David Hume’un Bilgibilimi (Epistemoloji, Bilgi Felsefesi)
Hume, İngiliz empirizmini en uç noktalara dek taşımış, gerek Locke’ta gerek Berkeley’de gördüğü ve can çekişmekte olduğuna inandığı bazı metafizik kavramları sistemden tümüyle dışlamayı başarmıştır.
Başlangıçta bilimsel nitelikli bir insan doğası araştırmasına inanıyordu. Doğa bilimlerindeki gelişmeler onu bu konuda iyimser bir tutuma sevk etmişti. Bilimsel yöntemin doğası, ona evrenin tüm problemlerini çözmek için yeterli görünüyordu: İnsan zihninin işleyişini de böyle bir yöntemle aydınlatmak olanaklı olabilirdi.
Ne var ki Hume insan düşüncesinin mekanizmini betimlemek için bilimsel yöntemi kullanma düşüncesini doğrulama olanağının bulunamayacağını keşfetti. Böylece akla gösterdiği güveni terk edip sağduyu yöntemine bel bağladı. O da tıpkı Locke ve Berkeley gibi, bir empirist için idelerin kaynağı sorunundan yola çıkmanın uygun bir yol olduğunu düşündü.
Bu konuda şöyle der:
“Anlaşılması güç, muğlak felsefe sorunlarını çözebilmek için, insanın anlama yetisinin doğası üzerine ciddi bir araştırma yapmak gerekir. Bu araştırma zihnin güçlerinin ve kapasitelerinin bir çözümlemesini ortaya koymak biçiminde olmalıdır.”
Bu nedenle Hume zihnin içeriklerinin bir hesabını vermekle işe başlayarak, ilgili daha başka kavramların dikkatli bir çözümlemesi ile birlikte kendi kuşkucu sonuçlarından kaçınamadı.
Zihnin İçerikleri: Locke ve Berkeley gibi ona göre de, tüm zihin içeriğimiz bize duyularımız ve deneyimlerimiz aracılığıyla verilmektedir. Zihnimizde bulunanları n tümü, onun deyişiyle genel terim olarak algılardır (perceptions); zihindeki bu algılar, iki form içinde bulunur; bunlar izlenimler (impressions) ve idelerdir (ideas). Hume’un ide deyince düşünce, kavram, imge gibi zihinsel içerikleri anladığı vurgulanmalıdır. Ona göre zihnin içeriğini bu izlenimler ve ideler oluşturur. Düşüncenin orijinal ham maddesi bir izlenimdir ve bir ide, bir izlenimin salt bir kopyası dır. Bir izlenim ve bir ide arasındaki ayrım sadece onların canlılık derecesindeki bir ayrımdır.
Özgün algı işitirken, görürken, hissederken, severken, nefret ederken, arzu ederken aldığımız ya da yaşadığımız izlenimdir. Bu izlenimler biz onlara sahip olurken canlı ve açıktır; bu izlenimler üzerine düşünümde bulunduğumuz zaman onların idelerine sahip olmuş oluruz ve bu ideler özgün izlenimlerin daha az canlı versiyonlarıdır. Acı hissetmek bir izlenimdir; bu acının anımsanması ise bir idedir. Her tikel durumda izlenimlerin ide olarak karşılıkları birbirine benzer ama aradaki fark izlenimler canlı canlı iken idelerin izlenimlerin sönükleşmiş, donuklaşmış biçimleri olmalarıdır. Aralarındaki bu farktan da öte Hume, idelerin varlığının izlenimlere bağlı olduğunu öne sürer. Sonuç olarak ide bir izlenimin basit tarafından bir kopyasıdır. Yani her ide için ilksel bir izlenim bulunmalı- dır. Bununla birlikte her idenin bir izlenimi olmayabilir.
Söz gelimi biz hiçbir uçan at ya da denizkızı görmedik ama bu ideler-fikirler bizim zihnimizde var: Hume bunun duyular ve deneyim tarafından verilen materyalin zihin tarafından yerini değiştirme, eksiltme, birleştirme gibi edimlerinin bir ürünü olarak gerçekleştiğini açıklar. Bu şekilde biz birleşik ya da karmaşık idelerimizi oluştururuz.
Hume’a göre zihinde bulunan tüm algılar iki form içinde bulunurlar: izlenimler ve ideler. Hume’un idelerden kastı; düşünce, kavram, imge gibi zihin içerikleridir.
Zihin, duyular ve deneyim tarafından verilen materyali yerini değiştirme, eksiltme, birleştirme gibi edimlerle birleşik ya da karmaşık idelere dönüştürür.
Bir altın dağ düşündüğümüz zaman imgelemimiz altın ve dağ idelerini birbirleriyle birleştirme yoluna gider. Bu idelerin köken olarak izlenimlerini duyular aracı lığıyla daha önce edinmişizdir. Yine de altın dağ gibi bir birleşik idenin kendine özgü bir izlenimi yoktur. Eğer tüm idelerin köken olarak bir izlenimleri olsaydı o zaman yanlışlık ya da anlamsızlık diye bir şey de olmazdı. Ama örnekten de görülebildiği gibi zihindeki pek çok idenin bir izlenimi bulunmaz.
Herhangi bir felsefi terimi anlam ya da ideden yoksun olarak uyguladığımızdan kuşkuya düşersek bu söz konusu ide hangi izlenimden türetildi diye sormamız ve araştırmamız gerekir. Onu anlamlandırmak olanaksız oluyorsa, kuşkumuz pekişerek devam edecektir. Hume, Tanrı idesi bile bu şekilde test edildiği zaman, zihnimizde insanlar arasında deneyimlediğimiz iyilik niteliklerini ve erdemi “sınırsızca büyütmek” suretiyle bir Tanrı idesi oluşturmak yoluna gittiğimizi söyler. Şu halde Tanrı idesi de karmaşık bir idedir ve kendine özgü bir izlenimi var mı yok mu sorusu halen yanıt beklemektedir. Eğer ideler genelde izlenimleri izliyorsa düşünme dediğimiz şeyi ya da idelerin kendilerini grup haline getiren uygulamaları nasıl açıklayabiliriz?
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı