Felsefe hakkında her şey…

Estetik deneyim nedir?

17.10.2022
1.441
Estetik deneyim nedir?

İnsan yaşantısı içerisinde pek çok deneyime sahip olur. Söz gelimi iş deneyimi, ilişki deneyimi, dini deneyim, bilimsel deneyim, çocuk yetiştirme deneyimi gibi. “Deneyim” sözcüğünü çoğunlukla tamamlanacak ya da tamamlanmış olan bir süreci belirtmek için kullanırız. Deneyim sahibi olarak yaşam hakkında bir şeyler öğrenmiş olduğumuzu düşünürüz. Yaşamın bu çeşitli kesitlerinin her birinin bize kattığı şüphesiz çok değerlidir. Bu deneyimler “deneyim olma” bakımından aynı olsalar da birbirlerinden ayırt edilebilir özelliklere sahiptirler. Kimi diğerlerine göre daha kuramsaldır, kimi mistiktir, kimi gündelik, kimi de daha uygulamaya dönüktür. Estetik deneyim adını verebileceğimiz deneyim türü de bu çeşitli deneyim türleri arasında yerini alır.

Yukarıda estetik özelliklerden söz ettik. Şimdi ise bu özellikleri fark edecek ya da ortaya çıkaracak olanların yani estetik öznelerin ne yaşadıklarını anlamaya çalışacağız. Soracağımız sorular şunlar olacak:

“Gerçekten estetik deneyim adını verebileceğimiz bir deneyim türü var mıdır?”, “Estetik deneyim yalnızca duyulara dayalı bir deneyim midir yoksa düşünsel bir tarafı da var mıdır?”, “Estetik deneyimi herkes yaşar mı yoksa bu deneyim yalnızca belirli bir beğeniye sahip, kendini yetiştirmiş kişiler tarafından mı yaşanabilir?”, “Estetik deneyimin nesnesi nedir?”

Estetik deneyim konusunda iki yaygın görüş bulunmaktadır. Bu görüşlerden biri biçimcilik diğeri ise bağlamcılıktır.

BİÇİMCİLİK

Biçimcilik, estetik deneyimin nesnesini biçimsel özellikler olarak kabul eder. Renk, şekil, çizgiler, ses, yapı, kalıp gibi özellikler biçimseldir. Buna göre bir kişinin estetik deneyim yaşaması dikkatinin ilgili nesnenin biçimsel özelliklerine yönelmesini gerektirir. Bu bir resimse örneğin, tuvaldeki renklere, bu renklerin tonlarına, aralarındaki uyuma, resmedilen şekillere dikkat ettiğinde ya da dikkat ettiği için estetik bir deneyim yaşamış olacaktır. Bir müzikse bestedeki notaların birbiriyle uyumuna, çıkan seslerdeki vurgulara, müzikteki genel yapıya dikkat edecektir. Biçimcilerin anladığı türden bir estetik deneyim aynı zamanda kişinin söz konusu nesneyle kendisi arasına mesafe koyması anlamına gelmektedir. Başka bir deyişle, deneyimi yaşayacak olan kişinin her türlü görüşünü, düşüncesini, inançlarını, istek ve hedeflerini bir kenara koyması beklenir. Böylelikle biçimciliğe göre estetik deneyim nesnelerin algılanabilir olan özellikleri üzerinden değerlendirme yapmaktadır.

Bir dans gösterisine ya da oyun izlemeye gittiniz diyelim. Kendinizi izlediğiniz şeye “kendisi için”, “kendisi uğruna” vermek yerine çıkışta eve nasıl gideceğinizi, karnınızın çok acıktığını düşünüyorsanız, sahnedeki karakterler sizin inanç ve düşüncelerinizi yansıtmadığı için oyunu izlemekte zorlanıyorsanız biçimcilere göre yaşadığınız şey estetik bir deneyim değildir.

BAĞLAMCILIK

Bağlamcılık görüşü ise biçimciliğin tam tersidir. Estetik deneyim için biçimsel özellikler tek başına yeterli olmaz, içerik son derece önemlidir. Hatta bağlamcılara göre kimi durumlarda içerik biçimden çok daha önemli olabilir. İçeriğe dikkat etmek, ilgili nesneyle araya mesafe koymamaktır. Kişi kendi ahlaki, bilimsel, dini görüşlerini, inandıklarını bir kenara koymadan zihinsel olarak meşgul olmalıdır ki tam anlamıyla bir estetik deneyim yaşayabilsin. Kimi durumlarda “bilgili” de olmak durumundadır. Gördüğü bir mimarinin hangi tarzda yapılmış olduğunu öğrenmişse ve bu tarz hakkında bilgiye sahipse bilgi sahibi olmayana kıyasla estetik deneyim yaşaması daha olanaklıdır. Özellikle avangard tarzda yapılmış eserlerle ilgili estetik deneyim yaşamak, eğer bilgi sahibi değilsek, mümkün değildir.

