Değerler ve Kültür Arasındaki İlişki
Kültür; az çok sabit şekil almış alışkanlıklar, ideler, sevilen, sevilmeyen ve yetişkinler tarafından genç nesle aşılanan bir sürü değerlerdir: İnançlarımız, kanaatlerimiz, batıl itikatlarımız, sempati ve antipatilerimiz hep içinde doğup büyüdüğümüz kültür hayatının bir neticesidir.
Bu bakımdan kültür Ziya Gökalp’in dediği gibi millî bir renk ve damga taşımaktadır. Eğer yeni doğan çocukları diğer bir milletin çocukları ile mübadele etsek ve böylece büyütsek bunların inançları ve alışkanlıkları yerli çocuklardan farksız olur (Kanad, 1958:3).
Kültür; insan hayatını sembolik bir çerçeveye yerleştiren mitler (Geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren, tanrı, tanrıça, evrenin doğuşu ile ilgili hayalî, alegorik bir anlatımı olan halk hikâyesi), aksiyonlar ve kurumlar bütünü olarak tanımlanabilir (Hull, 2003:112).
Kültür; bir insan grubunun yaptığı, ortaya çıkardığı her şey olarak kabul edilir. İnsan topluluğunun ortak olarak ortaya çıkardığı ve benimsediği maddi kültür; (çanak-çömlek, uçak, han, hamam) ile ortak davranış kalıpları olan manevi kültür (gelenek, görenek, adalet, ahlâk, hukuk, dil, din, eğitim vb.) bir toplumun hayatına şekil veren en önemli faktördür. Her toplum kendi ortak hayatı ile kendine özgü bir kültür yaratır. Her çocuk doğduğu toplumda kendisinin nasıl hareket edeceğini gösteren davranış kalıplarını hazır bulur. Bunları yeniden oluşturmaz. Ancak büyüdükten sonra yeni buluşlarla eski kültürü değiştirebilir veya onun üzerine yeni şeyler ekleyebilir. Yaşlı ve tecrübeli kuşaklar yeni kuşakları eğiterek, onlara toplumun kültürünü benim-setirler. Böylece her toplumun kültürü, toplumsal kalıtım yoluyla kuşaktan kuşağa geçip üst üste eklenerek devam eder (Altay, 1971:23).
Tylor kültürü şöyle açıklamaktadır: Bir toplum üyesi tarafından kazanılmış bilgiler, inançlar, sanat, ahlâk, kanunlar, adetler ve bütün istidat ve alışkanlıkların toplamıdır. Doğuştan gelen istidat ve karakterler kültür içinde bir yer ve anlam alırlar. Onun tarafından yoğrulur ve bir maceraya giderler (Ülken, 1965:125-126).
Kültür bir toplumun üyelerinin paylaştıkları, birbirlerine ve gelecek kuşaklara ilettikleri maddi ve manevi ögelerdir. Bir diğer deyişle kültür toplumun yarattığı, değer verdiği, paylaştığı bütün maddi ve manevi ögelerin toplamıdır. Kültür öğrenilmiş, saklanmış ve eğitimle yeni kuşaklara aşılanan her şeydir (İçli, 2005:104).
Dünya üzerinde dili, dini, adetleri, gelenekleri olmayan bir toplum yoktur. Bu bakımdan kültür toplumların evrensel bir karakteridir. Fakat her topluluğun kültürü diğerinden farklıdır. Bu sebeple de kültür toplumların ayırt edici karakteridir. Kültür ikiye ayrılır:
Maddi kültür: Bir toplumun yaptığı ve kullandığı her türlü alet, araç ve binalardır: Han, hamam, cami, saban, çeşme vb.
Manevi kültür: Bir toplumdaki fertlerin karşılıklı ilişkiler kurmasından doğan ortak davranış kalıpları ve değerleridir: gelenek, adet, ahlâk, din, hukuk vb. (Altay, 1971:146).
Bir toplumun maddi ve manevi alanlarda oluşturduğu ürünlerin tümüne kültür denir. Maddi ögeler; Giyecek, barınak, otomobil, traktör, makine, apartman, saban, süpürge vb. bunlar somuttur. Manevi ögeler; Toplumsal örgüt ve sistem, ekonomik örgüt ve sistem, hukuk, ahlâk, gelenek-görenek, inanç sistemleri, değerler, idealler vb. bunlar soyutturlar (Tezcan, 1996:4). Her kültür mutlaka bir değer sistemine sahiptir. Her toplumun kendine özgü dili, dini, töreleri, hukuk ve aile düzeni, ev biçimi, giyim ve yemek tarzları vardır.
