slam dünyasinda Farabi ve lbni Sina önderliğinde sözde Aristotelesçi, gerçekteyse büyük ölçüde yeniplatoncu felsefe hakim olmuştu. Aristoteles’in özgün felsefesine ilk kez İbni Rüşd döndü. Filozofun Metafizik’e yazdığı “Metafizik Özeti” adlı kısa şerhin başlıca amacı varlık ve onun bilgisine ulaşmaktır. Kendisi de açıkça «Amacımız, Aristoteles’in Metafizik’inden, onun varlık hakkındaki kuramsal düşüncesini öğrenmektir» der. Aristoteles gibi İbni Rüşd de metafiziği kısaca “varlık bilgisi”olarak tanımlar. Fizik tikel nesnelerin nedenleriyle uğraşırken metafizik bunların en yüksek nedenlerini araştırır. Ona göre varlık bilgisi (yani metafizik), varlığın nedenlerini ve ilkelerini açığa çıkarmayı amaçlayan bir bilgidir. Böylece doğru bilgi varlığa uygunluk taşıyan bilgidir; bunun için de zihnimizde olanın dış dünyada olanla uygunluk taşıması gerekir. Sonuçta “varlık” kavramanın iki değişik anlamı ortaya çıkmaktadır.1. Epistemolojik varlık 2. Ontolojik varlık. İkincisi birincisinin temelidir, Yani dış dünyada gerçekliği olmayan veya böyle bir varlıkla her hangi bir ilişkisi bulunmayan hiçbir şeyi zihnimizde varlık olarak düşünemeyiz; veya böyle düşünülen bir varlık tümüyle kuruntudur, masal yaratığıdır. Çünkü var olmak, gerçek olmak demektir. Akil dış dünyadaki varlığın bilgisine ulaşınca, bu varlık artık bir kavram veya öz (mahiyet) durumunda zihinsel varlık haline dönüşün Dış dünyadaki varlıklara töz (cevher) denir. Töz on kategorinin ilkidir; geri kalanları ikinci dereceden tözlerdir. Örneğin ,”Sokrates insandır” tümcesinde «Sokrates» (tikel varlık) cevher olmakta «insan»dan (tümel varlik) önce gelir. Ancak, insan oluş da Sokrates kadar gerçektir. Bununla birlikte Aristoteles gibi İbni Rüşd de tikel tözleri ya da duyulur varlıkları metafiziğin hareket noktası yapmıştır.

İbni Sina gibi kimi filozoflar, her fiziksel varlığın biri türe ait, öteki de cisme ait olmak üzere iki türlü formu bulunduğunu ileri sürmüşlerse de İbni Rüşd buna katılmaz. Ona göre fiziksel varlıkların yalnızca maddesi ve formu bulunur. Madde, onların duyulur olmalarının, form da akılla kavranır olmalarının nedenidir. İbni Rüşd tümellerin varlığını kabul etmekle Yeniçağ felsefesinin nominalizminden uzaklaşır; ancak ona göre tümellerin (ör. insan kavramı) ayrı ve bireysel varlıklardan (ör. Ahmet, Mehmet kavramı) bağımsız birer gerçekliğe sahip olduğunu ileri sürenler yanılmışlardır. Oysa, Ibni Rüşd’e göre, «Şu bir gerçektir ki, özleri kavramak için tümellerin tikellerden bağımsız birer varlık taşıdıklarını düşünmemize hiç de gerek yoktur.» Tümeller yalnızca zihnimizin soyutlama yoluyla oluşturduğu varlıklardır. Böylece İbni Rüşd, tümel varlıkların ya da ideaların bağımsız gerçekliğini savunan Platon’un realizminden de uzaklaşır ve Aristoteles’in kavramcılığını benimser.

İbni Rüşd, evrenin «ilk madde» (heyula) denilen öğeden yaratıldığını, dolayısıyla yokluktan yaratma diye bir olayın söz konu su olamayacağını savunur. Evren ezeli bir birlik bütünlüktür. Yaratma, hareketten başka bir şey değildir; her hareketin bir konu su olduğuna ve hareket ezeli-ebedi olduğuna göre varlık ezeli ve ebedidir. Bu düşünce, Müslüman kelamcıların «evren yokluktan yaratılmıştır» görüşüyle açıkça çelişmektedir. Evrenin düzenin deki sürekli değişme sürekli hareket demektir, bu da bir «İlk Hareket Ettirici»yi gerektirir ki, o da Tanrı’dır.

Tanrı’nın bilinmesi sorunu

İbni Rüşd, kelamcı yöntemiyle yazdığı «Kanıtların Apaçık Yollarının Keşfi» (al-Kaşf’an Manahic al-Adiila) adlı kitabında Tanrı’nın bilinmesi (marifetullah) konusunda Eş’arilik, Mutezile, Batınilik, Haşviyye (lafızcılık) ve Tasavvuf biçiminde beş ana bölüme ayırdığı İslami akımların yöntemlerini incelemeye koyulmuş; ancak bunlar arasında, güçlü etkisi ve yaygınlığı nedeniyle daha çok Eş’arilik üzerinde durmuştur. O, Allah’ı bilmenin yolunu yalnızzca sözlü gelenekte arayan, akıl ve düşünmeye hiç önem vermeyen Haşviyye’yi, Kur’an’ın insanı akla çağıran, düşünerek Tanrı’ya ulaşmaya yönelten yöntemine aykırı davranmakla suçladı. Mutezile ve bir ölçüde Eş’ariler Allah’ı bilmede akla önem vermişlerdir. Ancak yöntemleri Kur’an’ın izlenmesini istediği yönteme uymamaktadır. Çünkü hareket noktaları belirli diyalektik(cedeli) öncüllerden ibarettir. Sözgelimi «Evren hâdistir; cisimler bölünmeyen parçalardan (atomlardan) oluşmuştur; atomlar yoktan yaratılmıştır; evrenin yaratıcısı zaman dışıdır» gibi. Ancak bu türlü önermeler herkesin kavrayabileceği, tutarlı, hatta kanıtlanmış yargılar değildir. Filozof, insan ahlaksal çabalarla dış dün ya ilgilerini en aza indirip ruhunu ve gönlünü hazır duruma geri rirse Tanrı’nın kendi bilgisini bu gönüle ilham edeceği yolundaki tasavvuf görüşünü de gerçekçi ve yeterli bulmaz. Çünkü, böyle bir yöntem kuramsal olarak geçerli olsa bile, herkes için mümkün bir yol değildir ve görelidir; üstelik bu görüş, Kur’an’ın insanlar için gerekli gördüğü zihinsel çabayı da hiçe saymaktadır.

Gazali’nin filozoflara karşı yönelttiği ünlü eleştirilerden biri de filozofların, Tanrı’nın tikelleri bilmediğini ileri sürdüklerine ilişkindi. İbni Rüşd bu soruna da açıklık getirmeye çalıştı ve haklı olarak bir yanlış anlamayı düzeltti. Gerçekten İslam filozofları, özellikle de İbni Sina, Tanrı tikelleri tümel yasaları içinde bilir. Her şey O’nun bilgisinden taştığına, O’nun yasalarına dayandığına göre, kendi bilgisini ve yasalarını bilmesi her şeyi bilmesi demektir. İbni Rüşd’e göre Tanrı parça parça, bireysel ve kopuk olarak şu ya da bu olayı bireyselliği ve tikelliği içinde bilir demek yanlıştır. Çünkü bu yargı Tanrı’nın bilgisini insanın bilgisine benzetmeye götürür.

Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...