Bir eserin hangi tarz içerisinde hangi amaçla yaratıldığı, neye hizmet ettiği, varsa arkasında yatan düşünce yaşanılan deneyimin tam olmasının, dolu dolu olmasının önünü açacaktır. Bu durum “deneyim” sözcüğünün de hakkını verecek, tam bir “yaşamdan öğrenme süreci” yaşanılmış olacaktır.

Immanuel Kant biçimci görüşün temsilcilerindendir. Ona göre nesneler yalnızca biçimlerinin algılanmalarıyla zevk uyandırdıklarında estetik deneyimler de keyifli olurlar (Eaton 2005: 33).

Kant her ne kadar esas olarak estetik deneyim üzerinde değil de estetik yargılar üzerinde durmuş olsa da yine de bu türden yargıları değerlendirirken bir nesnenin karşısındayken yaşanan deneyimin, zevk deneyiminin ve öznel uyumun estetik yargının merkezinde yer aldığı görüşünde olmuştur. Kant’a göre hiçbir ilke ya da akıl yürütme biz bir nesneyi ilk elden algılamadan onun güzel olduğu konusunda bizi ikna edemez. Bu görüşüyle Kant, estetik değerlendirmelerde deneyimin önemini ortaya koymuştur. Şu değerlendirme yerindedir: Güzel ve diğer estetik özellikler nesnelerin sadece içsel özellikleri değil aynı zamanda algılayan, kavrayan ve hisseden öznelerin verdiği tepkileri de içeren özelliklerdir. (Goldman, s. 259-260).

John Dewey 1958 de yayımlanan Art as Experience (Deneyim olarak Sanat) adlı yapıtında estetik deneyime iki temel karakter yükler. Bunlardan ilki “birlik” ve “tamamlanmışlık”tır. Bu iki nitelik olmadan deneyim oluşamaz. Dewey’e göre estetik deneyimin ikinci karakteri daha ziyade anlama yetilerimizle ilgilidir. Buna göre estetik deneyim için el ve göz yalnızca araçtırlar. Estetik deneyim denilen deneyim el ve gözün ötesinde gerçekleşir.

Biçimci görüşü savunan Monroe Beardsley’e göre de estetik deneyimde öznenin dikkati fenomenal (görüngüsel) nesnededir. Beardsley estetik deneyimi Dewey gibi “birleştirilmiş”, “tam” (“beklentilerin sonraki gelişmeler sayesinde çözülmesi” anlamında) ve “yoğun” olarak tasvir eder. (Goldman, s. 260)

George Dickie (1965) estetik deneyimin hem Dewey hem de Beardsley tarafından yapılan tasvirlerine karşı çıkar. Dickie’ye göre tamamlanmış ya da biçimsel anlamda birliğe sahip olan bir sanat yapıtı olabilir ancak aynı şeyi bir deneyim için söylemek mümkün değildir. Deneyimler için genellikle bu ifadeler kullanılmaz. Bunları kullanmak, Dickie’ye göre, algı ile algının nesnesini karıştırmaktır. Ona göre, tamamlanmış bir eseri görmek ya da duymak tamamlanmış bir görme ya da duymaya sahip olmamıza yol açmaz. Eddy Zemach (1997) da bu eleştirilere ek olarak deneyimin tam olmasından söz ettiğimizi varsaysak bile iyi sanat eserlerini bu yoldan tasvir etmediğimizi dile getirir. İyi sanat eserlerini değerlendirmek benzer eserlerle daha önce yaşadığımız karşılaşmaları, sonra karşılaşacaklarımızı ve başka nesnelere başvurmamızı gerektirir. Ayrıca Zemach’a göre Dewey ve Beardsley estetik deneyimi yalnızca olumlu terimlerle nitelendirmişlerdir. Oysa estetik deneyimde olumsuz estetik özellikleri de deneyimleriz: Çirkinlik, kasvetlilik, sıkıcılık gibi özellikleri (Goldman, s. 261).