Kültür bütün ögelerinin zamanla birbiriyle kaynaşması sayesinde uyumlu bir bütün haline gelmiştir. Örneğin sanayileşmiş bir toplumda çekirdek aile geleneksel bir toplumda ise geniş aile yaygındır. Sanayileşmiş toplumlarda hukuk kuralları, geleneksel toplumlarda ise örf, adet, gelenekler etkilidir (İçli, 2005:109).
Tan (1981)’a göre, kültürler zamanla değişebilir, değişme uyum yoluyla gerçekleşir. Belli bir değerin bir başka değere üstünlüğünün anlaşılmasının mantıksal düşünceyi gerektirdiği alanlarda eskinin terk edilmesi genellikle dirençle karşılaşır (Akt: İçli, 2005:111).
Ogburn (1964)’a göre kültür; bir toplumsal grubun kendisinin yarattığı ve o grubun üyeleri tarafından öğrenme ile kazanılan ve paylaşılan davranışlar ve ortak hayat tarzlarıdır. Adetler, geleneksel değerler, kurallar, kurumlar vb.dir (Akt: Altay, 1971:144).
Eğitim tarihi, eğitimin kültürden ayrı olarak düşünülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Eğitim ve kültür birbirini şekillendirmektedir. Okulun görevi birikmiş kültür muhtevasını, genç kuşaklara geçirmek veya sosyal veraseti devam ettirtmek olarak görülebilir. Ancak memleketimizde son yarım yüzyıl içinde değişen tutum ve değerler, bütün yaşama alanlarında ve dünyanın çeşitli bölgelerinde belirli kavramların değer kazanması veya kaybetmesi sonucu vuku bulan değişmeler, kültürün değiştiğini gösterir. Günümüzde kültürün çocuklara ve gençlere yalnızca tanıtılmasını öngören anlayış değişmekte okulların, kültürü tanıtma yanında aynı zamanda kültürü geliştirme fonksiyonu da önem kazanmıştır (Varış, 1988:83).
Kültür tarihi boyunca doğuşunu ve gelişmesini gördüğümüz değerler dünyası her çocuğun ve delikanlının geçireceği tahsil yaşı boyunca da tekrar yaşanır. Eğitim eski değerlere yenilerini katar. Bundan dolayı tahsil hayatı yalnız değerlerin yaşanması değil, aynı zamanda yaratılması demektir. Okul toplumun içindedir ve onunla birlikte bu değer yaşanması ve yaratılması işine katılır. Okul delikanlılara kültürün bütününü yaşama ve hepsinde yaratıcılık gücünü işletme imkânı verir. Bunun içindir ki lise öğretiminde genel kültürün yeri çok büyüktür. Lise öğrencileri bu değerleri yaşayan ve yaratan bir faaliyet içinde bulundukça bu genel kültür asla pasif bir ansiklopedik bilgi yığını olmaz. Lisenin vazifesi genci yalnız meslek hayatına hazırlamak ve topluma intibaklı hale getirmek değil, toplumun seviyesini aşan üstün bir kültürü yaşatma ve yaratma gücü vermektir. Ortaöğretim en ileri kültür çevrelerinde dahi eski nesillerin bilgi ve değerlerini yeni nesillere nakletmekle kalmaz, ona daima bir şeyler katmayı sağlar (Ülken, 1965).
Son elli yıl içinde Avrupa ve Amerika’nın medeniyet ve kültür sahasında dev adımlarla ilerlediğine şahit oluyoruz. Geri kalan milletlerin bu yarışa ayak uydurmaları yılları aylara ve bilhassa okul ve eğitim meselelerini ön plana almakla mümkün olabilir. İnsanların bir arada ve huzur içinde yaşayabilmesi fertlerin olgunluğuna tabidir. Kendinden başkasını düşünmeyen, bencil, temayüllerini disiplin altında bulundurmayan insanlar yaşadıkları çevrelerde her türlü kötü hareketlere teşebbüs edebilirler: hırsızlık, yalan söyleme, aldatma, rüşvet alma, adam öldürme gibi (Kanad, 1958:VIII).
