Feodalizmin Özgüllüğü
Feodalizmin Batı Avrupa’da aldığı şekil ve daha sonra geçirdiği dönüşümler, sadece Avrupa’nın bir kısmını diğerlerinden ayıran toplumsal farklılıklara ve bölgesel ayrışmalara yol açmamıştır.
Feodalizmin orijinal olarak şekillendiği Batı Avrupa’nın (tamamıyla feodalleşmese de), kısmen feodalleşmiş ya da hiç feodalleşememiş (İtalya’nın güney kesimleri gibi belirli bölgeler hariç) Akdeniz kıyıları ve Doğu Avrupa’dan farklı bir gelişme çizgisi izlediğini öne süren bu görüşler, aynı zamanda Avrupa dışındaki coğrafyalara da uygulanmaya çalışılır. Öncelikle Avrupa’yı kendi içinde bölen ve bir biçimde feodalleşmiş Avrupa’nın sınırları içinde yer alan Latin ile Cermen ırklarını, Doğu Avrupa’daki örneğin Slav ırklarından ayıran bu tür ayrımlar, 18. yüzyılda hız kazanmış; daha sonra bir yandan felsefede Hegel ile diğer yandan ise sosyal bilimlerin gelişmesiyle kesin hatlarını kazanmaya başlamıştır.
Örneğin feodal toplum kavrayışının oluşmasında önemli katkıları bulunan Marc Bloch, ekonomik ilişki tarzları farklı olduğu için, Batı Avrupa ile Doğu Avrupa’yı aynı çalışma içinde çözümlemeye dahi etmenin güçlüğünden bahseder. Feodal toplum yapısının Avrupa içinde yarattığı bu bölünme, aslında Batı Avrupa ile dünyanın geri kalanı tartışmalarının da başlangıcını teşkil eder. Dolayısıyla bu ayrışmanın temelinde bizzat feodalizme dair kavrayış yatmaktadır.
Ne var ki tam olarak feodalleşip feodalleşmediği konusunda tam bir fikir birliği bulunmayan ancak feodalizm için ana yurt olarak kabul edilen Batı Avrupa’da yaşanan gelişmelere paralel olarak dünyanın başka yerlerinde de feodal yapıların ya da en azından ilişkilerin yaşanıp yaşanmadığı sorusu, özellikle sosyal bilimcilerin uzun yıllardır önemli bir uğraşısı olmuştur. Aslına benzemese de en azından tarihsel olarak Batı Avrupa’daki ilişkilere benzer analitik olarak çözümlenebilir feodal ilişki arayışlarının arkasındaki en büyük neden, Batı Avrupa’ya özgüllüğünü veren unsurları yerel ve tarihsel olarak sınırlı ilişkiler olmaktan çıkarmak ve evrenselleştirmektir. Bu noktada özellikle modernleşme teorilerinin ve daha çok da Marksist tarih yazımının büyük bir rol oynadığı söylenebilir. Bütün toplumların Batı ile aynı çizgiyi izleyen bir gelişme sürecinden geçeceği inancına dayalı bu düşünceler, daha çok Batı’da yaşanan gelişmelerin dünyanın geri kalanında niye yaşanmadığı sorusunun türevleridir.
Dolayısıyla feodal toplumsal yapıların teşekkülü ve daha sonra da kapitalist bir tarza dönüşümü, sadece Batı Avrupa’da yaşanan gelişmenin saiklerini anlamaya hizmet etmez, örneğin Orta Doğu toplumlarının Oryantalist bakış açılarıyla algılanmasına da zemin oluşturur. Aynı durum, örneğin Japon Orta Çağ’ından samuraylara dayalı bir feodalizm tasarlanmasında da görülür. Osmanlı İmparatorluğu dönemi için tımar sistemi ve imparatorluğun son dönemlerinde ayanların merkezî otoriteden bağımsızlaşma arayışları da aynı mantıkla okunur ve Osmanlı Devleti’nde feodalleşememenin nedenleri bulunmaya çalışılır. Marksist tarih yazımında Asya Tipi Üretim Tarzı gibi kavramsallaştırmaların varlığı da aynı nedenledir. Ne var ki bu ve benzeri kıyaslamalarda, Batı Avrupa’nın özgüllüğü daha fazla vurgulanmış olmaktadır.
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2991 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1994