Şimdi yukarıda sorduğumuz “Estetik deneyimi herkes yaşar mı yoksa bu deneyim yalnızca belirli bir beğeniye sahip, kendini yetiştirmiş kişiler tarafından mı yaşanabilir?” sorusu üzerinde biraz düşünelim. Bu soru ortada bir deneyim olduğunu kabul etmekte ancak bu deneyimin herkes tarafından değil de belirli bir kesim tarafından yaşanabilme olasılığını da düşünmemize yol açmaktadır. Nitekim David Hume (1759) ve sonrasında Frank Sibley (1959) aynı nesne karşısında bazılarının estetik deneyim yaşadıklarını bazılarının ise yaşamadıklarını savunmuşlardır. Onlara göre yalnızca beğenisi olan ya da özel bir tür duyarlılığı olan kişiler bu deneyimi yaşayabilmektedirler. Hume, tüm insanların aynı şekilde yetenekli birer uzman olmadıklarını ve sadece duyarlı, dikkatli, açık fikirli, zihni açık, eğitimli, deneyimli insanların örneğin iyi bir şiiri kötü bir şiirden ayırabileceğini iddia etmiştir. Anlaşıldığı üzere izleyici burada hiçbir şekilde edilgen bir konumda değildir. Tam tersine oldukça etkin ve özel bir konumdadır (Eaton 2005: 33). Bu sıraladığımız özelliklere yüksek derecede sahip olan kişiler “ideal eleştirmenler”dir ve geri kalan bizler güzellik konusunda onlara uymalıyızdır (Robinson 2005: 74). Demek ki bu ideal eleştirmenler yalnızca estetik deneyim yaşayabilmekle kalmıyorlar bir de genelden farklı olarak vardıkları estetik yargılar kabul edilebilir yargılar oluyor.

Şimdi son olarak “gerçekten estetik deneyim adını verdiğimiz bir deneyim türü olup olmadığı” konusuna geri dönelim. Yukarıda, yaşamda pek çok farklı deneyim yaşayabildiğimizi ve her birinin özel olduğunu, bu deneyimlerin farklı alanlarda yaşamlarımıza pek çok şey kattıklarını belirtmiştik. Tabi Hume ve Sibley haklıysa pek çoğumuz estetik deneyim yaşayamadığımız için hayatımızın bu alanı boş kalıyor demektir. Estetik deneyim gibi kimi deneyimlerin ancak belirli bir alt yapıya sahip insanlarca yaşanılır olduğu iddiası elbette yaşam içerisinde farklı deneyim türleri olduğu iddiasını çürütmez. Yalnızca kimilerinin bu özel deneyim türünü yaşamadığını ortaya koyar. Bununla birlikte şu görüşü de belirtmeden geçmeyelim: Kimi düşünürlere göre estetik deneyim adında bir deneyim türünü diğer deneyim türlerinden ayırt etmek ne olanaklıdır ne de gereklidir. Bu kavram o kadar belirsiz ve soyut bir kavramdır ki herhangi bir bilgisel içeriği bulunmamaktadır. Örneğin “Bu sabah bir Porschede muhteşem bir sürüş keyfi yaşadım” gibi bir deneyimden söz etmek kişinin yaşadığı deneyimi çok daha iyi tasvir etmektedir (Eaton 2005: 34). Bu tez herkesin estetik deneyim yaşamadığı tezinden daha aşırı bir tezdir çünkü yaşanılacak özel bir tür deneyimi daha baştan yadsımaktadır. Ayrıca “estetik deneyim” adını verebileceğimiz bir deneyimin nasıl bir deneyim olduğu araştırmasını gereksiz bir araştırma olarak görmektedir. Oysaki pek çoğumuza göre böyle bir deneyimden söz etmek anlamlıdır ve bu deneyimden söz etmeyi isteriz de. Yaşadığımızın özel bir deneyim olduğuna inanarak bu deneyimi karşımızdakine aktarmak, konuyla ilgili onun düşüncelerini almak isteriz. Bu anlamda estetik deneyimin ne olduğunun araştırılması çok daha heyecan vericidir.

Kaynak: ESTETİK VE SANAT FELSEFESİ, s. 14-16, T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2574, AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1544; Kitabın Yazarları: Prof. Dr. Demet TAŞDELEN, Prof. Dr. Aslı YAZICI

BİR YORUM YAZIN

ZİYARETÇİ YORUMLARI - 0 YORUM

Henüz yorum yapılmamış.

2005'ten beri çevrim içi felsefe yapıyoruz...