Kültür fertlerin oturaklı bilgi ve görgü sahibi olması, manevi değerleri sevmesi ve toplumsal kurallara hâkim olmasıdır. Kültürlü insanın çok bilgili olması şart değildir. Mühim olan bildiklerini iyice benimsemesi, bilgi ve hareketleri arasında samimi bir bağlılık bulunmasıdır. Bir milletin kuvvetli veya zayıf, mesut veya bedbaht oluşu, fertlerin manevi değere, ahlâki karaktere ve gerçek kültüre verdikleri ehemmiyetle belli olur. Eğer bir memlekette fertler saadetlerini ve iç huzurlarını midelerinden ziyade ruhlarında ararlarsa, eğer insanlar maddi rahatlıktan ziyade manevi değerlere ehemmiyet verirlerse ve eğer fertler bir arada yaşadıkları insanların elemiyle ve saadetiyle candan ilgilenirlerse o millet topyekûn kuvvetli ve mesut olur (Kanad, 1958:9).
Kottak (2001:52)’a göre; kültürler gelişigüzel toplanmış görenek ve inançlar değil, bütünleşmiş bir sistemdir. Adetler, değerler inançlar birbiriyle bağlantılıdır. Bunların birinde meydana gelen bir değişiklik diğerlerini de etkiler.
Bilgiye dayanan ve içkin değerler diyebileceğimiz kültür dalları ile inanca dayanan ve aşkın diyebileceğimiz kültür dalları birbirlerini tamamlayarak kültürün bütününü teşkil ederse de insanlar arası münasebetlerde bu kültür dallarının yayılışı her ikisinden ayrı yeni şekiller alır. Her ahlâk ve her din kendi doğduğu kültürün tekniği, sanatı, fikri ile yakından ilgilidir. Ahlâksız bir sanatın, hatta ahlâka karşı bir sanatın olduğundan bahsedenler tamamen haksızdırlar (Ülken, 1965).
Li (1996)’nin yaptığı çalışmada bir milletin kültürel değerleri, geleneği ile bireysel öğretim inançları arasındaki ilişkiyi inceler. Bu da bizi yazı yazma öğretiminde kişisel inançlarımızı yansıtmamızın ötesine geçiyor ve kendi uygulamalarımızın bizi şekillendiren kültürel ve sosyal değerlerle bağlantısını görmemiz için bizleri zorluyor. Bunun yanında, hangi değerler sistemi adı altında sorgulama yapmamız için bizi zorluyor. Bizleri şu soruları sormamız için zorluyor, her günkü eğitimde inandığımız ve değer verdiğimiz şeyleri gerçekten uygulayabiliyor muyuz? Ne çeşit Amerikan değerlerini öğretimimiz aracılığıyla öğrencilere aktarıyoruz? (Fu, 1997:116).
Kültürel normları telkin etmesine ve istenilen kişisel özelliklere yapılan vurguyu, evrensel ilkeler açısından ahlâk oluşturmaya çalışan herhangi bir teorinin sonucu teşkil eden özellikleri olarak algılamışlardır. Birçok karakter eğitim, filozof ve sıradan insanlar bile dürüstlük, adalet, bilgelik gibi bazı değerler hususunda fikir birliğine varmış olsalar bile, bağlılık, vatanseverlik, dindarlık, azim, gizlilik, emir ve iffet gibi değerler eğitimciler tarafından desteklenmeyebilir. Hangi değerlerin, faziletlerin/erdemlerin temelini oluşturduğu hususundaki karışıklık yüzünden, yapısalcı gelişmeler(Kohlberg) karakter ya da erdem yönelimli ahlâki teorileri, ahlâki ilime yönelik destekleyici bir çeşit değerler olarak eleştirdiler. Bir kültürde ya da tarihsel bir zamanda erdem diye tanımlanan değerler sıradan ya da kültürel alternatifleri yansıtır ve başka bir kültürde ya da zamanda da bu değerler tanımlanmayabilir. Bunun yerine, bilişsel teoristler ahlâki eğitimin, bireyler veya kültürler tarafından yapılan keyfi veya muhtemel değer alternatiflerine karşı genellenebilen ve mantıksal olarak savunulan evrensel ahlâki değerlere dayalı düşünsel süreçler formunda yer alması gerektiğini savunurlar (Prencipe&Helwig, 2002:841-842).