Doğrulanabilirlik ilkesi nedir? Doğrulamacı bilim anlayışı
Mantıkçı pozitivizm’i benimsemiş düşünürler, öncelikle bilimsel bilginin deneyime dayalı bir bilgi olduğunu göstermek, bilime bir sınır çekmek, daha doğrusu bilimi metafizikten veya bilim olmayandan ayırabilmek için doğrulanabilirlik ilkesi olarak bilinen meşhur ilkeyi geliştirmişlerdir. Söz konusu ilkenin onların bilim anlayışlarında büyük bir önem taşıması nedeniyle, bu anlayışa aynı zamanda doğrulamacı bilim anlayışı adı verilmektedir.
Doğrulanabilirlik ilkesi her şeyden önce ampirik temelleri oldukça güçlü olan bir anlamlılık ölçütü sağlar ve bir ifade ya da tümcenin anlamının o tümcenin doğruluk koşullarında olduğunu ortaya koyar. Başka bir deyişle, ilke bir tümcenin anlamını kavramanın, o tümcenin hangi koşullarda doğru, hangi koşullarda yanlış olduğunu kavramayı gerektirdiğini dile getirir. Yani bir ifadenin, bir önerme ya da söylemin bir bilgi içeriği taşıması veya anlamlı olabilmesi için doğrulanabilir olması gerekir. Bu anlayışa göre doğrulanabilir olmayan önerme ya da iddialar, metafiziksel iddia ya da önermeler olup anlamdan yoksundurlar.
DOĞRULAMA
Doğrulamanın olgusal ve mantıksal olmak üzere, iki yolu vardır. Bunlardan olgusal doğrulama söz konusu olduğunda, mantıkçı pozitivistler doğrulamanın doğrudan ya da dolaylı olabileceğini kabul ederler. Yani bazı önerme ya da tümceler gözlem yoluyla dolayımsız olarak doğrulanabilirler; söz konusu tümce ya da önermelerin doğruluğu veya yanlışlığına duyu-deneyimi veya gözlem yoluyla karar verilebilir. Onlar burada kalmayıp söz gelimi “güç” benzeri doğrudan deneyim yoluyla gözlemlenemeyen özellik veya kendiliklerle ilgili terimlerin geçtiği tümce ya da önermelerin ancak dolayımlı bir biçimde doğrulanabileceğini öne sürdüler. Daha doğru bir deyişle, bu türden teorik terimlerin anlamını açıklamak için mantıkçı pozitivistler, söz konusu terimleri içeren tümcelerin doğruluk ya da yanlışlıklarını gözlem önermeleriyle dolaylı olarak belirlemenin yollarını aradılar. Onlar, insan tarafından algılanamayan elektromanyetik dalgalar, elektron ve protonlar benzeri şeylerin kendileriyle ilgili kuramlarda veya birtakım teorik terimlerin geçtiği önermelerde, ancak dolaylı olarak doğrulanabileceğini ileri sürdüler. Söz konusu önermelerin gözlem önermelerine veya temel önermelere indirgenerek doğrulanabileceğini söylediler.
Doğrudan ve dolaylı doğrulama diye iki ayrı şeklinden söz ettiğimiz olgusal doğrulama, dünyanın gözlemlenebilir bir yönüne, dış dünyadaki bir olay ya da duruma gönderme yapan bir önermenin, söz gelimi “Ali’nin köpeği siyahtır” gibi bir önermenin gözlem ya da deney yoluyla doğrulanmasıdır. Böyle bir önermenin doğrulanması için, herhangi bir mantıksal kurala ihtiyaç duyulmaz; sadece Ali’nin köpeği bulunarak rengi kontrol edilir. Fakat “Bütün köpekler dört ayaklıdır” önermesi, olgusal olarak veya gözlem yoluyla doğrulanabilir bir önerme değildir; bu önermenin doğruluğuna ya da yanlışlığına karar vermek için, köpeklerin gözlenmesi gerekmez. Çünkü önerme, olgusal bir durumdan ziyade, mantıksal bir durumu ifade etmektedir. Bu mantıksal durum da gözlem yoluyla değil, önermenin öznesiyle yüklemi arasındaki ilişkiye bakılarak tümcenin gramatikal yapısı incelenerek ortaya çıkarılabilir.
Mantıkçı pozitivistler, doğrulanabilirlik ilkesiyle doğrulamanın iki yolunun olduğu gerçeğinden temel birtakım sonuçlar çıkarttılar. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, metafiziğin hiçbir şekilde doğrulanamayan anlamdan yoksun önermelerden meydana geldiği sonucuydu. Öte yandan doğrulamanın iki yolunun olması olgusundan, sahip olabileceğimiz doğruların, doğrulanabilen anlamlı önermelerin iki ana başlık altında toplandığı sonucu çıkartılır. Bunlardan birincisi, bize dünyadaki olay ve olgularla ilgili veya dünyanın farklı durumları hakkında bir şeyler söyleyen sentetik önermelerdir; bu önermeler doğallıkla, bize dünya hakkında yeni bilgiler verip dünyaya dair bilgimizi arttırırlar. Elbette zorunluluk ihtiva etmeyen, yani karşıtlarını olumlamanın bir çelişki yaratmadığı bu önermeler olumsal önermeler olup onları esas itibarıyla doğa bilimlerinde buluruz.
