Etiğin Temel Soruları Nelerdir?
Genel olarak söylenirse, insan ve yaşamla ilgili her konu ve sorun etiğin kapsamına girmektedir. Bu bağlamda etiğim temel soruları, etiğin felsefenin temel alanlarından biri olmasına bağlıdır.
Eski Çağ’da doğayı ve varlığı araştıran Sokrates öncesi düşünürlerde bile, Demokritos örneğinde açıkça görüldüğü gibi, etik sorular ele alınmıştır.
Gerçi etik henüz bir araştırma alanı olarak ortaya konmamıştır, ama o evrede bu durum diğer alanlar için de aynıdır. Etiğin başlı başına bir alan olması Sokrates, Platon ve özellikle Aristoteles’in çalışmalarıyla olmuştur.
ETİĞİN TEMEL SORULARI NELERDİR?
Eski Çağ’dan günümüze uzanan tarihinde etik, tarihsel dönemlere bağlı şekilde çeşitlenen farklı türden soruları ele almıştır. Başlı başına bir bilgi alanı olarak kurulduğu Eski Çağ’da etiğin temel sorusu pratik yönüyle söylenirse, “doğru, adil, iyi” anlamında mutlu (eudaimonia) yaşamın ne olduğu sorusudur. Teorik yönden dile getirilirse bu soru, “adalet nedir?”, “erdem nedir?” şeklinde araştırılmıştır.
Bu araştırmada esas olan şey, yaşarken yaptıklarımızda eylediklerimizde “doğru” olanı bulmak için gereken bilgiyi elde etme çabasıdır.
Burada filozofların ele aldığı sorular, “doğru” olanı yapmak, “doğru eylemde” bulunmak için nelerin gerektiği; “erdemin bilgi olup olmadığı”, bilgiyse nasıl bir bilgi olduğu ve bu bilginin nasıl kazanılabileceği gibi sorulardır.
Erdemin bilgi ile ilişkisinin ele alınması, “doğruluk” ile “adalet” arasında bir koşutluk düşüncesini getirmiş, “doğru” ya da “adil”, dolayısıyla da “mutlu” kişi olmanın koşulları araştırılmıştır. Böylece etik, aslında, Aristoteles’in başlıca yaşam tarzları olarak belirlediği “haz yaşamı”, “siyaset yaşamı” ve “theoria yaşamı” içinde önemli bir yaşam tarzı saydığı (1998, 1095b,15) siyaset yaşamı ve etkinliği için vazgeçilemez olan temel bir bilgi alanı olarak doğmuştur.
Böylece etiğin başlangıcında başlıca iki tür sorun üzerinde durulmuştur: “Doğru”, “iyi” ve bunlardan gelen “mutlu” bir yaşam elde edebilmek için gereken bilginin koşullarının ve kişinin herhangi bir koşulda “doğru” olanın ne olduğunu bulabilmesi ve kendi bilgisine dayanarak eylemlerde bulunabilmesi için gereken bilginin koşullarının ne olduğu.
Daha sonraki yüzyıllarda, özellikle etiğin yeniden canlandırıldığı 18. yüzyılda, doğal olarak yeni sorunlar ortaya çıkmış ve bu alanda yeni sorular ele alınmıştır. Bu sorunlara bağlı olarak da yeni kavramlar ortaya atılmıştır. Örneğin, “iyi isteme”, “ödev”, “sorumluluk”, “yükümlülük”, “gereklilik”, “değerler”, “anlamlar” ve “amaçlar” gibi kavramlar bunlar arasında başlıca olanlardır.
Öte yandan, etiğin, psikolojiyle, daha genel söylenirse insan bilimleriyle kesişen kimi konuları da vardır. Kaygı, korku, üzüntü, acı çekme, kıskanma gibi duygu ve yaşantılar; seçme veya karar verme gibi edimler; kişiler, kişilik yapıları, kişi bütünlükleri ve kişiler arası ilişkiler; bu ilişkilerde takınılan tavırlar, gösterilen tutumlar, alınan kararlar, gerçekleştirilen eylemler hem insan bilimleri hem de etik tarafından bilme konusu yapılabilen konulardır.
Örnek vermek gerekirse, Eski Çağ’da Stoa Okulunun, Yeni Çağ’da Descartes’ın “duygulanımlar” üzerinde durmuş oldukları görülmektedir.
Ancak, burada şu noktayı belirtmek gerekir: Bu konulara etiğin yönelme ve bunları ele alma tarzı ile bilimlerin ele alma tarzları arasında önemli bir fark vardır. Bu fark, bilim ile felsefe arasındaki farktan dolayıdır.
Örneğin “kaygı”yı veya bir kişi tutumunu, davranışını psikoloji olgusal ve deneysel, yani tek tek durumlarla ilgisinde ele alırken, felsefe ve etik, “kaygı”nın kendisini konu edinir, “kaygı”nın ne olduğunu anlamak ister. Elbette her iki bilgi alanının da ele aldığı konuya ışık tutması ve eğildiği soruna çözüm bulması söz konusudur.
Günümüzde etiğin nesne alanı daha da genişlemiş ve sorunları da daha çeşitlenmiştir. Bunda, uygulamalı etik çalışmalarının artmasının önemli bir payı vardır. Ama genel olarak bugünkü dünyada yaşamla ilgili sorunların artmasının, hatta kaygı verici boyutlara ulaşmasının etkisi büyüktür.
“Ötenazi”, “kürtaj”, “ölme hakkı”, “organ verme”, “organ ticareti”, “yapay zekâ”, “teknoloji”, “gen teknolojisi”, “nanoteknoloji” ve “nöroloji” alanındaki çalışmalar (nöroetik) yine 20. yüzyılın ikinci yarısından bu yana etiğin konuları olmuştur. Bunlara ek olarak, teknoloji sorunlarından dolayı bugün “çevre etiği”, “toprak etiği” gibi etik çeşitlerinden söz edildiği görülmektedir.
Mesleklerle ilgili etik sorunlardan dolayı ortaya çıkan çok sayıdaki meslek etiklerini de bunlara eklemek gerekir. Etiğin bugün çok sayıda ve çeşitli konulara yönelmesi, çeşitli etiklerden ve meslek etiklerinden söz edilmesi sonucunu getirmiştir. Böyle olmakla birlikte etiğin ana konusunun eylemler ve kişilerarası ilişkilerde olup bitenler olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. Başka deyişle etiğin aslında “felsefî etik” olduğunu unutmamak gerekir.
Etiğin felsefî niteliğini ve ana konusunu gözden kaçırmadan etik sorunlara yönelmek, yani bir bilgi alanı olarak onun içinde kalmak veya bilgisel bir etkinlik içinde olmak, ele alınan sorunların çözümü bakımından önemlidir.
Kaynak: T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2356, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1353, Prof. Dr. Sevgi İYİ, Prof.Dr. Harun TEPE