‘Düşünüyorum, öyleyse erkeğim’: Felsefenin kadın sorunu
Birleşik Krallık’taki tüm felsefe lisans öğrencilerinin yarısından biraz azı kadın olsa da doktora mezunlarının üçte birinden ve daimi akademik personelin de dörtte birinden azını kadınlar oluşturuyor. Peki tüm bu kadınlar nereye gitti? Ve daha da önemlisi, neden gittiler?!
Bu, ciddi bir araştırma yapmadan yanıtlaması zor bir soru -ki henüz böyle bir araştırmaya sahip değiliz; çünkü çok yakın zamana kadar, kadın filozofların bariz eksikliği, bırakın araştırmaya değer görülmeyi, filozoflar arasında sıradan bir tartışma konusu bile değildi.
Peki neden? Çünkü toplumsal cinsiyet rolleri, bu duruma çok büyük etkide bulunuyordu.
İlgili konu: Antik Çağ’ın bilge kadınları
Bir üniversitede birinci sınıf öğrencilerine, mantık dersi içinde bilimsel olmayan bir psikoloji testi uygulanıyor.
Öğrencilerden “ideal” bir mantık dersi öğrencisini hayallerinde canlandırmaları ve hayallerini olabildiğince ayrıntılı olarak resmettikten sonra bu ideal öğrenciye bir isim vermeleri isteniyor. Sınıfın %90’ından fazlasının, hayal ettikleri ideal mantık öğrencisine bir erkek ismi verdiği görülüyor.
İşin asıl tarafıysa test uygulanan öğrencilerin henüz bir haftadan daha az bir süredir üniversite öğrencisi olmaları ve henüz mantık çalışmaya bile başlamamaları… Daha da ilginciyse bu sınıftaki öğrencilerin yaklaşık yarısının kadın olduğu gerçeği…
Peki, öğrenciler üç yıllık lisans eğitimlerini tamamladıklarında ne oluyor? Bu üç yıl boyunca ele aldıkları tarihî şahsiyetlerin çoğu -hatta muhtemelen hepsi- erkek olacaktır (Platon, Aristoteles, Descartes, Hume, Kant). Ayrıca okudukları çağdaş metinlerin çoğu da erkekler tarafından kaleme alınan metinler olacaktır.
Şimdi bu felsefi münazaraya saldırganca bir yaklaşım ekleyelim: Bu duruma özellikle lisans öğrencileri maruz kalmıyor belki; ama lisans üstü öğrencilerin bu yaklaşıma uğradığı muhtemel. Burada bahsettiğimiz şey maço pozları kesmek değil. Öyle zannediyoruz ki hiç kimse bir felsefe seminerinde konuşan bir kadınla dalga geçmemiştir. Ya da William Hague gibi “Aptal kadın!” diye homurdanmamıştır.
Ancak sıradan Soru-Cevap biçiminde ilerleyen bir felsefe seminerindeki tutumun, gerçeği tek başına ortaya çıkarmak için ciddi ve tarafsız bir örnek olmadığı ortadadır.
İnsanlara bariz bir hata yaptıklarını söylemeden; fakat aptal olduklarını düşündüren bir ses tonuyla onlarla aynı fikirde olmadığınızı söyleyebilir veya dikkate değer bir eleştiriye karşı kendi görüşlerini nasıl savunabileceklerini sorabiliriz.
Bütün bunların felsefenin erkeklik ile olan aşikâr ilişkisine katkıda bulunduğu görülebilir: Bilinçsiz ön yargı (kadınlar erkeklerle aynı düzeyde başarılı görünmek için erkeklerden daha fazlasını başarmalıdır) ve kalıp yargı tehdidi: olumsuz bir stereotipi tetiklerseniz performansınız düşer.
Örneğin, yapılan bir çalışmada, oyuncak bebek resmi çizen yedi yaşındaki kız çocuklarının, daha sonra yapılan matematik testinde, manzara resmi çizen kız çocuklarından daha kötü performans sergiledikleri gözlemlenmiştir.
İlgili konu: Pek tanınmayan 3 kadın filozof
Bu duruş daha genel olarak, kadınların kendilerini evlerinde hissedemeyebilecekleri bir noktaya varır: Olmamaları gereken türden bir yere.
Bölgenin yerel halkının vakit geçirdiği bir bara girdiğinizi ve herkesin dönüp size belki de düşmanca olmayan ama kesinlikle oraya ait olmadığınızı gösteren bir şekilde baktığını düşünün. Bu durumda, gösterilen bu tepkiye tahammül gösterebilir ya da arkanızı dönüp barı terk ederek daha kozmopolit bir mekâna gidebilirsiniz.
Daha kozmopolit bir bara gitmek kesinlikle çok daha kolaydır ve genellikle daha keyifli vakit geçirmeyi vadeder. İşte felsefe için kadınların yaptığı şey de buna benzer: Bölgenin yerel halkının vakit geçirdiği bir bara gitmek.
Bu konu neden önemlidir? Çünkü ister erkek, ister kadın lehine olsun, toplumsal cinsiyet rolleri genellikle zarar verir. Örneğin bu roller sebebiyle mükemmel bir felsefeci veya bilim insanı olma potansiyeli taşıyan kişilerin bu potansiyellerinin fark edilmesinin önüne geçilebilir. Bu da hem kişiler için hem de muhtemelen bu meslekler için kötü bir sonuç doğuracaktır.
Neyse ki işler gün geçtikçe daha iyiye doğru yol alıyor.
Felsefede kadınların sayısının azlığı artık sadece sık sık yapılan gündelik konuşmaların konusu olmaktan çıktı. Bu konu artık popüler medyanın da ilgisini çekmeye başladı.
Uluslararası kuruluşlar harekete geçti: “British Philosophical Association” ve “Society for Women in Philosophy” artık eş başkan kadınların da aktif rol aldığı birer komite durumuna geldi.
“Gendered Conference Campaign” gibi uluslararası mücadele örgütleri güçlendi.
Ve bakanlıklar, bilgi toplulukları, gazete editörleri ve akademisyenler kadınların temsil ve etki alanını geliştirmek için neler yapılabileceğine dair fikirler üretip uygulamalar geliştiriyorlar.
Kadınların felsefi geleceği, bugün, geçmişe göre çok daha parlak görünüyor.
Yazar: Helen Beebee (Felsefe Profesörü, University of Manchester)
Çeviri: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Bu makale, Sosyolog Ömer YILDIRIM tarafından www.felsefe.gen.tr için derlenerek çevrilmiştir.
Derleme için kaynak metin: ‘I think therefore I am a man’: philosophy’s woman problem