Doğrulanabilirlik ilkesi üzerinden, bu kez mantıksal olarak doğrulanan ikinci ana önerme türüne, analitik önerme veya totoloji adı verilir. Mantık ve matematikte bulduğumuz bu önermeler, karşıtlarını olumlamanın bir çelişkiyle sonuçlandığı önermeler olarak zorunlu önermelerdir.
DOĞRULAMA PRENSİBİ
Dilin ve anlam meselelerinin felsefi problemler üzerinde nasıl ustalıkla kullanılabileceğine dair muhtemelen mantıksal pozitivizmden daha çarpıcı, belirgin ve yanılmaz bir örnek yoktur.
A.J. Ayer (1910-89) Dil, Doğruluk ve Mantık isimli geniş çaplı etki yaratan eserinde pozitivizmin ya da diğer adıyla mantıksal empirizmin (mantıksal deneyciliğin) neşterini alıp etik, teoloji ve metafizik gibi alanlardaki meselelerde kullanmıştır. A. J. Ayer ifadelerin anlamlı olup olmadığını görmek için bu ifadeler üzerine doğrulama prensibi olarak bilinen bir ilkeyi uygulamıştır.
Ayer bu konuyu şöyle açıklamıştır:
“Bir cümlenin hakiki bir empirik (gözlenebilir) hipotezi ifade edip etmediğini sınamak için, değişimli bir doğrulama prensibi benimsedim. Empirik bir hipotezin, bana göre, kesin olarak doğrulanabilir olması gerekmiyor, ama o hipotezin doğruluğunun ya da yanlışlığının belirlenmesine ilişkin bir duyu deneyimi mümkün olmalıdır. Meşru farz edilen bir ifade eğer bu prensibe uymuyorsa ve totoloji (gereksiz yineleme / boş laf) de değilse o zaman o ifadenin metafiziksel olduğunu, yani ne doğru ne de yanlış olduğunu, sadece kelime anlamı itibariyle anlamsız olduğunu düşünürüm”
Pozitivistler bir ifadenin doğru mu yoksa yanlış mı olduğuna karar vermenin peşinde değillerdi. Bunun bilimin işi olduğuna inanıyorlardı. Felsefenin görevi o ifadenin ne anlama geldiğine, yani ifadenin bir anlamı olup olmadığına karar vermekti. Anlamlı bir ifade dünya hakkında bilgi veren ifadeydi. Ayer’in doğrulanabilirlik prensibi, aşağıdaki ifadelerle ilgili ne söyleyeceğine bakarak tarif edilebilir:
- Kedi paspasın üstünde.
- Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1915’te kurulmuştur.
- Fenerbahçe erkek basketbol takımı 2017 senesinde EuroLeague şampiyonu oldu.
- Michael Jordan tüm zamanların en yüksek maç başına sayı ortalamasına sahiptir (30.1).
- Ruhum Araf’a uğradıktan sonra cennete ya da cehenneme gidecektir.
- Krishna, Vishnu’nun avatarıdır (yani vücut bulmuş halidir).
1. İçerisinde paspasın üzerinde bir kedinin bulunduğu bir odada oturuyorsanız, o zaman ilk ifade doğrudur. Paspasın üzerinde kedi olmasa bile, ifade anlamsız değildir, sadece yanlıştır. Yani en azından ifadeyi doğru kılabilecek, “mümkün olan bazı duyu deneyimleri” söz konusudur.
2. İfade yanlıştır (Türkiye Cumhuriyeti, 1923’te kurulmuştur.) ama anlamsız değildir.
3. ve 4. ifadeler doğrudur, çünkü doğrulama prensibinin empirik (deneysel / gözlemsel) taleplerini karşılamaktadır. Ancak 5. ve 6. ifadeler Ayer’in doğrulama ilkesi tarafından test edilip açıkta bırakılan türden ifadelerdir. Bu ifadelerde ruh, cennet, araf, Krishna, Vishnu gibi varlıklardan söz edilmektedir. Bu varlıklar metafizikseldir ve duyularla algılanamazlar. Bu yüzden de doğru ya da yanlış değil saçmadırlar. Hatta aslına bakarsanız, bu tür varlıkları doğrulayabilecek türde deneyimleri bile hayal edemezsiniz.
“Tanrı her şeye kadirdir” Ayer’e göre anlamlı bir ifade midir? Pek sayılmaz. Tanrı’yı hiç şehrin ana caddesine çıkmış yürürken ya da bakkaldan alışveriş yaparken gördünüz mü? Görmediniz; peki, Tanrı herhangi başka bir duyu deneyiminizin bir parçası oldu mu? Muhtemelen hayır. Peki, gelecekteki herhangi bir duyusal deneyiminizin bir parçası olmasını bekliyor musunuz? Hayırsa o zaman ifade de anlamlı değildir.
Hazırlayan: Sosyolog Ömer YILDIRIM
Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı