Amerikan Aydınlanması
Amerikan Aydınlanması tam olarak hangi zaman dilimine tekabül ettiği konusunda fikir birliği bulunmayan, on sekizinci yüzyılda Britanya Kuzey Amerika’sı ve Amerika Birleşik Devletleri’nin erken dönemlerindeki düşünürlerin arasında ortaya çıkan ve İngiliz ve Fransız Aydınlanmalarının fikirlerinden ilham alan bir düşünce hareketidir.
Karanlık Çağ‘a ışık tutmak metaforuna dayanan Aydınlanma Çağı (Fransızcada Siècle des lumières ve Almancada Aufklärung), bağlılıkları, ister dinî ister siyasi olsun mutlak otoriteye karşı insan doğası, din ve siyaset hakkında daha şüpheci ve iyimser tutumlara kaydırmıştır.
Amerikan bağlamında Thomas Paine, James Madison, Thomas Jefferson, John Adams ve Benjamin Franklin gibi düşünürler bilimsel rasyonalite, dinî hoşgörü ve deneysel siyasi örgütlenme konularında devrimci fikirler ortaya koymuş ve bunları benimsemişlerdir. Bu fikirler yeni doğan ulusun gelişimi üzerinde geniş kapsamlı etkilere sahip olacaktır. Bazıları bilim ve deizm kavramıyla dini birleştirmiş; diğerleri liberalizmin anti-otoriter doktrininde insanın doğal haklarını savunmuş; yine bazıları cumhuriyetçi düşüncenin ilk biçimlerinde erdemin, entelektüel liderliğin ve topluluğun geliştirilmesinin önemini vurgulamıştır.
En az altı farklı ideoloji Amerikan Aydınlanması düşüncesinde etki bırakmıştır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
- deizm
- liberalizm
- cumhuriyetçilik
- muhafazakârlık
- hoşgörü
- bilimsel ilerleme
Bunların birçoğu Avrupalı Aydınlanma düşünürlerinin düşünceleriydi; ancak bazıları Amerika’ya özgü bir biçim almıştır.
Konu Başlıkları
Aydınlanma Çağı Düşüncesi
Amerikan tarihinin devrim öncesi ve sonrası dönemleri, Aydınlanma düşüncesinin Avrupa Aydınlanması ile kıyaslanabilecek bir düzende gelişmesi için elverişli koşullar yaratmıştır.
Devrim öncesi yıllarda Amerikalılar, Kral III. George’un kötü yönetimine, Parlamento’nun adaletsizliğine (“yönetimsiz vergilendirme”) ve sömürgeci bir güç olan İngiliz İmparatorluğu’nun elindeki sömürü gücüne tepki gösterdiler. İngiliz devrimci Thomas Paine, Kuzey Amerika kolonilerinin İngiliz efendileri tarafından istismar edilmesini eleştiren “İnsan Hakları” bildirgesini kaleme almıştır. Devrim sonrası yıllarda, bir kuşak Amerikalı düşünür liberal ve cumhuriyetçi ilkeler üzerine yeni bir hükümet sistemi kurmuş ve kalıcı fikirlerini Bağımsızlık Bildirgesi, Federalist Yazılar ve Birleşik Devletler Anayasası gibi belgelerde ifade etmişlerdir.
On sekizinci yüzyıl Amerikan toplumunda kendine özgü özellikler ortaya çıkmış olsa da Amerikan Aydınlanması’nın büyük bir kısmı İngiliz ve Fransız toplumlarındaki paralel deneyimlerle süreklilik göstermektedir. Hem Avrupa Aydınlanması hem de Amerikan Aydınlanması metinlerinde dört tema karşımıza çıkmaktadır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
- modernleşme
- şüphecilik
- akıl
- özgürlük
Modernleşme; mutlak ahlaki, dinî ve siyasi otoriteye dayalı inanç ve uygulamaların bilim, rasyonalite ve dinî çoğulculuğa dayalı inanç ve uygulamalar tarafından giderek daha fazla gölgede bırakılacağı anlamına gelmektedir.
Birçok Aydınlanma düşünürü, özellikle de Voltaire, Rousseau ve Diderot gibi Fransız filozoflar, kişisel tercih ve aklın kapsamını potansiyel olarak sınırlayan mucizevi, aşkın ve doğaüstü güçlere yapılan atıflara şüpheyle yaklaşarak bir tür kuşkuculuğa eğilim göstermişlerdir.
Evrensel olarak paylaşılan ve insan doğasını tanımlayan akıl da Aydınlanma düşünürlerinin yazılarında, özellikle de Immanuel Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” ve “Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi” adlı eserlerinde baskın bir tema haline gelmiştir.
Dördüncü tema olan özgürlük ve haklar, özellikle John Locke’un “Yönetim Üzerine İkinci İnceleme” ve Thomas Jefferson’ın “Bağımsızlık Bildirgesi” metinlerinde, devletlerin ortaya çıkışından önce, yani doğa durumunda ortaya çıkan ve toplumsal sözleşme’de kendini gösteren devlet otoritesinin sınırları olarak siyasi birlik teorilerinde merkezi bir yer edinmiştir.
Ilımlılar ve Radikaller
Henry May ve Jonathan Israel gibi bazı tarihçiler, Aydınlanma dönemi boyunca devam eden başat temaları belirlemenin yanı sıra, Aydınlanma düşüncesini, her biri o dönemde yaygın olan fikirlerin içeriğini ve yoğunluğunu yansıtan iki geniş kategoriye ayrılabilecek biçimde anlamaktadır.
Ilımlı Aydınlanma; ekonomik liberalizm, dinî hoşgörü ve anayasal politikalara bağlılığı ifade eder. Ilımlı Aydınlanmanın aksine radikal Aydınlanma, aydınlanmacı düşünceyi devrimci retorik ve klasik cumhuriyetçilik ekseninde ele alır. Bazı yorumcular İngiliz Aydınlanmasının özellikle James Hutton, Adam Ferguson ve Adam Smith gibi isimlerle birlikte esasen ılımlı olduğunu, Fransız Aydınlanmasının ise Denis Diderot, Claude Adrien Helvétius ve François Marie Arouet gibi isimlerle birlikte kesinlikle daha radikal olduğunu savunmaktadır.
İngiliz ve Fransızlardan etkilendiği üzere Amerikan Aydınlanması da hem ılımlı hem de radikal unsurları bünyesinde barındırmaktadır.
Kronoloji
Amerikan Aydınlanması kronolojik olarak Aydınlanma Çağı düşüncesinin gelişiminde rol oynayan üç zamansal aşama açısından değerlendirilebilir.
İlk aşama, Avrupa’nın orta sınıf bireylerinin monarşik ve aristokratik rejimlerden ister bilimsel keşif, ister sosyal ve siyasi değişim, isterse de Amerika dahil olmak üzere Avrupa dışına göç yoluyla olsun kaçmaya başladığı 1688 Glorious Revolution‘dan (Şanlı Devrim) 1750’ye kadar uzanır. İkinci aşama 1751’den 1779’da Amerikan Devrimi’nin başlamasından sadece birkaç yıl sonrasına kadar uzanır. Bu dönem, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde bilime, dinî uyanışçılığa ve deneysel yönetim biçimlerine duyulan hayranlığın giderek artmasıyla karakterize edilir. Son aşama 1780’de başlar ve Napoléon Bonaparte’ın yükselişiyle sona erer; Fransız Devrimi 1815’te sona ererken, Avrupa Aydınlanması düşüşe geçmiş, Amerikan Aydınlanması ise onun ufuk açıcı fikirlerinin birçoğunu yeniden ele almış ve kurumsallaştırmıştır.
Amerikan Aydınlanması düşünürleri Avrupalı karşılıklarıyla her zaman aynı fikirde olmamışlardır. Örneğin, James Madison ve John Adams başta olmak üzere birçok Amerikalı Aydınlanma düşünürü, Fransız filozoflarını dönemin ahlaki açıdan yozlaşmış entelektüelleri olarak değerlendirmiştir.
Demokrasi ve Toplumsal Sözleşme
Birçok Avrupalı ve Amerikalı Aydınlanma figürü demokrasiyi eleştirmiştir. Demokratik kurumların değerine dair duyulan şüphecilik, muhtemelen Platon’un demokrasinin tiranlığa yol açtığına dair inancının ve Aristoteles’in demokrasinin en kötü yönetim biçimlerinin en iyisi olduğuna dair görüşünün bir yansımasıdır.
John Adams ve James Madison, eğitimsiz ve parasız insanların eline çok fazla siyasi güç vermenin toplumu sürekli olarak sosyal ve siyasi kargaşa riskiyle karşı karşıya bırakacağı şeklindeki elitist ve anti-demokratik düşünceyi sürdürdüler. Amerika’nın Aydınlanma düşünürlerinden bazıları demokrasiyi yadsımış olsa da bir kısmı Avrupa’daki toplumsal sözleşme teorilerinde ifade edilen halk yönetimi fikrine daha açıktı.
Thomas Jefferson, John Locke’un toplumsal sözleşme teorisinden güçlü bir şekilde etkilenirken, Thomas Paine Jean-Jacques Rousseau’dan ilham almıştır. Locke Yönetim Üzerine İkinci İnceleme‘de (1689 ve 1690), kralların tanrısal haklarına karşı ve yönetilenlerin rızasına dayalı bir yönetimden yanaydı; insanlar yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi temel hakların korunması karşılığında siyaset öncesi bir toplumda ya da doğa durumunda sahip oldukları özgürlüklerin bir kısmını devretmeyi kabul edeceklerdi. Ancak, eğer devlet bu doğal hakları koruyamayarak toplumsal sözleşmeden dönerse o zaman halkın isyan etme ve yeni bir hükümet kurma hakkı vardır.
Belki de Locke’tan daha demokrat olan Rousseau, Toplum Sözleşmesi‘nde (1762) yurttaşların kendi kendilerini yönetme, yaşayacakları kuralları ve bu kuralları uygulayacak yargıçları seçme hakkına sahip oldukları konusunda ısrar etmiştir. Devletin iradesi ile halkın iradesi (“genel irade”) arasındaki ilişki demokratik olacaksa, mümkün olduğunca az kurum tarafından oluşturulmalıdır.
Yazan: Sosyolog Ömer Yıldırım