Felsefe hakkında her şey…

Fichte’nin ahlak kuramı

30.10.2022
712

Fichte’nin öngördüğü bilim sisteminin ana ekseni eylem felsefesi/pratik felsefedir. Ona göre, insanın özü eylemdir, eylemin niteliği ise ahlaksal olmasıdır. Fichte felsefesinin tüm öteki parçaları, bir bakıma ahlak felsefesine bir ön hazırlık ya da bir bütünleyici öğe durumundadır. Bir başka deyişle, ahlaksal fikirler Fichte’nin sisteminin tüm parçalarında kendine zorunlulukla bir yer bulur. Şu hâlde şimdi bu önemli konuyu elimizden geldiğinde açımlayabilme görevi önümüzde durmaktadır.

Fichte, konuya insanın ahlaksal doğasının ne olduğunu sorarak başlar:

Ben (Ego) özü bakımından bir etkinliktir, bir çabadır; bu etkinlik ve çabanın altındaki temel biçim ise gördüğümüz gibi bilinçliliğin altında kalan dürtü ya da itkilerdir. Bu yüzden bir bakış açısına göre insan bir dürtüler sistemidir diyebiliriz, bir bütün olarak sistemi temsil eden dürtü Fichte’ye göre öz-sakınım dürtüsüdür. Bu açıdan bakıldığında insan, doğanın bir sistemi olarak görülebilir. Ama insan bir o kadar da anlama yetisidir, akıldır, bir bilinç öznesidir. İnsan bir bilinç öznesi olarak, yani ben olarak kendini yalnızca kendisi aracılığıyla belirleme eğilimindedir, eş deyişle, özgürlük ve bağımsızlık uğruna bir çaba olarak kendisini ortaya koyar. Buradaki çaba, doğanın belirleyiciliğinden kurtulabilme çabasıdır. Bu ikisi açıkça birbirine karşıttır. Biri zorunluluk alanı iken öteki özgürlük alanıdır. Böylece insan doğasında bir ikilik söz konusudur. Ne var ki Fichte’ye göre bu ayrım sonul değildir. Ona göre somut doyumu amaçlayan dürtü ile tam özgürlüğü ve bağımsızlığı amaçlayan tinsel itki aşkınsal ya da fenomenal bakış açısından tek bir itkidirler. İnsanı salt doğanın örgütlü bir düzeneği olarak görmek bir yanılgıdır. O bu konuda şunu söyler:

“Acıkmamın nedeni besinin benim için varolması değildir, tersine aç olduğum içindir ki belli bir nesne benim için besin olur” (akt. Copleston. 1996: 72).

Buna göre organizma daima etkinliğe eğilimlidir ve kendiliğinden etkinlik itkisi (Trieb) tam özgürlüğün olgusallaşması için tinsel itki biçiminde yeniden ortaya çıkar. Çünkü bu itki geçici doyum duygusu ile yatıştırılabilecek bir itki değildir, o doğrudan doğruya sonsuzluğa açılır. Burada bilinç sahibi ben, yani düşündüğünü ayrımsayan ben, tam özgürlük itilimine yol verir. Ama insan sonul anlamda özne ve nesne olarak bir tek itilimdir. Daha açık bir deyişle Ben aslında özne- nesnedir ve insanın gerçek varlığı bu ikisinin özdeşlik ve ayrılmazlığında dile gelir. Bizim duruşumuza göre yaşamımızda biri ya da ötekisi egemen olur, ben’in tüm yaşam fenomenleri bu iki itkinin karşılıklı olmalarına dayanır. Bir başka deyişle tüm olup bitenler, bir ve aynı temel itkinin ben/kendi ile karşılıklı ilişkisidir. Bu bir tek itki terimlerinde dile gelmenin Fichte’nin ahlak kuramı ile önemli bağıntısı vardır.

Çünkü eğer insanın bu ikili yanlarını ayrı ayrı yaşadığını kabul etmiş olsak, bir yanda tikel nesneler ile ilişkileri tarafından belirli kılınan doğal dürtülerle uyum içinde yerine getirilen eylemleri, öte yanda tikel nesnelere ilişkin tüm belirlenimleri dışlayan ve salt özgürlük uğruna özgürlük düşüncesi ile uyum içinde yerine getirilen eylemleri bulurduk. Burada ikinci eylem sınıfı bütünüyle belirsiz olarak kalırdı. Ama Fichte en temelde bu iki itilim biçiminin bir ve aynı itki/ dürtü olması nedeniyle, bunlar arasında bir sentez ortaya koymamız gerektiği yanıtını verir: Buna göre itkinin alt biçimi kendi ereğinden, yani hazdan vazgeçmeli ve bu arada üst itilim tek bir itkinin üst biçiminin mutlaklığından yani herhangi bir nesne tarafından belirlenmemiş olma durumundan vazgeçmelidir. Bunu biraz daha açıklamak gerekirse istenen şey, eylemlerin salt dolaysız bir doyum, haz uğruna yerine getirilmemeleri ama bunların tinsel bir özne olarak insanın önüne koyduğu ideal ereğe doğru yaklaşan bir dizinin üyeleri olmalarıdır. Bu istemi yerine getirdikçe insan ahlaksal doğasını da olgusallaştıracaktır. Fichte bu girişimiyle doğal bir organizma olarak insan yaşamı ile tinsel bilinç öznesi olarak insan yaşamı arasında koparılamaz bir süreklilik bulunduğunu göstermeye çalışmıştır.

Eylemlerin Ahlaksallığının Biçimsel Koşulu, Ahlak Yasası

Fichte’ye göre, kendini salt bir doğa olarak düşünen ben’in özsel niteliği öz-etkinliğe bir eğilimdir. Ama kendini sadece ve ben dışındaki herhangi bir şeyle ilişki kurmaksızın kendinde ve kendi için düşündüğü zaman da düşünülen şey bu aynı eğilimdir. Bu nedenle Ben kendini öz-etkinlik adına etkinlik olarak düşünürken aynı zamanda özgür olduğunun da farkına varır ve bu özgürlük içinde öz etkinliğini gerçekleştirme çabasını bir yasaya uygun olarak yapması gerektiğini de ayırt eder, aslında kendini öz belirleme yasasına uyum içinde öz belirlemeyi gerçekleştiriyor olarak tasarımlar. Bu şekilde öz-etkinliğin gerçekleştirimi özgürlük ve yasa terimleri ile birlikte gider.

Şu hâlde önümüzde özgürlük ve yasa kavramları durmaktadır, ama temelde bu ikisi de bir ve aynı şeydir, nasıl ki özne olarak ben ile nesne olarak ben de bilinçte ayırt edilseler de ontik bakımdan bir ve aynı şeydirler. Bu konuda Fichte şunları söylüyor: “Kendini özgür olarak düşündüğün zaman, özgürlüğünü bir yasanın altına düşüyor olarak düşünmeye zorlanırsın ve bu yasayı düşündüğün zaman, kendini özgür olarak düşünmeye zorlanırsın. Özgürlük yasadan doğmaz, tıpkı yasanın özgürlükten doğmaması gibi. Bunlar biri öteki üzerine bağımlı olarak düşünülebilecek iki düşünce değil ama bir ve aynı düşüncedirler; bu tam bir bireşimdir” (akt. Copleston. 1996 s. 74). Görüldüğü gibi bu ikisi ayrı düşünülebilseler de bir sentez olarak görülmeleri Fichte’ye göre çok daha işlevsel olmaktadır. Bu yasa hiçbir kural dışılığa da izin vermez çünkü özgür varlığın doğasının kendisini anlatmaktadır. Buna göre ussal bir varlık etkinlik uygulama yeteneğindeki bir istencin neden olduğu belirli özgür eylemler dizisinin olanağını dikkate almadıkça kendine özgürlük yükleyemez. Ama bu eylemler dizisi öznenin koyduğu belli bir hedefe doğru yol alabilmek için nesnel bir dünyayı gerektirir. Doğal dünya böylece ödevimizin yerine getirilebilmesi için bir araç olarak görülebilir. Bu durumda dünyanın belirli bir törel bağlam için konuluşuna tanık olmuş oluruz. Şu hâlde tikel eylemlerin her biri ahlaksal eylem olabilmeleri için belli bir biçimsel etik koşulu yerine getirmelidir. “Her zaman ödevine ilişkin en iyi kanaatine göre davran ya da vicdanına göre davran.” Böyle davranan istenç iyi istençtir.

Fichte burada vicdan- duyunç kavramı üzerinde özel olarak durur ve vicdanı belirli ödevimizin dolaysız bilinci olarak tanımlar. Eş deyişle “Vicdan, tikel bir yükümlülüğün dolaysız olarak farkında olmaktır.” Bu tanıma göre vicdan hiçbir zaman yanılmaz ve yanılamaz: Çünkü eğer bu kavram kişinin ödevinin dolaysız olarak ayrımsanışını anlatıyorsa onun kişinin ödevinin ayrımsanmayışı olduğunu söylemek çelişik olacaktır. Görüldüğü gibi Fichte eylemlerin doğruluğu ve eğriliği için bir ölçüt aramaktadır. Hiçbir dışsal yetke ölçüt olamaz. Üstelik bu ölçüt eğitimli, eğitimsiz tüm insanlar için geçerli olmalıdır. Bu nedenle Fichte dikkatini vicdan kavramına çevirir ve vicdanı dolaysız bir duygu olarak betimler. Bu dolaysız duygu empirik benimiz ve salt benimiz arasındaki bağdaşmayı ya da uyumu da anlatır ve salt ben biricik gerçek varlığımızdır. Bu yüzden Fichte’ye göre vicdanı oluşturan duygu hiçbir zaman yanıltıcı ya da aldatıcı olamaz. Şu hâlde Fichte’ye göre, empirik ben’in yani sıradan insanın eğer yararlanma yoluna giderse elinin altında tikel ödevlerini değerlendirmek için yanılmaz bir ölçütü vardır ve bu etiğin herhangi bir bilgisine bağımlı değildir. Ama felsefeci bu ölçütün tabanını elbette soruşturabilir. Ve zaten Fichte genelde metafiziksel bir açıklama sunmaktadır.

Dünyada Bir Kendiler Topluluğu ve Hak İlkesi

Eğer ben’de bir öz-bilinç doğacaksa mutlak ben kendini bir sonlu ben olarak sınırlandırmalıdır. Ama hiçbir özgür varlık, aynı zamanda başka benzer varlıkların da bilincinde olmaksızın kendinin bilincinde olamaz. Ben (ego) kendini ussal ve özgür olarak tanıdığı başka varlıklardan ayırt ederek kendisinin özgür bir varlık olarak bilincine varabilir. Böylece, öz-bilincin doğması için bir “kendiler/ benler” topluluğu olması gerekir. Birinin kendisinin bir ussal varlıklar topluluğunun ya da sisteminin bir üyesi olarak tanınması da yine bir koşul olarak duyulur dünyayı gerektirir. Çünkü özgürlüğümüzü başkalarının eylemleri ile iç içe geçmiş eylemlerde belirmiş olarak algılarız. Ve böyle bir eylemler sisteminin olanaklı olabilmesi için değişik ussal varlıkların kendilerini anlatabilecekleri bir ortak duyulur dünya içinde olmaları gerekir.

Kendimizi ussal varlıklar topluluğunun bir üyesi olarak görmedikçe özgürlüğümüzün bilincine varamayız. Bundan dolayı sonsuz özgürlük istemini yalnızca kendimize yükleyemeyiz. Başkalarının özgürlüklerini de tanıma yoluyla, kendi payımıza özgürlüğümüzü sınırlama yoluna gideriz. Aynı zamanda topluluğun her bir üyesini de aynı şekilde ötekiler karşısında özgürlüğünü sınırlıyor olarak düşünürüz.

Hak kavramını Fichte şu şekilde belirlemektedir: “Özgürlüğünü ilişkiye girdiğin tüm başka kişilerin özgürlüğü kavramı yoluyla sınırla.” Bunu şu şekilde açımlamak olanaklıdır: Bir ussal varlıklar toplumunun her bir üyesinin özgürlüğünün anlatımını, topluluğun öteki üyelerinin de kendi özgürlüklerini anlatabilecekleri bir yolda sınırlıyor olması hakkaniyet kavramıdır. Görüldüğü gibi hak kavramı toplumsal bir kavramdır. Öteki ussal varlıklar düşüncesi ile birlikte ortaya çıkar. Örneğin bir toplumdaki tüm öteki bireyler gibi özgür konuşma gücüne sahibim. Ama tüm başka ussal varlıkları bu haktan bir şekilde mahrum bırakırsam Fichte’ye göre, o zaman bir özgür konuşma hakkımın olduğundan söz etmek anlamsız olacaktır. Aynı şekilde toplumsal bir koşul olmaksızın bir mülkiyet hakkından da söz edilemez. Ama sözcüğün gerçek anlamında ancak kendilerine de benzer hakları yüklemem gereken başka insanları tasarladığım zaman mülkiyet hakkı kavramı doğmuş olur.

Bir toplumdaki bireylerin tümünün istencini tek bir istenç olarak birleştirirsek bu istenç olanaklı özgürlük toplamını eşit parçalara böler, bu şekilde her bireyin özgürlüğü, tüm geri kalanların özgürlüğü tarafından sınırlanacaktır. Bu şekilde hakların karşılıklı tanınması sağlanmış olur. Bu karşılıklı tanıma, belli nesnelerin başka şeyleri dışlayıcı sahipliğine hak olarak düşünülen özel mülkiyet hakkını yaratır. Dışlayıcı sahiplik hakkı karşılıklı tanınma yoluyla ortaya çıkar ve varlığını sürdürmesi bu koşula bağlıdır. Şu hâlde tüm mülkiyet birçok istencin tek bir istence birleşmesi üzerine kuruludur.

Kaynak: MODERN FELSEFE II, s. 57-63, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2409 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1397

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...